30 Mart 2020 Pazartesi

Yarın Çok Geç Olabilir!... - Arzu KÖK


Yarın Çok Geç Olabilir!...

Doğmak ve ölmek kavramları yaşam döngüsünün bir parçası değil midir? Son zamanlarda medyada, dikkat ettiyseniz haberler doğum ve ölüm ilanları gibi. Ölüm korkusunu yayma için miydi tüm bunlar? Acaba bu durum salgına hazırlık mıydı? Bu dünyada onlarca salgın oldu ama hiçbir zaman tepki bu kadar çok olmadı. Yoksa bu kadar çok medya yoluyla pompalanıyor olması korku/endişe/panik havası yaratmak için mi? Yoksa şu anda büyük bir savaşın oyuncakları mıyız? Bu savaşın adı var mı bilmiyorum ama çok can yakacağı kesin…

Şöyle bir tarih kitaplarını karıştırdığımızda, “Yüzyılın Savaşı” diye nitelenenlerin bile yüz yüze vuruşma ile gelişmiş olduğunu görürüz. Daha düne kadar terör örgütleri yoluyla dünyayı dize getirmek isteyenler, ne olmuştur da bir virüs ile adeta yeni bir Dünya Savaşı çıkarmıştır? Kim bilir kaç yıldır hazırlık yapılıyordur bu savaş için? Var mı düşünen? Gerçi var evet. Türlü senaryolar anlatılıyor her gün farklı kanallardan. Peki hangisi doğru? Neden şimdi? Bu soruların yanıtı yok.

Hani derler ya “Güneş doğudan doğar” diye. Evet neredeyse dünya var olduğundan beri de bu böyledir. Ama acaba bu fiziksel bir doğa olayı mı? Anlatılmak istenen bu mu? Yoksa bu kültürel bir yayılımı mı anlatıyor? Şöyle bir tarihe baktığınızda kadim uygarlıkların hemen hepsi doğudadır. Ve batı evet daha da geliştirmiştir ama köklerini bunlardan almışlardır. Yani doğudan yayılmıştır dünyaya her şey. Kıyamet alametleri der ki “Güneş batıdan doğduğunda…” Fiziksel olarak bu mümkün mü, değil. O halde güneşi/kültürü batıdan yaymak isteyenler var. Ancak bu asla mümkün değildir. Bu anlamda her ne kadar unutulmuş gibi görünse de doğu insanlarının içinde bir yerde kadim bilgiler var ve bu bilgilerle baş etmek kolay değildir, olmayacaktır.

Biliyorsunuz geçenlerde sınır kapılarını açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Doğu / Asya merkezli göçlerin batıya geçişine kapı açmış bulunmaktaydı. Bu göçün arkasında ise Sünni Müslüman olarak kendini tanımlayan bir kesim vardı. Kendi eliyle doğayı yok eden batı, bir taraftan sömürüp / kazancını yeniden sömürdüğüne satan batı, bugün sömürdüğü bir topluluğun tarih de görülmeyecek bir göç dalgasıyla karşı karşıya bırakılmıştı. Bu ise güneşi batıdan doğurmak isteyenlerin hoşuna gitmedi. Belki de bu virüs bunun sonucu olarak mı daha çok yayıldı?  Acaba insanlık bir kesimin idealleri uğruna kendi sonunu hazırlama savaşına mı girdi?


Bir de dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta daha var. Bu virüs ortaya çıktığından beri Kâbe, Mescit-i Aksa, hatta Vatikan bile kapısına kilit vurdu. Tüm dinlerde Tanrı inancı söz konusudur ve hepsi inanır ki “Tanrı’nın verdiği canı yalnız kendisi alır.” Peki madem bu inanç hepsinde var da nasıl bu kadar korkutulabildi bu kadar insan? Yoksa amaçlarından biri de dinleri yok etmek mi? Peki yıllardır Tanrı’nın dinlerine savaş açanlar bile nasıl bu virüsten korkup önlem alır duruma geldi?

İdeallerini hayata geçirme savaşına girmiş olanlar, biliniz ki gün gelecek bizleri bu virüsü bile mumla aratacak daha büyük felaketlere de kapı aralamış olacaklar. Farkında mıyız acaba? Henüz yaşanan sıcak bir olay var ve fark edemedik ama gelecek, felaket tellallığı yapmak da istemiyorum ama büyük felaketlere gebe. Bu salgın belki de bir uyarı niteliğinde hepimiz için…

Bu nedenledir ki ayakta kalmak isteyen uluslar, öncelikle bu virüsün arkasında gizlenenleri bulmalı ve özellikle amaçları tespit edilerek bu yönde önlem almaya başlanmalıdır. “Bu süreçten ne kazanırım?” şeklindeki kapitalist mantığı bir kenara itip önlem alınmaya başlanması gerekmektedir. Bu hem virüsü alt edebilmek hem de geleceği sağlam bir şekilde kurabilmek adına elzemdir.

Bu yazımda benim de kafamda olan pek çok soruyu sordum sizlere, yanıtlarını ancak ortak akılla çözeceğimiz... Ama bir soru daha; acaba ülkemde ortak akıl sistemini kurabilecek bir merkez var mı? Gerçek liyakat sahiplerini bir araya getirip bu ülke ve geleceği için çalışabilecek, sadece bu ülkeyi ve insanını düşünebilecek bir yönetime sahip miyiz? Umarım sahibizdir. Yoksa yarın çok çok geç olacak…

Türkiye Cumhuriyeti’nde toplu kıyımları hesap edenlerin şeytani fikirlerine karşı dirlik/birlik olma zamanı gelmiştir, geçmektedir. Karar verin artık…

 Arzu KÖK


20 Mart 2020 Cuma

Corona ve Dua - Arzu KÖK


Corona ve Dua

3300 yıl önce yaşamış ve babası Hitit İmparatorluğu'nun kurucu kralı olan Şuppiluliuma Veba'dan ölmüş, yerine geçen abisi de 1 yıl içinde veba'dan ölünce çocuk yaşta tahta geçmiştir Murşili.

20 yıldır Hatti ülkesini kasıp kavuran Veba Salgınına çok içerlemiş olmalı ki ''Murşili'nin veba duaları'' diye kil tabletlere kazdırmıştır.

"Tanrılar, Efendi[leri]m! Hatti ülkesinde veba meydana geldi. Ve Hatti ülkesi vebadan (dolayı) mahvoldu ve çok sıkıntı çekti, artık bu 20. yıl(dır). (Ve) [Hatti] ülkesi devamlı (çok uzun zamandan beri) öldüğü için, (aklıma) genç Tuthalya meselesi geldi.

Ve babam, Tuthalya'nın kanlı cinayeti yüzünden [öldü]; [babamın tarafı]na geçmiş (olan) kral oğulları, beyler, binbaşılar (ve) daha yüksek (rütbeli) subaylar (da), [bu] sebep (mesele) yüzünden öldüler. Bu şey Hatti ülkesinin üzerine de geldi ve [Hatti] ülkesi de [bu] şey yüzünden ölmeye başladı ve Hatti ülkesi [zayıfladı] .

Ve şimdi veba daha da [beter] oldu; Hatti ülkesi vebadan (dolayı) [çok] üzüldü (bunaldı) ve (nüfus olarak) daha azaldı. Ama ben, Murşili, sizin h[izmetkarınız],  40 [Tanrılar], benim [Efendilerim], [dualarımı] kabul ediniz, [yardımı]ma geliniz"...

Hitit Kralı Murşili, çocuk yaşta olmasına ve ondan öncekilerinin suçlarından bahsederek af diliyor, vebadan kurtulmayı diliyor. Hani diyorlar ya “Bu musibeti sabır ve dua ile aşacağız” diye, biz nasıl dua edeceğiz. Biz kimi suçlayıp af dileyeceğiz. Yıllardır bu ülkenin başında olanlar suç kimin?

Atatürk “Hayatta en hakiki mürşid bilimdir” derken işte bu günleri öngörüyordu belki de. Zira bilim ve bilgi güç demekti. Bu gücü elinde bulunduranı hiçbir güç alt edemezdi. Ne anlamlı bir öngörü olduğunu bugün çok daha iyi gözlemliyebiliyoruz.

Biz ne yaptık? Eğitimi neredeyse özelleştirdik. Bilimsel eğitimi kenara itip, dini eğitime öncelik verdik. Bol bol cami yaptırdık, bol bol dini çalışan aldık. Bilim adamlarımızı görevinden aldık, çeşitli suçlarla hapishanelere doldurduk. Bilim merkezlerine, eğitime değil, Diyanet’e akıttık paraları. Oysa ülkenin: Camiye değil, Devlet Hastanesine ihtiyacı vardı. Din görevlisine değil, sağlık çalışanlarına ihtiyacı vardı. Cemaat, tarikat yurtlarına değil, bilim merkezlerine ihtiyacı vardı. Özel hastaneye değil devlet ve üniversite hastanesine, ARGE'ye ihtiyacı vardı.

Almanya: 8.000 Kilise - 70.000 hastane,
Fransa: 9.000 Kilise - 60.000 hastane,
Türkiye: 90.000 Cami - 7.000 hastane!

Bazı sayılar verdim sizlere. Hastane sayısı bakımından çok zengin ülkeler bile bu salgın karşısında çaresiz kalıyorsa açıkçası bu sayıyla bizim halimiz nice olur diye düşünmek istemiyorum.

Çin’in nüfusu 1,4 milyar. Ama onlar bu nüfusu, organize güç, örgütlü refleks, hızlı müdahale, yüksek teknoloji, büyük ölçekli çözümler ile korudu, yendi virüsü. Görünüşe göre kısa sürede de atlatacak tüm olumsuz etkilerini. İtalya AB’den medet umarken Çin yardıma gidiyor. ABD bu durumda bile ambargoda ısrar edip İran’ın sağlık sektörünü vurmaya devam ederken Çinliler İspanya, Güney Kore, Japonya, İran, Irak ve Suriye’ye de el atıyor. Utangaçça Küba’nın ilaçlarının hakkı teslim ediliyor, tıbbi aklı. Tepesinde celladın dolaştığı, ambargo ile ezdiği Küba…

Çaresizce sınırları kapatıyor, şehirleri kilitliyor, insanları evlerine hapsediyor bu virüs. Sanki yıl 1348. Ama dersler bırakarak yapıyor bunu: Sınır tanımayan belalara ancak sınırları yıkarak karşı konulabilir; el birliğiyle, bilgiyi paylaşarak, imkânları bölüşerek, kâr hırsını yenerek.

Felaketlerde dersler hep çift yönlü oluyor: Hırslı hırsının, zorba zorbalığının, tiran tiranlığının derdine düşüyor; beriki komşusunu fark ediyor, ‘can’ dostlarını görüyor, dayanışmanın gücünü anlıyor…

Ve elbette kapitalizmin direngen tarafları bu musibetten de büyük şeyler devşirecektir. Bu kaçınılmazdır… Kapitalizmin gereğidir zaten bu…

Dahası hurafeler çağına dönerken tufandaki tek geminin ‘bilim’ olduğunu söyledi korona. “Asıl virüs sensin” diyor. ”Asıl virüs cehalet” diyor.

Diyeceğim o ki pek anarşist bu Covid-19! Herkesi vuruyor. Eşitçe, umarsızca. Alttakilerin kaderi yine mahrumiyettir, mahkûmiyettir, el hakk. Ama virüs yüksekten uçanlarla birlikte kibir saraylarına kadar giriyor. Başkanlara, başbakanlara, bakanlara, yardımcılarına çarpıyor. “Şeytan savan” kutsal mabetlere, okunmuş eşiklere giriyor! Tüm dokunulmazlara dokunuyor. ‘Devrimci’ diyeceğiz de lanet bir şey olmasaydı...

Yarattığı etkiler üzerine çok şey yazılacaktır. Öce kapitalizmin çirkinliğine çarpıyor, çatırdatıyor. İnsanların derin cehaletini, iflah olmaz bencilliğini bir kez daha açığa vuruyor. Virüsten beter bir virüsün insanın kendi öz benliği olduğu gerçeğini resmeden sayısız manzarayı gözler önüne serip dumura uğratıyor. Sadece kazanç güdümlü eğitimin ne yazık ki toplumu eğittiği yok.

“Bu musibeti sabır ve dua ile aşacağız” deniliyor ya merak ediyor insan nerede bu din görevlileri diye? Madem kurtuluş duada, hadi oturun ve yağmur duaları gibi toplu dualar edin de kurtulsun ülkemiz bu musibetten. Çözüm dua ise nerede bunlar?...

                                                                           Arzu KÖK


1 Mart 2020 Pazar

Ulusal Yas…- Arzu KÖK


Ulusal Yas…

Ulusal Yas, toplumu derinden sarsan büyük felaketler sonrasında veya önemli bir devlet adamının vefatı ilan edilir genelde. Ülkenin önemli devlet adamları öldüğünde ulusal yas ilan edilmesini anlıyorum. Ülke halkını derinden etkileyen tüm olaylar sonrası ulusal yas ilan edilmesini anlıyorum. Şimdi son yıllarda ilan edilen ulusal yas ilanlarına bir bakalım:

- 11 Eylül 2001'de Amerika'da ticaret merkezi olan İkiz Kuleler'e yapılan saldırı sonrasında da 13 Eylül'de Türkiye'de ulusal yas ilan edildi.

- 2 Nisan 2005'te Papa II. Jean Paul'ün ölümüyle de ülkemizde bayraklar yarıya indi ve ulusal yas ilan edildi.

- 2011 yılında Japonya'da meydana gelen deprem ve tsunami ardından hayatını kaybeden insanlar için Türkiye'de ulusal yas ilan edilmişti.

- KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın 13 Ocak 2012 tarihindeki ölümünden sonra Türkiye'de dört günlük bir milli yas ilan edilmişti.

- Mayıs 2014'te Manisa'nın Soma ilçesinde 301 işçinin göz göre göre cinayete kurban gittiği Soma faciasının ardından üç günlük ulusal yas ilan edildi.

- Temmuz 2014'te İsrail tarafından Gazze'ye düzenlenen ve 1800'ü aşkın Filistinlinin hayatına mâl olan Koruyucu Hat Operasyonu'nun ardından Türkiye'de üç günlük ulusal yas ilan edildi.

- Aralık 2014'te Pakistan'da Taliban'ın Peşaver kentinde düzenlediği saldırıda çoğu öğrenci, 145 kişinin öldürülmesinin ardından bir günlük ulusal yas ilan edildi.

- Ocak 2015'te Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud'un vefatının ardından bir günlük ulusal yas ilan edildi.

- Haziran 2015'ta dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in vefatının ardından üç günlük ulusal yas ilan edildi.

- 10 Ekim 2015 ‘te KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin de bulunduğu birçok sivil toplum kuruluşu ile vatandaşların katıldığı Emek, Barış ve Demokrasi mitingi için toplanma alanı olarak belirlenen Ankara Tren Garı, terör saldırısının ardından 3 gün milli yas ilan edilmişti.

-28 Haziran 2016’da Atatürk Havalimanı terörün hedefi olmuştu. Düzenlenen hain saldırıda 42 kişi hayatını kaybetmiş ve ülke genelinde bayraklar yarıya indirilmişti.

- 24 Kasım 2017 tarihinde Mısır'da El Rawda Camii'ne Cuma namazı sırasında düzenlenen, 27'si çocuk 305 kişinin hayatını kaybettiği saldırı nedeniyle Türkiye'de bugün 1 günlük milli yas ilan edildi.

-İsrail Filistin gerginliğinin 2018’deki protestolara yansıması sonucu ölenler için Türkiye’de 3 günlük yas ilan etme kararı uygulanmıştı.

Aslına bakarsanız ülkemizi ilgilendiren, halkın yüreğinde derin izler bırakanları anlıyorum da diğerlerini anlamıyorum. Tabii bir de halkın yüreğinde derin izler bırakmasına rağmen ulusal yas ilanına gerek görülmediği durumlar var nedense… Mesela;

-2011 yılında Van'da meydana gelen deprem sonrasında resmi rakamlara göre 601 insan yaşamını yitirdi, 4152 insan yaralandı. Büyük hasara ve can kaybına sebep olan bu afetten sonra da ülkemizde ulusal yas ilan edilmedi.

-2013 Reyhanlı bombalı saldırıları, 11 Mayıs 2013'de Reyhanlı, Hatay'da düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıdır. Resmi verilere göre saldırıda 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Bombalı araçlarla düzenlenen bu saldırı, Ankara'daki bombalı saldırı öncesi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör eylemi olarak kayıtlara geçmişti. Ancak bu olay sonrasında ulusal yas ilan edilmedi.

-20 Temmuz 2015'te, okul, kütüphane ve hatıra ormanı inşa etmek için Kobane'ye geçmek üzere Şanlıurfa Suruç'ta bekleyen Sosyalist gençlere bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda 32 kişi hayatını kaybetti, 100'den fazla kişi yaralandı. Bu olaydan sonra da ulusal yas ilan edilmedi.

-8 Temmuz 2018 Kapıkule'den İstanbul'a doğru hareket eden yolcu treni Çorlu yakınlarından geçerken yağış nedeniyle rayların altındaki toprak menfezin kayması sonucu 5 vagon devrilmiştir. Kazada 25 kişi ölmüş 317 kişi de yaralanmıştı. Ulusal yas ilan edilmedi.

- 24 Ocak 2020 tarihinde yerel saatle 20.55'te Türkiye'nin Elazığ ilinde meydana gelen, merkez üssü Sivrice olan ve yaklaşık 40 saniye kadar süren deprem meydana geldi. 41 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Ulusal yas ilan edilmedi.

-4-5 Şubat 2020 tarihlerinde meydana gelen ve 41 kişinin ölümüyle sonuçlanan Van’da iki çığ düşmesi olayı yaşandı, ulusal yas ilan edilmedi.

- 27 Şubat 2020 tarihinde bizim olmayan Suriye topraklarında 33 askerimiz şehit oluyor. Ulusal yas ilan edilmiyor. Aksine kendi ülkesine karşı ayaklanan muhalif güçler Suriye’nin Kuvva-i Milliye ordusu olarak gösterilip göklere çıkarılırken benim askerim, bu vatanın evlatları umursanmıyor.

Şehit askerlerimiz için ‘Birkaç şehit’ ifadesi gülerek ifade edilebiliniyor. İçimiz yanıyor, çok yanıyor. Ama eğer bugün bunlar bu şekilde yaşanıyorsa suç yine bizim. Hani derler ya “Her ülke hak ettiği gibi yönetilir” diye. Yazık ki öyle. Hani bir öykü vardır “Siz ne iseniz, ben oyum...” adlı.

“Bir ülkede halk, hükümdara karşı ayaklanır. Haklıdırlar da; ne adalet kalmıştır ülkede ne düzen…

Hükümdar, ayaklanan halkı, meydandaki devasa bir havuzun etrafında toplar ve bir konuşma yapar. Der ki; " Kendinizi yormayın! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz? Bu olanağı size tanıyacağım… Ancak sizden bir isteğim var. Şimdi ben bu havuzun üzerini kapattırıp, içini boşalttıracağım Sizden tek isteğim, bu havuzu süt ile doldurmanız. Herkes gece yarısından sonra tek başına gelecek ve bu havuza bir kova süt dökecek. Süt kovalarının dökülmesi sırasında, kimse kimseyi görmeyecek. Güneş doğarken hepiniz burada olun. Havuz süt ile dolduğunda,  tahtımı da  sarayımı da bırakıp gideceğim…”

Ertesi  sabah, herkes sevinçle toplanır havuzun başına. Öyle ya; artık bu düzenbaz hükümdardan kurtulacaklardır. Hükümdar da gelir ve üzeri kapalı havuz açılır. Bir de ne görsünler?... Havuz,  besberrak suyla doludur. Çünkü herkes “onca sütün içinde, benim döktüğüm bir kova suyu kim fark edecek?” diye düşünmüştür…

Hükümdar, gülmekten kırılmaktadır. Gülmesi geçince der ki; "Gördünüz mü ey halkım? Siz ne iseniz ben oyum. Siz düzenbaz olduğunuz için içinizden kimi seçerseniz seçin, sonuç hiçbir zaman değişmeyecek. O yüzden ben tahtımda kalıyorum. Siz de layık olduğunuz, bu sistemin içinde kalacaksınız…””

Şimdi bir düşünün isterseniz bugün yaşadığımız her şeyin nedenini ve önce herkes kendinizi sorgulasın. Başka yolu yok…


Arzu KÖK