20 Mart 2018 Salı

Korkuyorum!... - Arzu KÖK

Korkuyorum!...

90’lı yıllarda bir şarkı vardı hani… Hatırlayan var mı bilmiyorum ama sözleri: "Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar / orduya istiyorlar, ‘savaş çıkar’ diyorlar / silah veriyorlar anne, bana ‘öldür’ diyorlar…” diyordu.

“Korkuyorum anne” diyor ya şarkı; korkuyu düşündüm… 


‘Şehit’ sıfatında hemfikir, gazete haberlerinde birer fotoğraf karesine ya da isme dönüşen genç insanlara bakıyoruz artık her gün… Korkmuşlar mıdır acaba ölmeden önce? Sormuşlar mıdır son anlarında, “Ben ne uğruna feda edildim?” diye?

Haber bültenleri cenaze törenlerini yayınlıyor. Cenazelerde tabuta yaslanılıp konuşma yapılıyor. Bir adım ilerisinde ölen askerin babası ve yakınları acı içinde… Kameralar acı çekenleri görmüyor... Evler, mahalleler, şehirler ve orada yaşayanların yürekleri yanarken; birileri, “En yüce mertebedir” diyerek ölümü kutsuyor. Cenaze sonrası da ‘başarılı organizasyon’u kutlayıp hatıra fotoğrafı çektiriyor birileri...

Sonra o koca koca adamlar, evladı ölmüş anne babaların gözlerinin içine bakarak, “Şehitlik nasip olsun istiyorum” diye açıklama yapıyor… Oysa o da biliyor,  asla şehit olmayacağını; makam arabası, korumaları, lüks konutlarının içinde hayatını sürdüreceğini biliyor ve rahat… Yaptıklarının bedelini ödemeyeceğini, o bedeli hep başkalarına yükleneceğini bilmenin de özgüveniyle… 

Şimdi kapat televizyonu anne ne olur... Hepimizi kandırıyorlar... Korkuyorum!…

Görünüşleri büyük bu adamlar durmadan bağırıyorlar. Neden bağırdıklarını anlayamıyorum bir türlü. Sanki her şeye, herkese düşman olmuşlar... Neden düşman gibi davranıyorlar birbirlerine, neden boğazlar haldeler sürekli birilerini, anlayamıyorum. Bazen televizyondan fırlayıp benim de boğazıma sarılacaklar gibi geliyor. Ağızlarından çıkan sözlerin ne anlama geldiğini anlayamıyorum. Birbirlerine ‘alçak, yalancı, iftiracı, şerefsiz, seviyesiz’ diyorlar. Ben bu sözleri duymak zorunda mıyım? Yoksa ileride ben de onlar gibi her şeye, herkese düşman olup o sözleri mi kullanacağım? Korkuyorum anne…

Hele Meclis çatısı altında olup bitenlere aklım ermiyor bir türlü. Her gün bir kavga, her gün... Neden orada yumruklaşıyor bu insanlar? Ağız dolusu küfürler de cabası… Konuşarak anlaşamıyorlar mı? Oysa biz konuşarak anlaşmayı onlardan iyi mi biliyoruz? Onlar mı yabancılar bu dünyaya biz mi? Yoksa aç bırakılmışlar da birbirlerinin aşına mı saldırıyorlar? Eğer öyleyse kapımız açıktır bizim. Yiyecek tek lokma ekmeğimiz de olsa paylaşırız onlarla… Ama kavga etmesinler artık… 

Kapat ne olur televizyonu anne!... Korkuyorum!... 

Gün geçmiyor ki trafik kazalarında ölenlerin haberi yapılmasın… Herhangi bir taşıta binmek, hatta yolda yürümek bile gelmiyor içimden…

Sürekli birileri birilerine kurşun sıkıyor. Sorsanız çoğu da incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerden… Ölenlerin, öldürenlerin anneleri, çocukları, arkadaşları… 

Kapat ne olur televizyonu anne!... Korkuyorum!... 

Birazdan yine öldürülen kadınlarla ilgili haberlere çıkacak… Yoruldum öldürülen kadın haberi duymaktan… Bir kadın olarak yoksa bende mi öldürüleceğim anne? Öldürülmesem, çirkin sözleri, küfürleri duymasam olmaz mı? Uçkurundan başka bir şey düşünmeyen erkeklerin olduğu bir ülkede yaşıyor olmasaydık keşke… Baksana anne evlilik yaşını dokuz’a indirmeye çalışıyorlar… Hiç kadınları düşünmüyorlar hiç… Hiç de sevmiyorlar...

Kapat ne olur televizyonu anne!... Korkuyorum!...

Yine iş kazasında ölen işçilerin haberleri geçiyor… Sevdiklerim de ölür diye korkuyorum… İşe gitmeseler olmaz mı? Gidip de gelemezler diye korkuyorum. Bir gün onların da haberlerini duyarım diye korkuyorum… 

İşte şimdi de soğukta sokakta donarak ölmüş birinin haberini veriyorlar… Açlıktan ölen bebeği geçiyor haberler… 

Kapat ne olur televizyonu anne!... Korkuyorum!...

Ne olur anne, beni böylesine korkutanlara verme oyunu… Ben artık korkarak yaşamak istemiyorum…

Ülkemde kendisi için, iktidarı ve serveti için tüm dünyayı ateşe verebilecek olanların değil, yüreği evladı, bu vatanın her evladı için senin gibi yanacak olanların olmasını istiyorum artık annem… Korkmak istemiyorum artık anne… Kimse korkmasın artık… 


Arzu KÖK

13 Mart 2018 Salı

Heykel!...- Arzu KÖK

Heykel!...

Bir heykel… Aylardır gözaltında…

Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilk dönemlerinde gözaltı süresi bir ay olarak belirlenmiş, sonrasında yapılan düzenlemeyle gözaltı süreleri 7+7 gün ile sınırlandırılmıştı. Ancak o düzenlemelerden sonra “gözaltına alınan” Ankara Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı 22 Mayıs 2017 tarihinden beri gözaltında tutuluyor. Bu haliyle OHAL kanunlarını da aşan tarzda en uzun süre gözaltında tutulan bir ‘İnsan Hakları Anıtı’mız var bizim.

Heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından 1990 yılında bronzdan yapılan ve Yüksel Caddesi ile Konur Sokak’ın kesiştiği yerde bulunan kavşakta oturan, o günden bu yana İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini elinden hiç düşürmeyen bir heykel. İnsanlar bu haklara ulaşmak adına çok ağır bedeller ödedi. Sokak ortasında öldürüldü, cezaevine konuldu, insanlık dışı muamelelere tabi tutuldu. Bu heykel herkes için  “İnsan hakları” nöbeti tutan bir sembol niteliğindedir oysa. Zira heykeli görüp adını duyanlar “İnsan Hakları Bildirgesi”nden haberdar oluyor, merakla açıp okumak istiyorlardı. 

Acaba suçu ne ki? Aslında bu sorunun cevabını yukarıda verdim sanırım. Çünkü bence onun suçu hem düşünmek hem de düşündürmek. Tabii bir de mağdurlara, hak ve adalet arayanlara ev sahipliği yapıyor. Suçu büyük anlayacağınız!... Türkiye’de düşünce suçu kapsamında gazeteciler, milletvekilleri, yüzlerce akademisyen ve binlerce yurttaş cezaevinde. Acı… İşte yeni Türkiye’nin özeti… Ama bu da çok garip gelmiyor doğrusu. 1993 Sivas olaylarında Pir Sultan Abdal ve Atatürk heykellerinin yıkılarak sokaklarda sürüklenmesi,  Antalya ve Ankara Büyükşehir belediyelerinin birtakım meydanları süsleyen barış ve kardeşlik simgeleyen heykelleri "bunlar cinsi münasebet, put, ucube" savunmalarıyla yok etmesi, Diyarbakır'da Büyükşehir Belediyesi önündeki Lamassus heykeli,  Mervani medeniyetine ait kabartmalar, Ahmed Arif’in heykeli, Cizre’de Orhan Doğan’ın kabartma anıtı, Ressam Fikret Mualla’nın Kadıköy Yoğurtçu Parkı'ndaki heykeline yapılanlar… Sonuçta "İnsanlık Anıtı" için "ucube" yorumu yapılmış bir ülkedeyiz değimli?

Oysa 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi imzalanmış. O dönem 2. Dünya Savaşı’ndan yorgun düşen ‘dünya’, insanların çeşitli haklarını güvence altına almak için bir bildiriye imza atmış... 

‘Herkes eşittir’ diyor bildirge bize özetle… Bütün insanlar için diyor ki; ırk, renk, cins, dil, din, ayrımı diye bir şey olamaz, herkes eşittir… Ve diyor ki; Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır. (Madde 3)

İnsan Hakları Anıtı’nın etrafı sarıp sarmalanmış polis bariyerleriyle... Yaklaşmak yasak... Fotoğraf çekmek de yasak… İster istemez düşünüyor insan: Yasaklanan o heykel mi, heykelin önündeki çiçekler mi, insanlık mı, yoksa o heykelin hatırlattıkları mı? İnsan haklarına yaklaşmak yasak... 

Bir kadın... İnsanlık bildirgesini okuyor.  Yıllardır, sessiz sedasız... 1948 yılında imzalanan bildirgeyi okuyor… Okumaktan hiç kafasını kaldırmıyor. Nasıl kaldırsın. Günbegün uzaklaşırken eşitlik ve hürriyet hakkından, daha hızlı, daha çok okuyor sanki. Daha çok eğiyor sanki kitaba başını...  Okudukça her şey yoluna girecekmiş gibi. Neden bu kadar zoruna gidiyor ki bu?

Yazık ki 90 yılından bu yana ülkenin geldiği durum aslında bu… Bırakın İnsan Hakları’na, anıtına dahi tahammül edemiyorlar. Zira hâlâ tutuklu…

Geçenlerde İnsan Hakları Anıtı'na özgürlük için Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'na başvuruda bulunmuş. Umarız kalkar bu gözaltı hali de özgürlüğüne kavuşur heykel…

Sonrasında da o kadının okuya okuya bitiremediği bu bildirgeyi onu gözaltına alanlar en azından bir kez okurlar ve belki… 

Arzu KÖK

5 Mart 2018 Pazartesi

Türkiye’de Kadın Olmak!... - Arzu KÖK

Türkiye’de Kadın Olmak!...

Türkiye’de kadın olmak; bir başka zordur dostlar… Daha doğduğunuz anda yenik başlarsınız yaşama… 

 Türkiye’de kadın olmak; dünyaya geldiğinde anne babanın yüzünde buruk bir gülümseme, annenin mahcubiyeti, babanın kederli bakışlarını görmektir…

Türkiye’de kadın olmak; toplumdan ayrıştırılmak gereksiz bir eşya gibi köşeye atılmaktır…

Türkiye’de kadın olmak; yeri gelince en kutsal varlık olan ana olmak fakat yeri gelince ezilen, sömürülen ve her şeye rağmen hayatını devam ettirmeye çalışan kişi demektir….

Türkiye’de kadın olmak; bazen küçük yaşta tarlada çalışmaktan, evlenip çoluk çocukla uğraşmaktan okuyamamak, ama bazen de öğretmen olup bilgi dağıtmaktır. Ama aynı anda öğrencisinden "sen kadınsın, ben senin anlattığın dersi dinlemem" cümlesini duymaktır…

Türkiye’de kadın olmak; okula gönderilmemek, çocuk yaşta evlendirilmek, üzerine kuma getirilmek, tecavüze uğradığında suçlanmak, töre cinayetine kurban gitmektir…

Türkiye’de kadın olmak; kocaman bir ikiyüzlülüğün, namussuzluğun en kırılgan öznesi olmaktır… Babanın, dedenin, amcanın, abinin tecavüzüne uğrayıp "komşunun oğluyla konuşuyormuş namussuz" gerekçesiyle öldürülmektir. Tecavüze uğrayıp hamile kaldığında yaşadıklarını derin bir solukla içine çekip, öz kardeşinin kurşunuyla ölmektir… 

Türkiye’de kadın olmak; okula bile kampanyalarla gitmektir, o da baban her şeye rağmen kalbini temiz tutabilmiş biriyse…

Türkiye’de kadın olmak; okuyup meslek sahibi olsanız da eşinizden "…ben çalışmanı istemiyorum" ya da "sen burada otur erkek işine karışma! " sözlerini duymanız demektir… 

Türkiye’de kadın olmak; fikirlerinize saygı duyulmayı bir yana dinlenmemektir bile, hatta toplum içinde kahkaha atarak gülememek demektir... Her duygunuzu, düşüncenizi bastırmanız, içe atmanız demektir…

Türkiye’de kadın olmak; sokakta taciz, evde şiddet görmek demektir… “Kızımsın, seni dövmek boynumun borcudur” deyip döverler, “karımsın, döverim de severim de” derler. Sokakta bakışlara, ağza alınmayacak sözlere maruz kalmaktır. Güzelseniz ’namussuzsunuz’, çirkinseniz ’işe yaramazsınız’ görüşü hakim olur.

Türkiye’de kadın olmak; boynunda bir namus yaftasıyla dolaşmak zorunda bırakılmaktır… Namustur kadın… Namusun yüreklerde kaybolduğu noktada bacak arasında aranır çünkü namus…

Türkiye’de kadın olmak; ayıplarla baskılarla, ön yargılarla savaşmaktır…

Türkiye’de kadın olmak; baskıcı, ikiyüzlü, bir toplumda nefes almaya çalışmaktır…

Türkiye’de kadın olmak; hayatınızın her alanında var olabilmek için mücadele etmek zorunda kalmaktır… Hayatınızın her anında ''Ben de varım!'' diye haykırmak istemektir. Birileri tarafından sesinin hep kısılmasıdır. Öteki olmaya zorlanmaktır. ''Nefes alıyorsak umut var demektir'' derler ya, bu ülkede kadınsan ve tüm kötülüklere rağmen hala nefes alabiliyorsan umut değil de şansın var demektir.

Türkiye'de kadın olup, kadın kalmak güçlü olmak demektir… Çünkü Türkiye'de kadın olmak; her yerde ve hiç bıkmadan, kendinizi ezdirmeden mücadele etmektir.


Oysa kadın berekettir. O’na sunduğunuz her şeyi misliyle geri verendir… Yüreği sevgi doludur, sorgusuz sualsiz sever, korkmaz, kaçmaz… Hatta batan gemide kaptandır, terk etmez gemisini... İstediği sadece sevgi, saygı ve güvendir… Köyde kadın olmak, kentte kadın olmak, dünyada kadın olmak, Türkiye’de kadın olmak, nerede olursa olsun kadın olmak zordur… Zordur zor olmasına ya, yine de güzeldir KADIN olmak… “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!” diyen büyük önder ATATÜRK ise kadını anlayan kadına hak ettiği hakları sonuna kadar tanıyan eşsiz ve tek liderdi… Kadınlara saygıyla bakan gözlere sahipti o… 

Kadın olmak bütünlük ister…  Kadın, kimliğin renginde değil, aklın rengindedir… Geçtiği her yerde kendini toplamaktır heybesine… Ve ardından bir ayak izi bırakmaktır… Ve kadın olmak, roman doğmaktır… Kadın olmak; kendi romanının kahramanı doğmaktır biraz…  Ve kadın olmak;  zırhları giyinmek, kalkanları kuşanmak, onur tabelasını üstünde taşımak ve yeri geldiğinde erkekten daha erkek olmaktır… Kadın olmak okyanusta damla değil, damlada okyanus olmaktır… Gökkuşağının ta kendisidir…

Türkiye’de kim ne derse desin çoğu erkeğin kaldıramayacağı kadar zor ve onurlu bir iştir. Zor zanaattir kadın olmak buralarda. 

Dileğim Türk kadınlarının, Atatürk’ten aldıkları güç ile tüm baskılara karşı gelebilecek gücü bulmaları ve göstermeleridir… 

Arzu KÖK