8 Ekim 2009 Perşembe

BU ÜLKE BİZİM…

BU ÜLKE BİZİM…
Arzu KökYıllardır durduramadık akan kanı. Kaç zamandır kan ve can kaybediyoruz. Bu gidişle de kaybetmeye devam edeceğiz. Ne yazıktır ki görünen manzara budur. Buna rağmen görünürde, eninde sonunda gerçekleşeceği anlaşılan akıbeti engelleme ihtimalimiz bulunduğuna dair bir işaret veya göze çarpan net bir çaba bulunmuyor. Açıkça söylemek gerekirse; Türkiye adım adım bölünme kavgasına doğru gidiyor. Siyasi coğrafyanın harita üzerindeki halin veya olası hali de değil asıl mesele. Çünkü bölünme, zihinlerde gerçekleştikten sonra kâğıt üzerinde bir birliğin korunmasının kimseye bir yararı olmayacaktır. İmparatorluk tarihimizin son yarım yüzyılını okumak dahi bizlere böylesi bir sürecin, hayatı yaşam desteğine bağlamaktan farksız olduğunu göstermektedir. Bilinmesi gereken bir şey vardır ki o da, çözülme başladığı andan itibaren geriye dönüşün olası olmayacağıdır. Çünkü bizler bunun örneğini daha önce yaşadık. Yaklaşık bir asır önce başımıza gelen de buydu. ’Başımıza gelenlerden korkmadığımız için bütün korktuklarımız başımıza geldi...’ Şu sıralar aydınlar tarafından varlığının fazla önemsenmediğini anladığımız Cumhuriyet aslında o yangından çekip kurtardığımız toprak ve devlettir. Ve bu düşünce bu canım ülkenin sonu olabilme yolunu açmaktadır yazıktır ki. Pembe tablolar çizilerek çıkılıyor sürekli halkın huzuruna. Çizilen pembe ekonomik tabloların ufkumuzu daraltmasına ise kimse izin vermemelidir. Askerin topluma moral vermek amaçlı yaptığı açıklamalar da. Durum ne yazık ki bu noktadadır. Bu noktada ise belki de en acı olan; Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde gidişatın önüne nasıl geçileceğine dair hiç bir net projenin olmamasıdır. Beğenilmeyen, her fırsatta eleştirilen İttihat Terakki bile devleti kontrollü tasfiye için siyasi plan yapmış, imparatorluğun üzerine çullanan Batılı güçlerin Osmanlı’nın elinde kalmasına izin vermeyeceği anlaşılan toprakların hiç değilse kalpleri İstanbul’ da atan kadrolar elinde bağımsızlıklarını kazanmaları için Teşkilatı Mahsusa’ yı kurmuştu. Günümüzde ise çözüm diye önümüze doğru dürüst getirilen bir şey yok. Siyasetten neredeyse hiç ümit yok. Oy hesabı, Avrupa- Amerika ne der endişesi v.s… Askerle, akademisyenlerle, istihbaratçılarla tartışılıp, onlardan gelecek öneri ve seçeneklere bakarak proje ve siyasi karar üretilecek yerde köşe yazarlarıyla sohbet edilerek sorunun çözüleceğine dair bir inanç var nedense siyasilerimizde. "Barış istiyoruz... Ben sizden daha çok istiyorum... Ben de, ben de... Herkes teröriste terörist desin... Ben demem, onlar arkadaşlarım. Lütfen artık kan akmasın! Silahlar sussun! Gençler ölmesin. Bence de ölmesinler.. Şehitler ölmez vatan bölünmez!" İyi de nasıl olacak bu? Cevap yok... Sanki bir ilkokul müsameresi oynanıyor... Her şeyin görüntüyü değiştirmekle çözüleceği; kanunun, kılık kıyafetin, şekil/biçimin farklılaşmasıyla işlerin düzeleceği gibi bir inanç yaygınlaştı... Dünyanın en modern/demokrat anayasasını yazarsak sıkıntılar sona erecek; türbanı, sakalı, şalvarı serbest bırakırsak rahatlayacağız; Türk aydınlarıyla Kürt aydınları el ele verip birlik mitingi yapınca kurtulacağız; Ermenilere soykırım uygulayıp uygulamadığımızı sere serpe tartışırsak, ’Türkler olgunlaştı, konuyu rahat rahat tartışmaya başladılar, yakalarını bırakalım’ denilecek falan sanıyoruz. Ancak bunların hepsi koca birer yalan… Görüntüyü değiştirmek çözüm olmayacaktır. Artık vakit kalmadı… Neden anlamak istemiyor birileri….. Çok dikkat edilmeli, tavırlar net ve açık konulmalıdır. Zira şehitler ölüyor, vatan elden gidiyor. Bu ülke bizim…