22 Eylül 2015 Salı

Sözcükler - Arzu Kök

Sözcükler

Jean Paul Sartre’nin bir kitabının adıdır Sözcükler. Burada çok fazla felsefi söylem içerisine girmek değildir isteğim. Sadece sözcükler söz konusu olduğunda aklıma gelen bir soru var, onu irdelemek istiyorum. ‘Kaç sözcükle düşünmeyi öğreniyoruz? ‘


Ankara Üniversitesi’nde yabancı öğrencilere dilimizi öğretmek için kurulan ve kısa adıyla TÖMER olarak bilinen kurumun yaptığı bir araştırmayı gördüm geçenlerde. Bu araştırmaya göre: Amerikan ilköğretim okullarının ders kitaplarında kullanılan sözcük sayısı 71.681, Almanya’da 70.400, Japonya’da 44.224, İtalya’da 30.193, Suudi Arabistan’da 13.579 imiş. Türkiye’de ise bu rakam 7.260. Bu da demek oluyor ki ilköğretimi bitiren çocuk bu kadarcık sözcük hazinesiyle çıkıyor yaşam yoluna. 

“Severim sözcükleri.
tavandan düşen güvercinlerdir sözcükler.
dizlerimde oturan altı kutsal portakaldır onlar.
sözcükler ağaçlardır, yaz'ın bacakları,
ve güneş, ve onun tutkulu yüzü.”  diyor Anne Sexton bir şiirinde. Bir başka şair Roque Dalton:

“Som sözcükler istiyoruz
ki dirensin gecenin ortasına
dünyanın yeni rüzgârlarına
sözcükler doğar temellerden
sözcükler doğar bina temellerinden
kaya gibi sert
boyun eğmez sözcükler.

Sözcükler yetmez konuşmaya hazırlık için
bizim tez canlı dünyamızda
ama susuzluğun nedenlerini gösterir,
çığlık,
duyurur "Yeter!" diye açlığı
sömürünün karanlığına karışırken
öfkesinin ışığı.

Sözcükler istiyoruz uyanışın şarkısı için.”

Ne güzel anlatmış değil mi bu şiir sözcüklerin önemini? Düşünsenize bir gün, sırf kullanmadığınız için sözlüğümüzdeki bazı sözcüklerin silindiğini, yok olduğunu. Hele bir de kullandığımız sözcükler dahil pek çoğunun yaşamdaki karşılıkları silinirse ne olacak? Soru olarak duymak bile can sıkıcı iken Türkçe yazık ki böylesi bir durum ile karşı karşıya bırakılmış durumda.

Sözcüklerin yaşamımızdaki varlığı son derece önemlidir. Onlar olmadan düşünemeyiz, kendimizi ifade edemeyiz her şeyden önce. Sözcüklerin azalması yalnız düşünce özgürlüğü boyutuyla değil, buna bağlı birçok konuyla ilgili de bir yığın soru getirebilir akla. Ki düşünce özgürlüğüyle ilgili olanları en basitleri aslında. 

Sözcük hazinesi zengin olduğunda, düşünce de zenginleşecek ve düşünceyi açıklama özgürlüğü daha da çok anlam kazanacak. Elbette, düşünce özgürlüğünün sınırlanmasına karşı çıkmak gerekecek böylesi bir durumda. Ne var ki, her türlü düşüncenin serbestçe açıklanabildiği, ama açıklanan düşüncelerin ne kadar gür ve yüksek sesle ifade edilirde edilsin, içerik bakımından bütün derinlikleri anlatmaktan yoksun kaldığı ortamlarda yine de özgürlük hep sınırlı kalacaktır. Bakın yine sözcüklerin ve sözcük hazinesinin gücü çıkıyor ortaya. Ancak düşünce özgürlüğü ve bu alandaki zenginlik kapitalist düzenin en karşı çıktığı şeydir ki bu nedenle öncelikle ele geçirmek istedikleri ülkeleri dillerinden yoksun hale getirmeye çalışırlar. Ülkemize yapılmaya çalışılan da budur. 

Peki ya eğitim sistemimizdeki dil ikiliği? İnsanlarımızın bir kısmı öğretim dili zengin dillerin kullanıldığı okullarda yetişince ne oluyor? Evin içinden başlayarak sokaklara, meydanlara, kalabalıklara doğru uzanan bir sorun yok mu? Çocuk anadilini, adı üzerinde annesinden öğrenir. Yalnız okul öncesinde değil, sonraki aşamalarda da böyledir bu. Sözcük ve düşünce zenginliği ne kadar yüksek olursa olsun bir annenin bunları çocuğuna net olarak aktarabilme şansı yazık ki yoktur. Çünkü kişiliğinin oluşmaya başladığı en kritik dönemde çocuk, annenin zengin dil hazinesi ve iyi yetişmişliği ile çevrenin sınırlı dil hazinesi ve kültürsüzlüğü arasında kalmaktadır. Bu da çocuğun sağlıklı gelişimi yönünde engel oluşturmaktadır. Bir de burada annenin israf edilen birikimi de söz konusudur. 


Bunun gibi pek çok şey yazılabilir veya akla gelecektir mutlaka. Toplumun iyi yetişmiş seçkinleri ile halk yığınları arasındaki düşünce aktarımında da söz konusudur bu durum. Bu seçkinler ya toplumlarından kopup başka ufuklara yelken açıyorlar ya da kolayına kaçıp iletişimin mümkün olduğu sığ sularda yüzüp durmaktadırlar. Halk ile aralarında bir bağ asla kurulamamaktadır. Böyle olunca da sözcük hazinesi zengin bir dil yaratmak, ülkenin kültür düzeyi kadar demokrasisinin kalitesi bakımından da büyük önem kazanmaktadır.

Sözcük hazinesi zengin bir dilin yaratılması ise, dil kurumlarının, edebiyat ve sanat çevrelerinin olduğu kadar, hatta onlardan daha çok üniversitelerin işidir. Çünkü dil, ayrıntılı kavram farklılıklarıyla ve bilimsel anlatım titizliğiyle orada gelişir.

Dünyanın en güzel dillerinden ve sözcük hazinesi en zengin olanlarından biridir Türkçemiz. Bu nedenledir ki onun daha fazla yozlaştırılmasına izin verilmemelidir. Üniversiteler, dil kurumları, edebiyat ve sanat çevreleri ortak hareket etmeli ve bu gidişata bir son verilmelidir. Bizim başka dilimiz ve ülkemiz yok. Sahip çıkalım.

                                                                            Arzu Kök

19 Eylül 2015 Cumartesi

Para ve Okul - Arzu Kök

Para ve Okul

Anne, evlerde temizlikte

Baba, bir inşaat işçisi

Çocuklar okuyor

Biri liseye başlamış. Neyse ki Anadolu Lisesini kazanmış. Yoksa İmam Hatip’e gitmek 
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.

Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.

İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor. 

Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.

Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.

Parayı veren eğitimi görür.

Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.

Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?

Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor. 

Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?

Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı. 

Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için. 

Eğitim giderek yozlaştırılıyor. 

Paralı hale getiriliyor. 

Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor. 

Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır. 

Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.

                                                                            Arzu Kök

7 Eylül 2015 Pazartesi

Bir Varmış!... - Arzu Kök

BİR VARMIŞ!...

“Bana bir varmış de

Bir varmış bir yokmuş deme
İçime dokunuyor…”

Can Yücel



“Bir varmış bir yokmuş”  ile başlardı masallarımız. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” ile devam ederdi. O zamanlarda bebekler dalgalarda boğuşmak zorunda kalmaz, kıyılara vurmazdı. Çocuklara kurşun işlemezdi. Şimdi ise tersine döndü her şey. 



Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey. 

Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?

Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.

Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi.  Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.

Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır  “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.

“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan. 

Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz.  Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …


                                                                             Arzu Kök