17 Eylül 2016 Cumartesi

OKULLAR AÇILIYOR - Arzu KÖK

OKULLAR AÇILIYOR…

Okulların açıldığı dönem her evde büyük bir heyecan söz konusudur. Tabii büyük bir de sevinç. Bu öyle bir sevinçtir ki,  bir önceki yıllardaki tüm kırıklıkları, kırgınlıkları da unutturur. Neşe doludur çocuklar. Veliler ise daha çok endişeli…


 Yeni bir eğitim-öğretim yılı başlıyor. Türkiye’nin eğitim çarkı yeniden işlemeye başlayacak. Ancak eğitim sistemimize ait sayısal verilere baktığımızda ülkemizdeki her türlü gericiliğin, yoksulluğun, ayrımcılığın, adaletsizliğin çürüme ve yozlaşmanın ilk elden bir örneği haline geldiğini görmekteyiz. Ve ne yazık ki bunun anlaşılabilmesi için öyle uzun boylu araştırmalara da gerek yoktur. Özellikle Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerin merkezleri ya da ekonomik hali iyi semtlerde yer alan okullardan, kenar mahalle okullarından birine ya da ülkemizin birbirine göre daha batısı ve doğusu arasında yer alan noktadaki bir okula dışarıdan bakmak bile eğitimdeki her türden adaletsizliği, bilimsel nitelik ve olanaklardan yoksunluğu apaçık  göstermektedir.

Eğitim sistemimiz, on dördüncü yılını deviren ve bugüne kadar altı bakan eskiten AKP iktidarında nelere tanık olmadı ki? Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı… Her biri eğitim sistemini büyük adımlarla piyasalaştırıp gericileştiren bir sürecin mimarları oldular. Yeni Milli Eğitim Bakanı ise bir önceki AKP hükümetinin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz oldu. “Savunma Bakanı eğitimden ne anlar?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Sorun da bu ya! Eğitimden anlamasına da gerek yok anlaşılan. Şimdi, 4+4+4 sistemiyle bir gericileştirme yuvası haline getirilen eğitim alanına 3+3+3+4 eğitim sistemini devreye sokarak yeni bir tüy dikmeye hazırlanıyor sayın Bakan.

15 Temmuz’da AKP’ye yönelik gerçekleştirilen başarısız darbe girişiminin ardından cemaate yönelik TSK, eğitim ve polis teşkilatı içerisinde tasfiye süreci de başlatılmış oldu. Fethullah Gülen cemaati ile bağlantısı olan, olduğu düşünülen kişiler tek tek devlet kurumlarından arındırılmaya çalışılıyor(!) Bunun yanında Gülen’e ait olduğu düşünülen eğitim kurumlarına da el konuldu, devletleştirildi. Bakıldığında bir yandan çok güzel gibi görünüyor. Çocuklarımızın okuyabileceği okul sayısı arttı diye sevinenler bile var. Ancak bu okulların neredeyse hepsi İmam Hatip oldu. Kimi İmam Hatip Lisesi, kimi İmam Hatip Ortaokulu…

İmam hatip okullarının açılması iki kanun maddesine dayanır; biri Tevhid-i Tedrisat Kanunu (4. Madde), diğeri 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu. İmam hatip okullarının adının geçtiği 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. Maddesi şöyle der: “İmam-Hatip Liseleri İmamlık, Hatiplik ve Kur’an Kursu öğreticiliği gibi dinî hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe, hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır...” İmam hatip ortaokulları, İHL’lerin hazırlık okulu olduğu belirtilerek bu kanunun 25. maddesine 2012’de 4+4+4 yasasıyla eklendi.  Bu demektir ki ister ortaokul ister lise olsun imam hatipler, dinî hizmetlerini yerine getirecek din adamı yetiştirmek üzere din eğitimi ve öğretimi yapılan okullardır.

Bu durumda İmam Hatip okullarının dayanağı kabul edilen bu iki kanunun, hâlihazırdaki Anayasamıza aykırı olduğunu da görmek gerekiyor. Çünkü Anayasa, din kültürü ve ahlak bilgisi dersi dışındaki dinî derslerin öğrencilere verilmesini tercihe bağlıyor. Oysa imam hatip okullarındaki dinî dersler zorunlu. Anayasa’nın 24. maddesi şöyle “… Din Kültürü ve Ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır...”  

Gördüğünüz gibi Anayasa, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi dışındaki “din eğitimi ve öğretimi”ni isteğe bağlamış. Maddenin son cümlesine göre din eğitimi ve öğretimi yapan imam hatip ortaokullarında zorunlu olan Kur’an-ı Kerim, Arapça, Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dinî Bilgiler ile liselerinin Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid ve Kelam dersleri için öğrencilerin rızası alınmak zorundadır. Şu haliyle İmam Hatip ortaokulu ve liselerindeki dinî içerikli zorunlu derslerin tümü Anayasa’ya aykırıdır. Ancak ısrarla devam edilmekte hatta ve hatta parası olup laik eğitim veren bir özel okulda okuyamayacak olan tüm çocuklar başka seçenek olmadığından o okullara yönlendirilmektedirler.

Oysa IŞİD’in Selefi-cihatçı referanslara dayalı toplum ve devlet örgütlenmesi “yeni dünya düzenini” vahşet gösterisi ve bombalı saldırılarla ilan ettiği bu dönemde laiklik ve laik eğitim tarihimizde olmadığı kadar kritik öneme sahip. Piyasacı düzen ile İslamcı totaliter pedagojinin iki taraflı kıskıvrak ele geçirdiği “eğitim sistemi”, yoğun Sünni asimilasyon aygıtına dönüşerek rejimin, İslamcı toplum inşasına hız kazandırmaya devam ediyor. Müslüman Kardeşler düşünceleri ve cihatçı şuuruna sahip Değerler Eğitimi “Milli Eğitim Müfredatı” halini aldı. Bu ise çok acıdır.

Kamusal eğitim vermekle sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı da, bu yıl da özel okullara yerleştirilen öğrenciler için kişi başına ortalama 3 bin TL’den toplam 500 milyon TL’lik teşvik giderini vermeye hazırlanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın özel okullara yağdırdığı öğrenci teşvik harcama kaynağının vatandaş vergileri olduğunu söylemek dahi istemiyorum artık…

Yeni Türkiye’de laik eğitimi şimdilik “meta” gibi piyasalara devretmiş, parayla satın alabilen müşterilerine sunan bir düzen gelişmeye başladı. Piyasalaşan “laikliğin” karşısında sosyal politik bilincine, birey olma gücüne anaokulunda el konulmuş, sömürü ve eşitsizliğe karşı zihin kalıplayan İslamcı içerikleri evrensel bilgi sanan on milyonlarca çocuk yetiştirilmeye başlandı diğer tarafta. Çocuğunun laik eğitim almasını isteyen herkes parasını bulmak ve çocuğunu özel okula göndermek durumunda kalıyor bu yıl da.

Cumhuriyet, hem de temelinde devrimcilik ve pozitivizm yatan bir cumhuriyet, dinden medet ummaya başladı mı, bu gidişin sonu yoktur. Ancak bu gerçek pek çok gözden kaçmakta veya kimse sesini çıkarmadığı için süregelmekte ve tükenişe doğru gitmekteyiz… 

Eğitime, özellikle de yarınlarımız olan çocuklarımıza sahip çıkalım…


Arzu KÖK

10 Eylül 2016 Cumartesi

Anne- Babaya Açık Mektup -Arzu KÖK

Anne- Babaya Açık Mektup

Okulların açılmasına az bir zaman kala gençlerden anne ve babalarına ilişkin dinlediğim şeylerden yola çıkarak onların dilinden, anne-babaya açık bir mektup yazdım. Bakalım çocuklar, gençler neler söylüyor?


 Okullar açılacak yakında. Yine bir sürü vaat verecek ve birçoğunu yerine getirmeyeceksiniz biliyorum. Aslına bakarsanız çok fazla vaat verip yerine getirmeyen, sözünde durmayan anne-baba durumuna hiç ama hiç düşmenizi istemezdim. Net ve kesin sözler verip yerine getirmeniz size olan inancımın asla yıkılmaması demek olurdu. Sözünü yerine getiren insan görüntüsü zihnime kazınır, ileride daha dürüst bir birey olmamın yolunu açardı. Şimdi ise, ‘verilen sözler yerine getirilmese de olur’ mantığını öğreniyorum. 

Hele bir de beni kendi çocukluğunuzla ya da başkalarının çocuklarıyla kıyaslamanız vardı ki anlatılması bile çok zor; “… ben senin yaşında iken…” diye başlayan söylemleriniz çoğu zaman bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu da siz anlamıyordunuz. Siz konuşmaya başladıkça  “…yine başladı nutuk çekmeye…” diyor ve psikolojik olarak tıkıyorum kulaklarımı…

Kendi çocuğunuzun mükemmel olmasını istediğinizden midir bilmem, en ufak hatalarımı bile büyük bir suçmuş gibi başıma kakıyorsunuz ya deli oluyorum. Derin bir ümitsizlik içerisine düşüyorum. Benim de insan olduğumun ötesinde yeni yetişmekte olan bir genç olduğumu düşünmeden, bana yanılma payı bırakmadan suçluyorsunuz. Bu yanılgılar yüzünden suçluluk sendromu yaşar oldum. Bu durumlarda beni korkutup sindirmek, suçlayarak terbiye etmek, suçluluk duygusu içine sokmanız mı beni güçlü bir birey yapacak? Buna inanıyor musunuz gerçekten?

Hatalarımı, yanılgılarımı gerekçe göstererek beni suçlu sandalyesine oturtmanız, “kötü çocuk” muamelesi yapmanız, böyle yargılamanızın ne kadar yanlış bir davranış olduğunu sizlere anımsatmak durumunda kalmam beni ne çok üzüyor biliyor musunuz? Ne kadar yazık değil mi sevgili anne ve babacığım!...

Normalde hatalarımı düzeltmek için arkadaşça, sevgi ve şefkatle yaklaşıp telkinler yapacağınıza tersini hep yapıyorsunuz... Belki, hatalarım yüzünde ceza vermeden önce benimle konuşup beni dinleseniz hatanın sebeplerini anlamaya çalışsanız, suçluluk pozundan çok kolay kurtulmam mümkün olabilecekti… Ama yapmadınız, beni hiç dinlemediniz; hem savcı hem de yargıç oldunuz… Peki bu ileride sağlam adımlar atmamın, onurlu bir insan olmamın önüne diktiğiniz bir değil mi?

Hep öğretme ve öğrenme eksenine oturmuş karşılıklı iki siperde olan iki rakip gibiydik… En çok öğrenme meraklı olduğum anlarda, merak ettiğim konularda soru sorardım size hatırlıyor musunuz? Ve genelde o sorulara çok kısa yanıtlar verirdiniz. Bu ise bende “…beni baştan savma”  hissi uyandırıyordu. Hoş, uzun açıklamalarınız da yok değildi. Ama bunlar genelde nasihat yüklü söylemlerdi. Konunun özünden tamamıyla uzak söylemler… 

Başarım konusunda ise bana ne kadar güvendiğinizi hiç belli etmediniz. Manevi desteğinizi nedense hiç algılayamadım. Oysa gösterdiğim her çabanın sonunda takdir görmek ne çok sevindirirdi beni.  Övülmek, takdir edilmek biz gençlerin muhtaç olduğu manevi bir gıdadır; hani eskiler şöyle dermiş; “…marifet iltifata matuftur…” Bunu edebiyat öğretmenimden duymuştum; yani yetenekler, marifetler takdir edilir ve ödüllendirilirse o kadar daha gelişir, yoksa körelir gider… Annem ve babam olarak, hiç olmazsa, o gösterdiğim gayreti birazcık övseydiniz, ruhumu okşasaydınız ne olurdu sanki?...

En çok yaptığınız hatalardan biri de beni başkalarıyla kıyaslamanızdır. Çünkü o anlarda inanılmaz derecede umutsuzluğa, aşağılık duygusuna kapılıyor, zaten az olan kendime olan güveni de kaybediyorum...

Her nedense benden farklı bir düzeyde başarı, farklı bir olgunluk bekliyorsunuz ve ben bu beklentilere cevap veremediğim zamanlar sözlerinizle öyle bir hırpalıyorsunuz ki anlatamam...

Herkeste gördüğünüz mükemmelliklerin hepsinin bende olmasını istemeniz, tüm kural ve kaideleri öğretmeye kalkmanız beni korkutuyor; kendimi sıkı bir cendereye sıkışmış gibi hissediyorum. Karşınızdaki insanın da bir süreçten sonra bazı şeyleri ancak öğrenebileceği, bunun için gereken zamanın verilmesi gerektiğini neden hiç düşünmediniz?..

Bu baskılar sonucu olarak, sizinle yüz yüze kaldığım durumlarda, dürüstlüğü elden bırakıp ister istemez yalana sığınmak zorunda kaldım... Yalanımı da sezip üzerime geldiğinizde de, size karşı “kinim” artıyordu… Oysa baba-anne olarak çocuğunuzun kusurlarını yüzüne vurup onun moralini bozmak yerine, onun kusurlarını tamir etmesi için fırsat tanımanız daha doğru olmaz mıydı? Sizi çok zora sokmuş olsam bile sabrınızın tükenmemesi, soğukkanlılığınızı yitmemeniz gerekirdi...

Yaptığım hatalardan dolayı bana kızmanızı doğal karşılayabilirim, fakat beni aşağılamanız, hele başkalarının yanında, özellikle arkadaşlarımın yanında, onurumu kırıcı sözler söylemeniz, beni tamamen sizden uzaklaştırıyor farkında değil misiniz? Bir an için farklı düşünün ve lütfen kendinizi benim yerime koyun, benim de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürdüğümü düşünün... Ne yapardınız o zaman?

Anne-baba olarak bana karşı yaptığınız yanlışlar ve haksızlıklar nedeniyle özür dilemeniz size bir şey kaybettirmez, aksine size olan sevgimi arttırırdı...

Şunun da farkındayım sevgili anneciğim ve babacığım; zaman zaman sizi hayal kırıklığına uğrattığımı biliyorum. Bana vermek istediğiniz hayatın, sağladığınız imkânların yanında benden istedikleriniz çok küçük kalabilir; bunun farkındayım… Bu satırlarımla size yönelik eleştirilerim olması gereken istem ve söylemleri de ne kadar uygun karşılayacağınızı da bilmiyorum…

Anne ve baba olarak herkes çocuğunun iyiliği için çalışıyor ama bazen terazinin ölçüsü kaçıyor ve ters etkiler oluşuyor…

Bir evlat olarak sizden sadece beklentim şu: Beni ben olarak sevmenizi istiyorum. Beni farklı, mükemmel bir varlık, herkese “örnek çocuk” olarak görmenizi istemedim hiç. Ben sizden hiç “kusursuz ana-baba” olmanızı beklemedim. Engin hoşgörülü, anlayışlı, şefkatli, sevgi dolu olmanız bana yeter,, artar bile...

Hiç kimse baba ve annesini tayin etme hakkına sahip değil, ben de değildim, siz de… Çünkü hiç kimse kimin çocuğu olacağına kendisi karar veremez… Anne ve babalar çocukların dünyaya gelişlerinde sadece aracı varlıklardır; doğan çocuklar anne ve babalarından olabilir fakat karakterleri, kapasiteleri, duyguları, zevkleri ayrıdır. Onlar farklı varlıklardır…

Evet sevgili anneciğim ve babacığım, tüm bu farklılıklara, öz eleştirilere rağmen şunu bilmenizi isterim ki eğer anne-babamı seçme hakkım olsaydı yine de sizi seçerdim…
Sizleri çok ama çok seviyorum…


Arzu KÖK