30 Haziran 2020 Salı

Bizdik!... - Arzu KÖK


Bizdik!...

21. yüzyılı yaşıyoruz. Ama hâlâ içinden çıkılmaz sorunlarla uğraşıyoruz. İnsan olmanın ayrıcalığı ve tadı unutulmuş birçoğumuz tarafından.

 Bu dünya bizim değil; hiçbir zaman da bizim olmadı. Tarih kendisini ölümlerle tekrar edip duruyor. Ortadoğu cehennemi ile bu topraklar insan kanlarıyla dolup taştı ve yazık ki en son kendi kanlarımızla boğulacağız gibi görünüyor. İktidarlar nedeniyle ötekileşen toplumlar kendilerini yok etmekten, ‘Neden?’ ve ‘Niye?’ sorularına uzak kalıyorlar.

Satranç tahtasında piyon görevini taşıyan biz zavallı insanların bir kısmı ise kendini rahatlıkla feda edebiliyor bir vezire, bir şaha... Oysa biz bu oyunun parçası değiliz ve olmak durumunda da değiliz. İnsanca yaşayabilme olasılığımız varken birbirimize tahammülümüz olmadı hiçbir zaman kendi gerçekliğimizden kaybolup insan gerçekliğinden kaybolup bizim olmayan hayallere dalıp kaybolup gidiyoruz.

Batı ya da Doğu değil mesele. İnsan denilen yaratık bozuk sadece. Yürümeyi en az üç yılda öğrenen, uçamayan, oksijensiz üç dakikadan fazla yaşayamayan, karıncaların asırlardır yaptığı şehirleri bugün makineler ile yapabilen, tabiatın en zayıf halkalarından birisi, kendini tanrının mucizesi görecek kadar yüzsüz ne yazık ki.

Yazık ki burası bizim dünyamız değil. Burası insan ölümlerine üzülürken etnik kimliği dikkate alarak üzülenlerin, kendinden olmayanı yok etmeye çalışan, müsamahadan zerre nasip almamış, nefret dilini anadilleri bellemişlerin, bir kedi evine dahi tahammülsüz olanların dünyası.

Peki neden böyle?
Sorun ne?
Ne yetmiyor paylaşmak için?
Bu kin, bu hırs ne için?
Bu boğazlaşmanın adı ne?
Zamansız ölümlerin gerekçesini anlatabilir mi biri bana?
Ya da yok yere kıyılan doğanın?
Var olmak mı, yok olmak mı?

İşte bütün sorun bu. Düşüncelerimizde her şeye, zalim kaderin yumruklarına, oklarına katlanmak mı güzel, yoksa diretip bela denizlerine karşı "Dur, Yeter! " demek mi?
Kim dayanabilir zamanın kırbacına, zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kötülere kul olmasına iyi insanın?

Kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar hızlı işlemesine kim dayanır?
Düşüncelerin ipe götürüldüğü, beyinlerin vıcıklaştırılmak istendiği bir çağı yaşıyoruz.
Oysa hepimizin bu dünya, ama unutuyoruz.

İdama giden günümüz bilimini; temeli, odağı, 'tohumu' olan düşüncelerin hep karşısında olduğumuzda asanlardan, katledenlerden daha 'suçlu' daha 'katil' ilan edildik. Çünkü 'bizdik' susan…


Hakimin kırılan kaleminin sesi kadar ses çıkaramayanlar 'bizdik'!

Bizdik haksız yere yitenlere, yitirilenlere 'iyi' dileklerimizi sunan…

Yine 'bizdik' kalp atışlarımızın 'bizi' ihbarından korkan…

Ve 'bizdik' maktul, mağdur, mazlum!...

Çünkü 'bizdik' asılan,
'bizimdi' asılanlar, 'bizimdi' yakılanlar..

'bizdik’ Sokrates'i, Galile'yi, Deniz'i, Menderes'i öldürenler!

'bizdik' Sokratesler, Denizler...

'bizdik' Ankara'daki denizi kurutanlar…

'bizdik' kurutulan denizler…

şanlı tarihle övünen 'bizdik'

övülecek o tarihin kötü adamı da 'BİZİZ'!...

Çoğu kişi sevmese de bir şarkısında Müslüm Gürses çok güzel bir çözümleme yapar ve der ki: 'Yakarsa dünyayı garipler yakar.' O nedenle yapmamız gereken aslında sadece ‘İNSAN’ olduğumuzu anımsamak ve asla pes etmemek… 

Arzu KÖK

21 Haziran 2020 Pazar

Savunma Yürüyor - Arzu KÖK


Savunma Yürüyor

Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve “Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen.

Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
– Buyrun?
– Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
– Satmıyorum ki ne parası?
– Saçmalama Kral istedi.
– Bana ne! Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki!
Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
– Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. “Satmıyorum” dedi.
– Çağırın bakalım bana şu adamı.
Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick:
– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
– Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
– Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
– Sen koskoca Kralsın, paran çok. Git Almanya’nın her yerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
II. Frederick ayağa kalkıyor;
– Unutma ki ben Kralım!
Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
– Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var! Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz.
Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yan yana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick diyor ki;
-“ADALET HER SABAH bana, SICAK BİR EKMEK kokusuyla gelirdi.”


Yıllardır Hukuk Fakültelerinde anlatılan “Berlin’de hakimler var” konulu bu yazı sizlere neler anlattı merak ediyorum doğrusu.

Yine Hukuk Fakültelerinin birinci sınıf öğrencilerinin ABC’si olan bir şey daha var:
‘Adalet Tanrıcası Themis.’ Bu bakire kadının gözleri bağlıdır. Bir elinde terazi, diğer elinde kılıç tutar. Aslında nazar boncuğu niyetine her evde bulunması gereken bir simgedir bu, zira dünyada ve ülkemizde adaletsizlik diz boyudur.

Terazi; Adaletin eşit ve dengeli şekilde dağıtılmasını...
Kılıç; Adaletin keskinliğini...
Bağlı gözler; Adaletin tarafsızlığını...
Bakirelik; Adaletin bağımsızlığını simgeliyor.

Adliyelerin duvarlarında; "Adalet mülkün temelidir" yazar ama bu sadece sözde kalmıştır, özde yoktur yazık ki…

Danimarka'lı heykeltraş Jens Galschiot'un eseri olan bir heykel geliyor aklıma. Bu heykel, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da bildiğim kadarıyla. Heykelin yanı başında şu sözler yer alıyor: "Bir adamın sırtında oturuyorum. Bu yük altında eziliyor. Ona yardım etmek için her şeyi yaparım. Sırtından inmediğim sürece." Justitia (Batı'nın Adalet Tanrıçası)

Bazen bir fotoğraf bin söze bedeldir türünden olan bu eser, dünyada adaleti gösteren en iyi heykeldir. Üçüncü Dünya Ülkelerini temsil eden zayıf Afrikalı'nın sırtında kapitalist ülkeleri temsil eden şişman zengin. Elinde ise Themis'in Adalet Terazi'si. Sanatçı burada ironik vurgu yapmış; çünkü çoğu güçlü ve zengin insanlar gerçekten adil olduklarını zannederler. Zaten çevrenizde kime sorsanız; herkes iyi ve adildir. Ama “Herkes iyi ve adil ise, bunca kötülük, felaket, savaş ve adaletsizlikler uzaylılar tarafından mı yapılıyor?” sorusunun cevabı yoktur.

Charles Dickens ise ‘Kötü insanlar olmasaydı, iyi avukatlar olmazdı.’ der… Adaletin savunucusu avukatlarımız yürüyorlar bu günlerde… O nedenle getirdim sözü avukatlara…

Paris Barosu önceki Başkanlarından Rousse’ya göre avukat; ‘Bütün memleketlerin yerlisi, bütün yüzyılların çağdaşıdır.’ Bu söylem son derece isabetli olan bu tespit yapar. Bu nedenledir ki avukatlar; tüm insanların dünyevi güçlerden ve ülkelerden özgürlük ve adalet konusunda doğru dürüst davranış standartları beklemeye, insan haklarına saygılı olmalarını istemeye haklarının da savunucularıdırlar.

‘Elime gücü geçirdiğimde ilk yapacağım şey, bütün avukatları öldürmektir’ dedirtir Hamlet isimli eserinde Kasap Dick’e Shakespeare…  Ahlaksız/berbat bir kişilik olan Kasap Dick, aslında kendi kötü devriminin başarılı olması için tek yolun, hukuku yok etmek, bunun için de hukuku temsil eden herkesi, yani adaletin gerçekleşmesine katkı yapan yargıçları, savcıları, avukatları öldürmek olduğunu ifade etmek ister. Kasap Dick’lerin, yani hukuku, adaleti ortadan kaldırarak kendi kötü devrimlerini gerçekleştirmek isteyenlerin önündeki en önemli engel avukatlardır.

Ve şimdi avukatlarımız yine bir şeylere engel olabilmek adına bir mücadeleye giriştiler. Yürüyüşte olan avukatlar, “Avukatlık yasa tasarısında yapılması düşünülen değişiklik, aslında sadece avukatları ya da baroları ilgilendiren bir değişiklik değildir. Birden fazla baronun getirilmesine ilişkin tasarım açık bir biçimde halkın hak arama özgürlüğüne getirilmiş bir sınırlamadır.” demektedirler. Bu ise açıktır ki halkın hak arama sürecini daha da büyük bir karmaşaya sokacaktır.

Zaten ülkemizde örümcek ağına benzeyen bir adalet sistemi var. Büyükler bozup geçerken bu ağı, küçükler takılıp kalıyor ne yazık ki. Hele şimdi halk tabakasından kimse geçmesin isteniyor. Avukatlar ne kadar başarılı olurlar bilmiyoruz ama aksi takdirde merak ediyorum Türkiye’de kaç kişi; “Yaşlı değirmenci” gibi krala direnip sırtını arkasında dağ gibi duran adalet sistemine dayar ki?

Hadi bırakın bu yasalar geçtikten sonraki durumu da şimdi söyleyin bakalım: Ankara’da adalet var diyen kaç kişi var?

                                                                                                         Arzu KÖK