29 Haziran 2019 Cumartesi

Çankaya Köşkü - Arzu KÖK

Çankaya Köşkü

Cumhurbaşkanlığı Sarayı yapıldıktan sonra Çankaya Köşkü Başbakanlık makamı olarak görev yaptı. Ancak biliyorsunuz ki artık bir Başbakan yok ve etrafta Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün yıkılıp oraya millet bahçesi yapılacağı söylentileri aldı başını gidiyor. 

 Ankara Belediyesi, 1921 yılında Çankaya’da tepenin yamacında bulunan bir bağ evini Bulgurluzade ailesinden satın alarak 1919’da Ankara’da kalmaya başlayan Mustafa Kemal’e hediye etti. Bazı kaynaklara göre, bağ evinin ilk sahibi 1915 tehciri sırasında Ankara’dan ayrılmak zorunda kalan Ermeni Kasapyan ailesiydi. Ev, o dönem Kasapoğlu Köşkü olarak anılıyordu.

Yukarıda da belirttiğim gibi ev Mustafa Kemal’e hediye edilmiş. Yani onun özel mülkiyetidir aslında. Vefatından sonra CHP’ye bırakılan miraslardan biriydi. CHP, bugün Devlet Arşivleri’nde bulunan bir belgeye göre sekiz parselden meydana gelen bu araziyi 1949’da 1 milyon 772 bin 20 lira 50 kuruş karşılığında devlete satmış. Maliye’nin daha sonra yaptığı teftişte bu satışta yolsuzluklar görülmüş. Ancak daha sonrasında devlete satıldığında yolsuzluklar olduğu ortaya çıksa bile 1950 yılında çıkan af kanunuyla bu konu halının altına süpürüldü. Böylece de köşk Atatürk’ün mirası olarak korunamadı. 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1921’de bağ evine yaptığı ziyareti “Burası şehre bir saat uzaklıktadır. Oldukça bakımsız ve düzensiz bir kır yolundan herhangi bir araba epeyce büyük bir zahmetle sizi bu köşkün bir kenarına kadar getirebiliyor” diye anlatmıştı.

Döşemeleri ve çatısı ahşap olan bağ evinin alt ve üst katında, ikişer küçük oda bulunuyordu. Büyük Zafer ve cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından bu bağ evi, yapılan bazı eklentilerle köşke dönüştürüldü. Mustafa Kemal’in 1932’ye kadar oturduğu bu bağ evi, 1950’de müze haline getirildi. Müze Köşk’ün yanında inşa edilen başyaverlik binasının ise cumhuriyetin ilanından sonra yapıldığı tahmin ediliyor. Başyaverin odasının bulunduğu bu bina, Atatürk’ün cumhurbaşkanlığının ilk döneminde konukların ilk alındığı yerdi.

Bağ evinin yetersiz kalması üzerine 1930’da yeni bir bina yapılması kararlaştırıldı. Köşk’ün yapımı Atatürk’ün isteğiyle Avusturyalı ünlü mimar Profesör Clmenes  Holzmeister’a verildi. Pembe Köşk adını alacak bu bina 1,5 yıl içinde inşa edildi. Atatürk, Köşk’ü 1932’den vefatına dek hem çalışma binası hem de konut olarak kullandı.

Çankaya Köşkü diğer adıyla Pembe Köşk; Atatürk’ten sonra sırasıyla İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’e hem çalışma ofisi hem de konut olarak hizmet verdi.

1993’te yerleşkenin içinde Cumhurbaşkanlığı’nın Hizmet Binası inşa edilince Demirel ve Ahmet Necdet Sezer tarafından sadece ikametgâh olarak kullanıldı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde konut olarak kullanılmayan Pembe Köşk’te 2011’de kapsamlı bir restorasyon yapıldı. Köşk, aslına uygun hale getirildi.

11 Cumhurbaşkanı’na ev sahipliği yapmış, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en canlı tanığı olan yapıların yıkılması gündemdeymiş. Cumhuriyetin tepesiyle özdeş, Atatürk'ten beri gelen bir geleneğin sonlandırılmış olması, hele ki tamamıyla ortadan kaldırılmasının düşünülmesi bile abesle iştigal etmekten başka bir şey değildir. Beyaz Saray'dan ya da Kremlin'den ya da Buckingham Sarayı'ndan vazgeçiliyor mu? Zira ülkeleriyle özdeşleşmiş yapılardır bunlar. Bu yönetim binaları ve kompleksleri anıldığı zaman hangi ülkeden bahsedildiğini anlarsınız. Çankaya Köşkü denildiğinde de Türkiye akla gelir. O halde bizde neden vazgeçilmesi düşünülüyor?

Aslında işin rengi açık değil mi? Atatürk düşmanlığı… Atatürk ile özdeşleşmiş her şey yerle bir edilmek isteniyor. Önce Marmara Köşkü yıkıldı. Şimdi Çankaya Köşkü’nün yıkımından söz ediliyor. Sırada ne var acaba? Aklıma ilk gelenler:

- İstanbul Florya Köşkü
- Diyarbakır Gazi Köşkü
- Trabzon Atatürk Köşkü
- Erzurum Atatürk Evi
- Yalova Atatürk Köşkleri
- Şişli’de Atatürk’ün evi
- Malatya Atatürk evi

Neresi dersiniz? Hadi tüm bunlar yok edildi diyelim de dünyanın her yerinde Atatürk heykelleri var. Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev var. Bunlara dokunamazsınız. Yani hiç kimsenin gücü Atatürk’ü silmeye yetmez, yetmeyecek. 

Çankaya Köşkü yıkılmasın… Millet bahçesi olmasın… O tarihe dokunulmasın…

Arzu KÖK

1 Haziran 2019 Cumartesi

Ankara Numune Hastanesi - Arzu KÖK

Ankara Numune Hastanesi

Numune Hastanesi aslında 1800 lü yılların ikinci yarısında Namazgah Tepesi’nde "Gureba Hastanesi"  olarak Sultan II. Abdülhamit döneminde hizmete girmiştir. İstiklâl Savaşı’nda Cebeci’deki küçük bir revir istisna olarak bırakılırsa Ankara’nın tek hastanesidir ve Merkez Mülkiye Hastanesi olarak bilinmekteydi. Kurtuluş Savaşında yaralanan askerleri tedavi eden ülkemizin en büyük hastanesi idi o zamanlar.

Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra Atatürk’ün önerisi ile bir yasa çıkarılarak 1924 yılında "Ankara Numune Hastanesi" ismini almıştır.

Numune Hastanesi’nin ana binası Viyana kökenli Robert Oerley’dir. Oerley 1927’de Ankara İmar Müdürlüğüne baş danışman olarak atanmıştır. Ankara Numune Hastanesini 1928-1933 yılları arasında inşa etmiştir. Binanın müteahhidi Vehbi Koç’tur ve devletten aldığı ilk ihale budur.

Oerley ayrıca Theodor Jost ile Hıfzısıhha binasını da inşa eden mimardır ve Ulus Hali ile ilk Kızılay Genel Müdürlüğü binası da onun eserleridir.

Ankara Numune Hastanesi yapıldığı yılda Türkiye'nin en büyük hastanesi olmuştur. Hastanenin planı Almanya'nın Mannheim kentinde bulunan Theresien Krankenhaus binasından esinlenilmiştir, orijinal plana yakın inşa edilmiştir.

Hastanede kuruluşundan itibaren Türk ve Alman kökenli çok sayıda hekim çalışmış ve ülkemiz tıbbına, bilimsel ilerlemesine önemli katkılar sağlamıştır. Bu hekimlerden bazılarının isimleri şöyledir; Ernst Magnus-Alsleben (Dahiliye), Max Meyer (KBB), Albert Eckstein (Pediatri), Eduard Melchior (Cerrahi), Alfred Marchionini (Dermatoloji), Şükrü Sarıbaş (Nöroloji)…

Bu tanınmış ekip daha sonra, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinin 1946 yılındaki kuruluşuna da katılmıştır. Prof. Dr. Eckstein efsane bir hocadır. Modern Türk pediatrisinin kurucularından sayılabilir. İhsan Doğramacı yanında eğitim almıştır. Bugün dahi onun saha çalışmaları referans olarak kullanılmaktadır. Bütün Anadolu'yu yorulmak bilmeden dolaşıp zamanın tüm bulaşıcı ve diğer çocukluk çağı hastalıklarının epidemiyolojisini ortaya çıkarmış ve tedavileri, önlenmeleri için gerekli tedbirleri aldırmıştır. 

Yahudi kökenli olmasına rağmen Viyana'da çalışan bir dışişleri mensubumuzun terminal dönem rahatsızlığı bulunan çocuğu için (Viyana'ya ulaştığında Avusturya'lı hekimler çocuğun ölmüş olduğunu ve boşuna geldiğini söylemelerine rağmen çocuğu görmekte ısrar etmiştir) yaşamını tehlikeye atarak o dönem Nazi işgalinde olan Avusturya'ya hükümetimiz korumasında girmiş, çocuğu tedavi edip geri dönmüştür. 

Savaş sonrasına kadar da ülkemizde görevine devam etmiş, sonrasında ayrılmıştır ülkemizden. Hatta Ankara'dan ayrılırken Ankara halkının inanılmaz bir kalabalıkla onu gardan yolcu ettiği ve getirdikleri armağanlarla vagonların dolup taştığı anlatılır. 
O dönemde Ankara'da beyin cerrahı olmadığından beyin ameliyatlarını Melchior, Türk Nöroşirürji Derneğinin önceki başkanı sayın Prof. Dr. Şükrü Çağlar'ın da büyükbabası olan Prof. Dr. Şükrü Sarıbaş'ın lezyonların anatomik lokalizasyonlarını tarif etmesi üzerine gerçekleştirmiştir.

Türk tıp tarihinde önemli bir yeri olan, günümüze kadar çok sayıda nitelikli uzman hekim yetiştiren, eğitim yuvası, sağlık hizmetinde en önde yer almış, Türk Tıbbının aydınlık yüzü Numune Hastanesi şimdi boşaltıldı. Binaya ne yapılacağı konusunda herhangi bir bilgi yok. Ne olacağı meçhul. Bizler bu tarihi binanın İş Bankası’nın açtığı İktisadi Bağımsızlık Müzesi gibi Türk Tıp Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmesini istemekteyiz. Hatta binanın müteahhitliğini yapan Vehbi Koç’un ailesi de belki de böylesi bir şeye katkı koyabilir. İşte o zaman o tarih kokan bina yeniden Ankara ve tüm Türkiye’nin hizmetine açılmış olur. 

Bu tarihi bina yok edilmemeli, müzeye dönüştürülmelidir… 
Ankara’nın en yaşlı hastanesine kıymayın… 

Tarihe az bir saygınız varsa Ankara Numune Hastanesi yıkılmaz ve “Türkiye Tıp Tarihi Müzesi”ne dönüştürülür…

Arzu KÖK