28 Mayıs 2018 Pazartesi

Ankara Demiryolları Müzesi - Arzu KÖK


Ankara Demiryolları Müzesi

Maliye Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) ile Toplu Konut İdaresi (TOKİ) arasında yapılan protokolle Ankara Garı ve çevresindeki tüm taşınmazlar Maliye Bakanlığı`na devredildi. Protokol ile TCDD Müze ve Sanat Galerisi`nin de bulunduğu alana inşaat TOKİ tarafından yapılacak ve yapılarla birlikte alan Hacı Bayram Veli Üniversitesi`ne devredilecek. 18 Ocak tarihinde Demiryolu Koordinasyon Kurulu`nda (DKK) alınan toplantı kararında TOKİ`nin hizmet karşılığında yapması düşündüğü yapıların cami, kreş, misafirhane ve hizmet evi olduğu bildiriliyor.

Bu protokolle beraber, Ankara Misafirhanesi ile Demiryolu Müzesi ve Sanat Galerisi`nin 25 Mayıs tarihinde itibaren kapatılması kararı da alındı.

Oysa Ankara Garı ve çevresi bizim hafıza mekânlarımızdan biridir. Milli mücadele için Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde 27 Aralık 1919’da istasyondan giremedi. Ancak  Dikmen sırtlarından girebildi. Çünkü o gün istasyon, işgal güçleri tarafından işgal edilmiş ve ulaşım sağlanamıyordu.   Ankara Garı Milli Mücadelenin başarısının, Ankara’nın başken oluşunun merkezidir. Bu nedenle sonsuza kadar bir abide niteliğinde korunmalıdır. Ankara Garı ve çevresi sit alanı olarak ilan edilmeli iken modern mimarinin bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor.

Ankara Garı’nın bir bölümünün devredilmesi, müzenin kapatılması siyasal İslam’ın ideolojik bakış açısının mekâna yansımasından başka bir şey değildir.  Bugün kapatılan TCDD Müzesi moderniteye ve Cumhuriyete açılan kapıların kapatılacağının göstergesidir. Böylelikle de Türk halkının kendi tarihiyle bağlarının koparılması adına çalışılıyor. İşin ilginç tarafı seçim süreci içerisinde kapatılması ki bu toplumda oluşacak tepkilerin hızını yavaşlatacaktır düşüncesidir sanırım. Bir de 10 Ekim Katliamı’nda kaybedilenler adına yapılması planlanan “Demokrasi Anıtı” da engellenmiş olunuyor böylece.

Yazık ki demokrasiyi tramvaya benzetenlerin son durağı Ankara Garı oldu. Oysa buradan ötesi yoktur. Yangından mal kaçırmak diye buna denir yazık ki…
Sizlerle Ankara Garı ve Müzesinin önemini anlatan iki yazı paylaşacağım. Evet yazı çok uzun olacak ama bizim için önemini yeniden anımsatmak ve bu yapılanlara birlik olup izin vermemek adına mücadeleye girişmenin fitilini ateşler belki de düşüncesidir bendeki…

İlk yazı Reşat Yamaner imzasıyla 1951 yılında Demiryollar Mecmuasında yayınlanan “Demiryolu Müzesi İhya Edilmelidir” başlıklı yazı, diğeri ise Ümit Sarıaslan imzalı imzalı “Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına” isimli 2004 yılında yayınlanmış bir kitaptan aldığım Münevver Oğan tarafından müze müdürü Servet Sarıaslan ile yapılan “Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi” başlıklı eseri… Bu eserlerden küçük alıntılar da yapabilirdim ama bunların bir bütünlük içerisinde okunmasından yanayım. Umarım okursunuz…

"Demiryolu Müzesi İhya Edilmelidir"
                                                  Reşat Yamaner

Demiryolu müzesinin "geçici" kaydıyla Haydarpaşa'da ilk kuruluşu, Bayındırlık Bakanı Behiç ve Devlet Demiryolları Genel Müdürü Haşim Beyler zamanında, 1928 yılı Nisan ayındadır. Burada toplanacak olan eşya, "müze" biraz daha geliştikten sonra "yakın bir gelecekte" Ankara'ya taşınarak, "inşa edilecek mahalli mahsusa vaz ve erbabı meraka küşat" edilecekti (bu iş için yapılacak özel bir yapıda meraklılarına açılacaktı). Bu konuda teşkilata gönderilen yönergede (tamimde):

"Memleketimizde milli bir meslek halinde vücut bulan ve günden güne tevessü ve taazzuv eden (genişleyen ve kurumlaşan) demiryollarımızın kıymetli hatıralarını muhafaza ve demiryolu mensubininin (çalışanlarının) tarzı mesailerini ve memleketteki terakkiyatı (ilerlemeyi) tesbit edecek ve daima yaşatacak olan bir demiryol müzesi kurulması"nın ehemmiyetine işaret ve bütün daire ve şubelerle demiryolu memur ve müstahdemleri müzenin zenginleştirilmesi için mesaiye davet ediliyordu.

Yukarda sözü edilen teşebbüs tarihinden bugüne kadar (1951) yirmi beş yıla yakın bir zaman geçmiştir. Bundan beş-altı sene önce Haydarpaşa'daki hareket kursuna mümeyyiz (sınav görevlisi, ayırtman) olarak gönderildiğim sıralarda, kursun o zaman bulunduğu en üst katta dar bir salona üst üste yığılmış, toz toprak içinde mühmel (boşlanmış, kendi başına bırakılmış), ve perişan bir durumdaki müze eşyasını görmek fırsatını bulmuş ve bu yürekler acısı manzaradan içim sızlamıştı. Bu boynu bükük eşya arasında Türk demiryolculuk tarihinin binlerce lira pahasına da olsa bir ikincisi temin edilemeyecek değerde hatıraları vardı. Bunların ilk kuruluşundan beri düzgünce tutulmuş bir envanteri (dökümü) ve bu envantere göre müzeyi yekdiğerine (bir başkasına) devreden sorumluları var mıydı? Bugün (1951) bu demiryolu müzesi çekirdeğinden elde kalan bakaya (artık) nerelerde ve nasıl bir durumdadır? 

Bilmiyorum ve içimi bir kere daha sızlatacak bir cevap almak endişesiyle sorup öğrenmekten adetâ çekmiyorum. Bizde birçok iyi başlangıçların, hayırlı kuruluşların Batı âleminde olduğu gibi zamanla tamamlanarak gelişecek yerde, şahsa bağlı alâka ve gayretlerin günün birinde kesilivermesi yüzünden akim (sonuçsuz) veya hiç değilse mühmel (boşlanmış) ve metruk (bıra-kılmış) kaldığı az rastlanan olaylardan değildir.

Yalnız milli veya mesleki anane (görenek) ve hatıraları yaşatmakla kalmayarak nesiller boyunca gitgide fazla ilgi çekecek bir okul rolü oynayan müzelerin medeni bir süs veya toplumsal bir lüks mahiyetinde olmayıp hakiki bir lüzum ve ihtiyaca tekabül ettiği (karşılık geldiği) rahmetli [Osman] Hamdi ve Halil Edhem Beylerden beri geçen yüz yıla yakın zaman içinde memleketimizde de iyice anlaşılmış bulunmaktadır.73 Ankara ve İstanbul'da kapılarını dosta düşmana şeref ve iftiharla açtığımız çeşitli müzeler arasında, niçin birçok memleketlerde olduğu gibi bir demiryolu müzesi de yer almış bulunmasın?.. Bugünkü şartlar altında böyle bir müzenin hemen kurulup açılmasına imkân bulunamasa bile yarınkileri bu imkândan mahrum etmemek için bugünden hazırlıklarına başlamak lazımdır.

Demiryolu müzesinin ihyasını (yeniden canlandırılmasını) bundan iki üç yıl önce Devlet Demiryollarının 25. yılı dolayısıyla (1948) önerdiğim zaman, bu işe elverişli bir bina bulunmasındaki güçlükler öne sürülmüştü. Ankara'da böyle bir girişim için bina durumunun elverişsiz olduğu kabul edilmese de Sirkeci, Eskişehir ve Afyon gibi yerlerde mülga (kaldırılmış) işletmelerden kalma çeşitli binalardan bir başlangıç için yararlanılamaz mı? 

Bazı memleketlerin demiryolu müzelerinin hazırlıklarına baraka ve sundurmalar altında başlamış olduklarını biliyoruz. Esasen bu gibi müzelerin kurulmasının ilk aşaması, "toplama ve saklama"dır. Bu aşama, görece az bir harcama, fakat büyük ölçüde bilgi, heves ve çaba ister. Giderilmesi imkânsız bir kayba uğramadan toplanabilip iyi bir biçimde saklanan eşyanın sınıflandırma, düzenleme ve sergilenmesi ise yıllara bölünmesi mümkün ve daha uygun olan bir iştir.

Müze konusunda: "Şimdi çok daha önemli işlerle uğraşıyoruz; hele uygun bir zamanı, eşref saati gelsin, gereğine bakıyoruz" biçiminde düşünmek çok zararlı olabilir. Her geçen yıl ve hattâ her geçen gün ve saat bir daha maddi veya manevi hiçbir fedakârlıkla ele geçirilemeyecek bir eserin kaybedilmesine sebep olabilir. 

Lokomotifler, vagonlar sökülüp parçalanır; binalar yıkılır; hele ufak tefek eşya, yazı ve resimler, tarihi vesikalar süratle el değiştirir ve ortadan kayboluverirler! Günlük rolünü yitirmiş olan hatıralar, ancak onların memleket ölçüsündeki değerini ve uzun zaman saklama yolunu bilen kadirşinas (değerbilir) ellerde bu acıklı sondan kurtarılabilirler. Yalnız müzeye girecek eşyanın değil, bunların toplanıp değerlendirilmesinde yararlı olabilecek vukuf (donanım) ve yetkinlikteki kimselerin de yıldan yıla hizmet sahnesinden çekilmekte oldukları hesaba katılmalıdır!

Demiryolu müzesinin kurulması konusunda, işin tamamlanması şu ya da bu nedenle ertelenebilir. Fakat tarihsel bir sorumluluğu gerektiren bu işe başlamanın, daha doğrusu, başlanmış olan işi, yeniden ele alıp ihyâ etmenin (diriltmenin), düşüncemize kalırsa ne savsaklamaya ne de ertelemeye tahammülü yoktur.

(Demiryollar Mecmuası, Kasım 1951, S. 2).

Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi'nde...

Binip trene gezende/Biz seni hatırlarız !
Cahit Külebi (Atatürk Kurtuluş Savaşında)

Cumhurbaşkanı Fahri S. KORUTÜRK, 10 Kasım 1974'te Müzeyi gezmiş. Korutürk'ün bu ziyaretinde yaptığı konuşma, müze girişindeki panoda asılı:

"Bugün 10 Kasım 1974 günü. Ulu Önder Atatürk'ü Anma Haftasını açtık. Ve bütün millet Onu saygı ve minnetle andık.

Bu münasebetle 1920-1922 yılları arasında Kurtuluş Savaşı' nın ilk safhasında Büyük Önderin içinde yaşadığı bu binayı, çevresini ve Devlet Demiryolları'nın gelişimini gösteren hatıraları, Devletin siyasi ve askerî erkânı ile dolaştım.

Bana anlatılan ve her biri ayrı ayrı düşündürücü mahiyet taşıyan anılardan, geleceğe intikâl edecek ikisi üzerinde özellikle durmak isterim.

Bunlardan biri, ecdadımızın Avrupa ortalarından, Viyana kapılarından, Kurtuluş Savaşına kadar asırlarca sürüp gelen geri çekilmesinin kat'i olarak durdurulduğu, Sakarya Meydan Muharebesi planlarının bu binada hazırlanmış olmasıdır. Sakarya Meydan Muharebesinde Atatürk'ü cepheye bağlayan ve Türk'ün kaderinin elden ele geçtiği günlerin ve dakikaların en heyecanlı emirlerini, raporlarını yerlerine ulaştıran ilkel telgraf ve telefon bu binadadır.

İkincisi, Atatürk'ün Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü belgeleyen "Sevr Muahedesi'ni tanımadığını Batı'ya ilk defa kabul ettirmiş olduğu ve Batı ittifakını çökerterek Fransa'yla yaptığı antlaşmanın müzakereleri bu binada geçmiştir.

Bu bakımdan, Cumhuriyetimizin kurucusu, Ulu Önderin vatan sathının her köşesinde ve her Türk vatandaşının kalbinde ebediyyen yaşayacak olan askeri ve siyasi anılardan biri de Ankara tren istasyonunda, yeni tertiplenmiş olan bu müzede bir tarihi külliye olarak, geleceğe miras kalacaktır.

Ulaştırma Bakanı Sayın Ferda Güley ve mesai arkadaşlarının; Ankara Valisi Şerif Tüten ve çalışma arkadaşlarının bu yolda geçen mesai ve hizmetlerini takdirle kaydediyor, ilgililerden bu "bina'nm müzecilik açısından ve çevresindeki bahçenin halkın istifadesi yönünden geliştirilip yaşatılmasını tavsiyeye şayan buluyorum..."

Müze yöneticisi Servet Sarıaslan ile Görüşme:

Anadolu-Bağdat Demiryollarının "Direksiyon Binası"nda; Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk Konutu ve Demiryollar Müzesi'ndeyiz. Müze yöneticisi Servet Sarıaslan'la birlikte.
-              Sayın Sarıaslan, bize bu kutlu yeri, bu "müze"yi tanıtır mısınız?
-              İçinde bulunduğumuz yapı Almanlar tarafından trenin İstanbul'dan Bağdat'a götürülmesi amacıyla inşa edilmiş ünlü Ankara İstasyonunun eklentisi. Ankara'ya ilk trenin geldiği gün (31 Aralık 1892) o treni karşılayan bu yapı, daha önce karakol ve büro olarak kullanılmış. Atatürk'ün, Kurtuluş Savaşı'nda (1919 - 1922) burayı karargâh binası olarak seçmesinin nedeni belli! Ucunda "payitaht" var; Kurtuluş Savaşı'nın verileceği cephelere yakın! Daha güvenli. Elbette Ankaralıların Atatürk'e yakınlığı en önemlisi... Ta Erzurum, Sivas günlerinden başlayan bir yakınlık hem de...
Demiryolu yazıncılığında burası "direksiyon binası" olarak geçiyor. Bundan şöyle bir yorum çıkarılabilir: 27 Aralık 1919'dan sonra, Demiryolu'nun yönetimine özgü bu "yapı"da artık ülkenin yönetimi, "direksiyonu söz konusudur; ve o da Heyet- i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal'in elindedir. Mustafa Kemal'in 27 Aralık 1919'da geldiği Ankara'da ilk yerleştiği yer olan Ziraat Okulu'nun ardından bu yapıya, "direksiyon binası'na gelmesi olağanüstü bir "metafor'a dönüşüyor bir açıdan...
-              Böyle bir yapının, müzenin müdürü, yöneticisi olmak size neler düşündürüyor?
 -             Ben çok mutluyum bu müzede görev yapmaktan, bu tarihsel konağı-konalgayı yönetmekten... Daha doğrusu bu "emanet"e hizmetten... Burayı koruyan, kollayan insanlarla her gün yeni bir şey öğrenerek yarınlara uzanmak beni çok mutlu ediyor. Elbetteki her işin başı Atatürk'e layık olmak...
-              Kaç yıldır buradasınız? Çalışmalarınızı nasıl yürüttünüz?
-              1990'dan beri bu müzeyle ilgileniyorum. Ben Müze'de sergilenen pek çok tarihsel eşya ve belgeyi burada "saklı" buldum.
-              Nasıl?
-              Yeri gelmişken söyleyeyim. Bir "insan'a selam vermeliyim burada. Değerli arkadaşım Seyit Seçkin müzemizi gözü gibi korumuş. Ona bir kez daha ülkem adına, tarih adına teşekkür etmek isterim. O eski bir demiryolcu. Bir iş kazası nedeniyle kolunu kaybetmiş ve gördüğünüz herşeyi -hiçbir kaydı, dökümü (envanteri) olmaksızın- iğneden ipliğe korumuş, kollamış. Vitrinlerin kilit sistemine güvenemediği için malzemeleri çekmecesinde koruyordu ben geldiğimde. Gözünün kesmediği, aklının yatmadığı insanları da içeri almıyordu!..
 -             Seyit Seçkin'den önce burada kim varmış?
-              Seyit Seçkin'den önce Atatürk'ün emir çavuşu Ali Metin buradaki tarihî gereci, anı eşyayı korumuş. On bir yıldan beri Seyit Seçkin'le çalışıyorum.
 -             Buradaki gerecin iyi korunduğu, bakımının iyi yapıldığı ilk bakışta görülüyor. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
-              Kendimiz ve bir-iki çalışanımızla. Diyeceksiniz ki müzedeki gereç eski olur; eski olur ama eskinin de her dem "yeni" tutulması gibi bir sorumluluğu var müzecilerin, vardır. Şimdilik Faruk Bekçi bakıyor, sahip oluyor. Dilerim ki bu destek ve ilgisini başladığı gibi götürür... Sonra nöbeti devralacaklar elbet, sürdürsünler umarım bu güzel işi...
-               Karşılaştığınız güçlükler?...
-              "Mevzuat"la ilgili sorunlarımız var. Örneğin kapı kolu kırılsa yazışma olmadan yaptırabilmeniz olanaksız. Acil durumlarda cebinizden harcamak zorundasınız. Faruk Bey, bizi son bir yıldır bu yükten kurtardı. Onarım çantası yanında geziyor.
-             Bu yapı ne zaman müze olarak açılmış?
-              Bu yapının müze olarak açılmasına 1964 yılında karar verilmiş. Enver Paşa'nın çavuşu olan Ali Metin'i, Atatürk Doğu'da bir görev sırasında görür, emrine alır. "Emir çavuşu" yapar. Ali Metin de demiryolu kadrosuna geçirilir. Buradan emekli bir adamcağızdır. Uzun yıllar bu müzeyi gözü gibi korumuş. Öyle ki Atatürk'ün anılarını kimseyle paylaşmak bile istemezmiş.
-              Sizin buraya geliş öykünüz?...
-              Dedem Hicaz Demiryolu makinistiydi. Babam demiryollarına kırk yıl hizmet etmiş bir insan. Ben Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü mezunuyum. Gazi Eğitim Enstitüsü öğretmenliğinden işsiz kaldığım (!) bir dönemde demiryollarına geçtim.
-              Kaç müzeniz var? Bu müzelerin yönetimi nasıl sağlanıyor?
-              Bizim bu müze dışında iki müzemiz daha var. Yani toplam üç müzeye sahibiz. Burası Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı boyunca bütün anılarının saklı olduğu Kurtuluş Savaşında Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi. Diğeri Ankara Garının sağ yanındaki, 1924 tarihli Demiryolu Müzesi: Alt katı Sanat Galerisi. Üçüncüsü, Celâl Bayar Bulvarı üzerindeki Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi. Bu müzelerin kurulup, kurumlaşmasından, tanınmasına değin çok yoğun emeğimiz var.
-              Üst katta neler var? Merdivenleri çıkalım mı? Duvarlar, odalar, resimler, dilsiz dilleriyle eşya bizi kuşatmış durumda... Farklı, özel bir iklimi yaşıyoruz.
-              Şu anda Atatürk'ün kullandığı binanın üst katındayız. Girişteki oda konuk kabul salonu. Daha çok yaverinin konukları karşıladığı, onlarla ilgilendiği bir salon. Gördüğünüz mobilyalar o günlerden kalma. Kurtuluş Savaşı koşullarında dönemin Ankara Valisi Yahya Galip (Kargı) çeşitli kamu kurumlarından bu mobilyaları toplamış. Hiçbiri ötekinin benzeri değildir.

-              Mobilyaların yüzleri eskimiş, yıpranmış. Bu mobilyaların yüzlerinin değiştirilmesini önerenler oluyor mu?
-              Elbette bunları değiştirmemizi isteyenler oluyor. Dahası, Atatürk Konutuna eskimiş mobilya yakışır mı diyenler oluyor. Atatürk bu koşullarda kurmuş ülkeyi. Bu ülke ne koşullarda kurulmuş, insanlar gelip görsünler.

Bu bina gereğince tanınmıyor, tanıtılamıyor!.. Ama Kurtuluş Savaşı öncesi ve "savaş" sırasında bu yapıda alınan kararları bir bilseler... Örneğin Fransızlarla Ankara Anlaşması burada, bu yapıda imzalanmış. Ardından 23 Nisan'ın Çocuk Bayramı olması bu binada kararlaştırılmış. Genç cumhuriyeti zaafa uğratmak için dış destekle körüklenen iç isyanlar bu binadan planlanarak bastırılmış. Ankara'ya geldiği gün konuk olduğu Ziraat Mektebi'nden hemen sonra bu yapıyı konak tutar biliyorsunuz Mustafa Kemal... İnönü Savaşı'na "malzeme sevkiyatı" yapılırken Atatürk'ün pencereden baktığını, taşıma işini yönlendirdiğini biliyoruz.

1937'de yeni Ankara Garının açılışından sonra, 1940'da insanlar ıslanmasın diye markiz (tente, yağmur kar önleyici) yapılmış. Büyük kurtarıcı çalışma odasından baktığında Ankara'yı, Çankaya'yı görürmüş. Şimdi sadece markizin demirleri görülüyor. Odasında mobilyalar dışında çok az kişinin bildiği ünlü bir mozaik tablo var. Renkli taşlarla yapılmış. Hollandalı ressam Mettlach'a ait. Ondan esinlenerek pek çok yerli ve yabancı ressam "Atatürk Kurtuluş Savaşında" konusunu işlemiş.
Duvarlardaki fotoğrafların pek çoğu Anıtkabir koleksiyonundan alınmıştır. Genelde Atatürk'ü Ankara'da, bulunduğumuz bina ve istasyonun önünde, sefer sırasında, cephelerden ve devrimleri halka anlatma gezilerinden Ankara'ya dönüşü sırasında yansıtan fotoğraflar...
-              Şimdi yöneldiğimiz oda Atatürk'ün çalışma odası mı?
-              Evet, şimdi Atatürk'ün çalışma odasındayız. Bütün mobilyalar, az öncekiler gibi son derece yalın gösterişsiz... Atatürk biraz sonra gelecekmişcesine onu bekleyen döner iskemlesi, elini atıp notlarını alacağı kalemi, kalemliği... Duvarlarda yine kurtarıcımızın çok az bilinen fotoğrafları... Binanın içerisinde müze oluşundan bu yana hiçbir değişiklik yapılmadı. Daha önceki aydınlatma aracı gaz lambasıydı. Sadece o, bir elektrik düzeneğine kavuşturuldu. Aynen gaz lambası biçimini koruyoruz.

Radyosu... Şimdi çok az eşyası elimizde bulunan "beyaz tren"den kalma tek parça, bu radyo!.. Altındaki komodin de büyük olasılıkla Osmanlı'dan kalma. İçinde çok önemli şeyler tutmuş olabilir. Falih Rıfkı'nın Çankaya' sında sözünü ettiği tamtakır "kasa" da burada. Dıştan baktığınızda ahşap bir dolap; ama açtığınız zaman para kasası olduğu görülüyor. Üzerinde "Milners Patent Resistant" yazıyor. Yangına ve hırsızlığa karşı korumalı kasa. Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Her girdiğimiz o- dada Atatürk'ün demiryollarına ilişkin çok özlü sözleri asılı. Özellikle astık. İşte o sözlerden biri: "Demiryolu, memleketin toptan, tüfekten daha mühim bir emniyet silahıdır (1931)." Günümüzde hiç de öyle değil!... Varsa yoksa karayolu...
-              Çalışma odasından bir başka odaya kapı açılıyor...
-              Burası Fikriye Hanım 'ın odası. Binanın özgün kullanımında bu kapı kapalı tutulmuş. Ziyaret kolaylığı olsun diye kapıyı biz açtırdık. Uzaktan üvey amcasının kızı olan Fikriye Hanım'ın Atatürk'e yardımcı olduğunu; kimi kaynaktan gönüllerinin birbirine düştüğünü biliyoruz... Ne ilginçtir ki en eski sandalyeler de bu odada... Nereden baksanız hüzünle sarmalanmış anılar, hüzünle kuşatılı eşya...
-              Bu kısa ve dar koridor bizi nereye götürecek?
-              Fikriye Hanım'ın odasından çıktıktan sonra bu kısa ve dar koridoru geçiyoruz. Atatürk'ün yatak odasına ulaşıyoruz. Büyük kurtarıcının pirinç başlıklı demir karyolası. Üzerindeki örtü, yüzyılın başını yaşamış Ayvalıklı bir aileden. Ali Çetinkaya'nın da memleketi olan Ayvalık'tan Atatürk'e armağan, el dokuması ipek bir yatak örtüsü. Ayak ucunda Osmanlı döneminden kalma, camlı, üzerinde Abdülhamit'in tuğrası bulunan görkemli bir dolap var. Raflarında Atatürk'ün kullandığı peşkir, bornoz, terlikler ve kahve takımlarını sergiliyoruz. Biz bu eşyanın çoğuna müzeyi ziyarete gelen insanların dokunmasına izin veririz. Bir an da olsa, insanların O'nu yaşamak, O'nun kullandığı eşyaya yakın olmak isteyeceklerini düşünürüz.
Atatürk büyük; Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş asker, uzakgörülü, uzgörülü eşsiz bir devlet adamı, devrimci... Bütün bunların yanı sıra, "insan" Atatürk... İnsan Atatürk'ün kullandığı eşya merak edilmez mi? Batılı bir insan ama Anadolu kültürüyle öyle bir özdeşleşmiş ki şu peşkirle, şu havluyla kurulanmış... bornozu işte burada... Karşıda ünlü taş aynası. Onun önünde traş olmuş, saçını taramış. Duvarlarda asılı fotoğraflarda ise O'nu genellikle kızkardeşi ve Prof. Afet İnanla trenin önünde görüyoruz. Ne Atatürk'ü trensiz, ne treni Atatürk'süz düşünmek olası...
Yatak odasının karşısında özgün olmayan -Atatürk'ün çizimi deniliyor ama; kesin değil- demiryolu atelyesince canlandırılmış teneke bir küvet. İlkel bir banyo düzeneği. 1919-22'li yılların Ankara'sı ve Mustafa Kemal'in konutu, banyosu...
-Müzenin üst katını gezdik. Şimdi...
- İki kattan oluşan müzemizin önce Atatürk'le ilgili bölümünü gezdik. Şimdi alt kattayız. Bina 1890-92 arasında yapılır; biliyorsunuz, 31 Aralık 1892'de Ankara'ya ilk tren gelir... Binamızın birbirine açılan odalardan oluşması, burada istasyon benzeri hizmetlerin verildiği izlenimini güçlendiriyor. Binanın altında sığmak işlevli bir bodrumumuz var.

Müze girişinde, ortada bir "turnike" görüyoruz. Bu "turnike'yi size anlatmadan önce, şöyle bir geçmişe bakalım istiyorum:

Demiryollarının 1921-1926 yıllarında ilk genel müdürlüğünü yapan Behiç Erkin'i analım bir. Atatürk'e ne kadar borçluysak, Behiç Bey'e de bir o kadar borçluyuz. Yaptıkları, bıraktıklarıyla öncü bir kişilik. Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün kurmay subayı. Görünmez karelerde görünmez izleri olan bir kişi Behiç Erkin. 1928 yılında demiryolu "teşkilatı"na bir "tamim" yayımlar (10 nolu tamim). Der ki "Herkes elinde bulunan tarihi eserleri müzelere getirsin; ki gelecek kuşaklar da yararlansın!" İlk yaptığı iş de Osmanlı kökenli, büyük olasılıkla şadırvan olarak kullanılan bu pirinç "turnike'yi Haydarpaşa İstasyonunda bir odada oluşturduğu "müze'ye koymak olur. Böylece Behiç Erkin bir "ilk"i de gerçekleştirir bu emirle. Demiryollarında ilk kamu müzesi/ilk özel müze TCDD bünyesinde böylelikle filizlenip, boy atar. Diğer kamu/özel müzelere "örnek" oluşturur.

Biz şimdi o şadırvanın karşısındayız. Çok önceki dönemlerden, arkası camlı, siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan "müze içinde müze"! Bütün güzergâhın -tren yolu, gar, fabrika ve atölyelerin- çok şirin görüntüleri var. Şu an, tam da bizim karşımıza gelen karede gördüğünüz yapı, eski Ankara Garı. Atatürk'ün burada fotoğrafları var. Üzerinde "Çok Yaşa Gazi Paşa" yazan ve yanıp sönen küçük lambalardan oluşan bir buharlının bulunduğu fotoğraflar en azından bir dönem burada o yapının soluk alıp verdiğini türkülüyor. Yeni Ankara Garı yapılırken bu ilk bina; eski Ankara İstasyonu yıkılmış. Mimar Şekip Akalın'ın 1937 de yaptığı Ankara Garı'nın açılışını Ulus gazetesi şu başlıkla verir: "Güzel başşehrin güzel başkapısı".

"Turnike"den sonra ilk odada genelde demiryollarının Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadar uzanan çok önemli belge ve bilgilerini görüyoruz. Bunlar değişik işlevli bölmelerin içine yerleştirilmiş durumda. Cumhuriyet'in çok önemli bir geleneği var; Her hat açıldığında o açılışa katılanlara günün anlamını belirten bir şilt veriliyor. Örneğin Erzurum-Sivas demiryolu: Doğu'ya açılan, Atatürk ve İnönü'nün en büyük özlemi olan bu hattın açılışında verilen şu şilt. Atatürk ve İnönü'nün yan yana portreleri, üzerinde "TCDD Erzurum Hattı'nın Açılış Hatırası" yazılı... Erzurum istasyonu açılırken içine makas konan gümüş tepsi... Diğerleri...

Hangi istasyon, hangi hat açılmışsa, üzerine yazılmış. * Örneğin "Kayseri, Ankara Hattı." Kayseri, genç Cumhuriyet'in Doğu Anadolu'ya uzanan ilk hattı... Sonra işte bir vagon anahtarı, bir hat anahtarı... Bunlar hep saklanmış. Sözleşmeler yapılmış; o sözleşmelerin imzasında kullanılan dolmakalemler, kurdele kesilen makaslar saklanmış...
-              Bu büyük vitrinde neler var ?
-              Burada Fransız "VVagons Lits" İşletmesi'nden kalma, Orient Expres ve diğer Avrupa hatlarında kullanılmış gümüş yemek takımları var. Üçüncü kuşak demiryolcu olduğum için çok iyi hatırlıyorum, yemekli vagonlarda, beyaz kolalı örtülerle kap-lanmış masalara bu gümüş takımlarla servis yapılırdı. Bu gereç kullanımdan kalktı. Halklaşan ve halksallaşan bir yöne ağınca çizgi elbet bu doğal.
-              İkinci odaya yöneldik, burada neler göreceğiz?
-              Bu odada daha çok Osmanlı döneminde Anadolu- Bağdat Demiryolu İşletmesi'nden kalma yazışmalara ilişkin mü-hürler, damgalar, hatlarda çalışan işçilerin yaka kokartları var... Çünkü o hatta hangi işçinin çalıştığını bilmek durumundalar. İlk başta, Cumhuriyet, demiryolunu devraldığında çalışan işçilerin tamamı yabancı... Yönetenler de öyle... Sonra onlar bizim insanımızla değiştirilmeye başlanıyor. Yöneticilerin Türk vatandaşı olması vb. konularda pek çok "tamim" bulunuyor. Türkler demir-yoluna "yabancı"; demiryolunda çalışmayı "bilmiyor", o zaman "kefere" diye nitelenen Ermeni ve Rum ustalar binaların yapımında çalıştırılıyor.

Cumhuriyet kadrolarıyla birlikte durum değişiyor. Cumhuriyet döneminde Türk çocukları Avrupa'ya bursla gönderilmiş. Genel müdürlerimizin pek çoğu Alman Teknik Üniversitesi mezunu...

Orada eğitilenler gelip atelye müdürlüğü yapmış. Sonra genel müdürlüğe yükselmişler. İşçiler de aynı şekilde, önce denenip sonra işe alınmışlar. Cumhuriyet demiryolculuğunun temeli böyle atılmış.
-              Buharlı lokomotif maketi ne kadar etkileyici...
-              Evet, müzeyi dolaşmaya başladığımızdan beri adım sürekli andığımız Behiç Erkin'in müzemize armağan ettiği buharlı lokomotif maketinin önündeyiz. Behiç Erkin'e bu maketi Almanlar armağan etmiş (1924); "bire elli" boyutunda, özgün bir buharlı maketi... Kurucu Genel Müdür'den Müze'ye güzel ve anlamlı armağan.
-              Ya portreler...
-              Evet, bu salonun duvarlarında demiryollarına hizmeti geçen, Atatürk'ün sağ kolu olmuş insanların fotoğraflarını sergiliyoruz. Bunlar sırasıyla Zekai Apaydın (Bayındırlık Bakanı), Ali Çetinkaya (İlk Ulaştırma Bakanı), Behiç Erkin (TCDD İlk Genel Müdürü), İskender Tevfik Sayıner (Şimendifer Mektebinin kurucusu), Cevdet Kerim İncedayı (İkinci Ulaştırma Bakanı)... Bu insanlar demiryollarının kurulma ve kurumlaştırılması savaşında kilit insanlar, anıt insanlar...
-              Panolarda çeşitli yazılar yer alıyor...
-              Bunlar da müzeyi gezenlere yönelik bilgiler. Yüz elli yıl öncesinden günümüze demiryollarının öyküsünü anlatıyorlar...
-              Bu salonumuz ötekilerden farklı...
-              Burada sergilenen eşyanın tamamı Osmanlı dönemine ait. Sultan Abdülaziz'in özel vagonunun bir maketi. Eskişehir'de demiryolu işçileri tarafından yapılmış. Bu maket nakış ve iç tasarımıyla çok ilgi çekiyor. Eskişehir Cer Atelyesi'nde 1937'de yapılmış. Babam, bu maketi yapan Mithat Bey'i izlemeye gidermiş öğle yemeklerinde. Eskişehir Cer Atelyesi'nde çalışırken. Demiryolları çok büyük değerler yetiştirmiş bir kurum. Burada gördüğünüz dikdörtgen, sedef kakmalı masa ile yanındaki iki rokoko koltuk Sultan Abdülaziz'in "özel" ve özgün vagonunda kullandığı çalışma masası: üzerinde "Mamule-i Osmanîye" (Osmanlı yapımı) yazılı...
-              Bu büyük terazi ne işe yarıyor?
-              Bu bir metre yüksekliğinde, iki kefesi olan "vezin" denilen bir terazi... Trenlerde taşman külçe altınların "sağlıkları'nın kontrol edildiği bir terazi. Yani altın hileli mi değil mi diye bununla denetleniyor. Her tarafında mühür var. Altının trenle taşındığı bir dönemden bugünlere...
-              Peki bu kafesli vagon maketi nedir?
-              Biliyorsunuz İzmir-Aydın Hattını İngilizler yaptı: 1856. Anadolu içlerine döşenen ilk hattır bu. "imtiyaz demiryolculuğu" ile yaptırılmıştır. Babasının hayrına yapacak değil ya; Ege'nin incirini, tütününü kolayca limana -İzmir'e- taşımak için!.. Anadolu'ya bir "geçiş" kapısı aralamak için! Neyse, uzun ve acıklı bir öyküdür bu, oraya girmeyelim. Bilen biliyor zaten...
Sorunuza döneyim: Kafesli oluşu dikkatinizi çekti değil mi? İşte İzmir-Aydın hattında incir taşıyan kadın işçilerin bindiği bir vagon bu. O yüzden kafesli. Müzemizi gezen öğrencilere "Atatürk devrim ve ilkeleri'ne sahip çıkmazsanız bineceğiniz tren budur diyorum. Hem incir havalansın, bozulmasın hem de kadını kimse görmesin!.. İncir havalı, kadın kapalı kalsın…
-              Son salonda bizi çok ilginç bir resimler dizisi karşılıyor. Bize bu resimlerin öyküsünü anlatır mısınız?
-              Bu salonda yaklaşık on yıldır üzerinde titizlikle durduğumuz, öyküsünü sürekli araştırdığımız sekiz tane özgün iki kırka kırk beş santimetre boyutunda yağlıboya tablomuz var.77 1980 yılma kadar girişte, tavana yakın yerlerde sergilenmiş. "Saklanmış" demek daha doğru olur belki! Sonra Kültür Ba- kanlığı müzeyi restore ettiğinde bu resimlerin "atılabileceği" (!) söylenmiş birilerince. Çok büyük şans ki Seyit Seçkin, bunları çöpe değil, depoya "atmış"!.. Ankara Garının giriş salonu için her iki yan gişe üstlerini bezemek üzere 1937'de bir "resim yarışması" açılmış. Yarışmanın konusu: "Dünkü ve bugünkü Türkiye'yi anlatmak üzere inkılâb kompozisyonları." Yarışmaya yerli ve yabancı yirmi beş sanatçı katılmış.

                Bunlardan sekiz tanesi şu anda burada, bizim korumamız altında. Birinci ödülün sahibi, Nurettin Ergiiven; ikinci, Ulus'taki Ulusal Egemenlik Anıtının yapımcısı Avusturyalı ünlü heykeltraş Krippel. Sonradan eserine "kayıp" denmiş, özgün ürünün nerede olduğunu bilmiyoruz. Mansiyonları alan sanatçılar ise İstanbul'da açılan ilk resim heykel müzesi Müdürü Halil Dikmen ve Refik Epikman... Bir de sanatçısını bulamadığımız, bilemediğimiz bir resim... İkili panolarda üstte Kurtuluş Savaşı, altta Atatürk'ün devrimleri anlatılıyor. Her karede sanayileşmenin, kalkınmanın, uygarlaşmanın, çağdaşlaşmanın Öyküsü. Ve tren ... Cumhuriyet resminin en güzel örnekleri... Bu bölümün ve bu bölümde yer alan resimlerin ayrıntılı öyküsünü bir kitapçıkta yayımladım. (Ankara Garı Resitn Yarışması 1937 (1999); ayrıca, Kaya Özsezgin, Eski Bir Yarışmanın Gün Işığına Çıkan Belgeleri, Milliyet Sanat Dergisi, S. 468, 15 Kasım 1999; A. Kadir Paksoy, Ankara Garı Resimleri, Cumhuriyet, 3 Kasım 1999).
-              Burada sergilenen kazma ve kürek dikkati çekiyor...
-              Bu kazma ve küreğe Atatürk'ün elleri değmiş. Atatürk Samsun-Çarşamba demiryolunun temel atma töreninde bu kazma ve küreği kullanmış. Gördüğünüz fotoğraf bu anı saptıyor.
-              Ya telgraf... telgraflar...
-              Evet, burada Manastırlı Hamdi'yi de anmadan geçemeyeceğim. Kurtuluş Savaşı'nın yiğit telgrafçısının kullandığı telgraf makineleri. Bu yapıda da "karargâh telgrafçılığı" vardır biliyorsunuz Manastırlı Hamdi'nin. Biz Atatürk, Manastırlı Hamdi, Ali Çetinkaya ve Behiç Erkinlerden aldığımız güçle bu kalıtı, cumhuriyet kalıtını korumaya çalışıyoruz…
-              Peki efendim, gözünüz gibi titrediğiniz bu müzeden siz emekli olunca ne olacak? Sizden sonra?...
-             Kurum kültürü, kurumlaşma bilinci gelişmemiş toplumların trajik sorusunu getirip dayadınız burnuma! Ne deyim?.. Yaklaşık on yılı aşkın bir süredir yanıma birinin verilmesini ve onu yetiştirmeyi çok istedim. Benim için de büyük soru işareti bu... İçimdeki umudu diri tutmak istiyorum. Cumhuriyet demiryolcuları kendi geçmişlerine sahip çıkacaklardır. Ulamak istiyorum...

-              Atatürk Konutu'nun dışına çıktık... Atatürk'ün yurt gezilerinde kullandığı vagonun önündeyiz...
-              Şimdi de Atatürk Konutu'nun hemen yanı başında sergilenen, Ata'nın yurt gezilerinde kullandığı vagonu gezeceğiz. Almanya'da üretilen bu vagon, 1935'te Atatürk'e armağan edilmiş. Son derece alçakgönüllü döşenmiş bir vagon. Gezen insanlar eleştiriyorlar "lüks" diye! Öteki vagonlardan tek farkı, her odanın kaplamasının ayrı ağaçtan olması.

Vagonun arka kapısından içeriye giriyoruz. Güvenlik açısından tek girişimiz var. Upuzun dar bir koridora açılan odalar. Şurada küçük bir mutfak. Çünkü katara bağlı, ayrıca bir yemekli vagon da var. Girişte "vestibül" denilen bir düzenek bulunuyor. Hangi odanın gereksinimi varsa bu düzeneğin üzerinde ışık yanıyor, ona göre hizmet götürülüyor. Şurada yaver ya da korumanın kullandığı tuvalet var. Her şey özgün. İlk odada karşılıklı iki koltuk yer alıyor, bunlar açıldığı zaman "kuşetli yatak" olabiliyor. Korumalar şurada otururmuş. Şurası bayan kompartımanı, tümüyle gül ağacı. Bu odada küçük mekânların nasıl güzel değerlendirilebileceğini görüyorsunuz:

Açılınca yatak olabilen bir koltuk. Masası dikdörtgen ve ayaklı, kapağı kaldırdığınızda içinde ayna ve süs eşyasının konulabileceği genişçe bir çekmece. Üzerindeki Örtüler keten ve özgün işlemeli. Küçük bir gardrop, askılar... Buradan ara kapıyla ortak kullanılan bir banyoya geçiyoruz. Banyoda büyük bir gömme küvet var. Küvet musluklarının hepsi porselen. Üzerlerinde vagonun üretildiği dilde, Almanca açma-kapama yönergeleri yazılı.

Benim en çok ilgimi çeken özellik, lavabonun üzerindeki baş yıkama duşu. Bu yüzyılda bile bu sıkıntıyı çekiyoruz. Tuvaletin düzeneği çok ilginç, kapağa hiç elinizi değdirmiyorsunuz, üstteki metal kolla kapağın açılıp kapanması sağlanmış. Ortak banyonun ucundaki kapıdan geçerek Atatürk'ün yatak odasına ulaşıyoruz.

İki kişilik bir yatak, kapatılınca koltuk olabiliyor. Baş ucunda okuma lâmbası, etajeri, sehpası, sandalye ve koltuklarından oluşan bir yatak düzeneği. Bu odanın kaplaması da ayrı bir ağaçtan.

Sonraki bölme büyük bir salon. Ortada son derece ağır ve trenin hareketinden asla etkilenmeyen bir demir-döküm masa. Masanın dört tarafında koltuklar. Atatürk'ün seyahat sırasında bütün çalışmalarını bu masada hazırladığını biliyoruz. Karşıda bir müzik seti. Üzerindeki fotoğrafta bir yanında Afet inan bir yanında ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile. Vagondaki halleriyle bize bakıyorlar. Bu büyük ve heybetli koltuk da Atatürk'e ait, kenarında koltuğun sapından çıkan bir kül tablası var.
Sonraki cumhurbaşkanları da Atatürk'ün vagonunu kul-lanmışlar. 1964'te müzemiz kurulunca, bu vagon buraya getirilip halkın ziyaretine açılmış. Müzik setinin en üstünde bir pikap var. Atatürk'ün dinlediği taş plaklardan 77 tanesini de burada: Klâsik Batı müziğinden Türk sanat müziğine (Sahibinin Sesi / Odeon Plâk...) Münir Nurettin'den Hüzzam şarkı, "Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır" vd....
Burayı bölen ses geçirmez bir kapıdan "dinlenme odası"na geçiyoruz. Burası dar bir bölme, çıkış kapısı var ama biz kapalı tutuyoruz. Burada iki tane Panama hasırı koltuk. Onların eşleri şu anda Florya köşkünde. El oyması bir satranç takımı, bir tavla... Satranç masasını da Atatürk'ün manevi kızı Ülkü'nün babası yapmış; aynı zamanda marangoz ve Gazi İstasyonu gar şefiymiş. Abanoz ağacından, el oyması, sedef kakmalı, üzerine sayı boncuklan monte edilmiş bir tavla..

Atatürk Konutundan çıkıyoruz. TCDD Müzesi ve Sanat Galerisi'ne gidiyoruz. Karşımızda yer alan bina, bir zaman Millî Eğitim Bakanlığı olarak da işlev taşımış. Demiryolu Meslek Lisesi'ne yurtluk etmiş. "Lise"nin açılışını unutulmaz Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel yapmış. Şimdi TCDD İkinci Bölge Müdürlüğü yapısı. Mimar Kemalettin in yapıtı. İç Anadolu trenlerinin bağlı olduğu merkez işletme binası.
Şimdi demiryollarının ikinci müzesindeyiz. Burası sergilenen eserler açısından daha çok Cumhuriyet Dönemi ağırlıklı. 1924'te Ankara Oteli olarak inşa edilmiş. Giriş sanat galerisi, üst kat ise müze olarak düzenlenmiştir. Müze, bir sofaya açılan farklı büyüklükte odalardan oluşuyor.

Bir süre DDY yüksek öğrenim öğrenci yurdu olarak kullanılmış. Sonra eğitim dairesi olmuş, ondan sonra da müze.

1990'da açıldı. Burada emeğim çok. Hemen hemen Türkiye'nin bütün demiryolu bölgelerinden malzemeleri tek tek topladık. Sergilemede temel yaklaşımımız hep "dünden bugüne" oldu. Her odada ayrı bir "bölüm" sergileniyor; çünkü demiryolları, hareket, cer, yol ve inşaat gibi bölümlerden oluşur. Benim de topladığım malzemeler bu bağlamda sıralanmıştır.

Burada demiryollarının tarihi gelişimi, buharlı trenlerin iç organları, teknik parçaları "dünden bugüne" uzanan bir çizgide yer alıyor.
-              Ya bu resimler?...
-              Bütün odaları kucaklayan bu büyük salonda gördüğünüz resimlerin hepsi özgün. Ünlü Türk ressamlarının yapıtları. Ayetullah Sümer'in "İnönü'nün Sivas Konuşması, 30 Ağustos 1930". Ulaştırma Bakanlığı'nda aynı ressamın, aynı konulu bir de freski var. Ötekiler de demiryollarında hizmet vermiş ünlü ressamlar... Sami Lim, Vedat Erbil...
-             Bu köşe için ne söyleyeceksiniz ?
-              Burası Atatürk Köşesi. Bu iki sandalye Atatürk'ün özel vagonunda kullanılmış. Ortadaki dekoratif sehpa da Osmanlı'dan, abanoz ağacı üzerine gümüş savatlı... Üzerinde bir bronz saat... Bunlar çeşitli tren biletleri... Delgi makasıyla delinen karton biletler. Anadolu'nun çeşitli hatlarının açılışında kullanılan madalyonların verildiği tarih ve belgeler. Bu da Fransızca- Osmanlıca basılmış bir resmî gazete. İçerisinde her türlü duyuru, ilan, malzeme alımı, dökümleri vb. yer alıyor.
-              Burası ?..
-              Burası haberleşme odamız, başlangıçtan bir önceki Örneğe kadar telefonların gelişimi öyküleniyor; tekli, santralli... Sonra hesap makineleri, daktilolar... Hep "dünden bugüne" gelen örneklerle anlatılıyor. Benim amacım, burada çocukların oynaya-bileceği bir "oyuncak müzesi" kurmaktı. Onu gerçekleştiremedik, ama bu odada her şeye dokunmak serbest!..
-              En son odanıza geldik...
-              Burası, konuk odası. Müzede yorulanlar bu odada, tarihsel atmosfer içinde dinlenebilirler. Duvardaki haritalarda cumhuriyet öncesi ve sonrası hatların çizimleri yer alıyor. Demiryollarına çok emeği geçmiş iki insanın, İnönü ve Ali Çetinkaya'nın büstleri. İnönü'nün büstü, Sıhhıye'deki Hitit Anı- tı'nın yapımcısı ünlü heykeltraşımız Nusret Suman’ın...

-        -                        Müzeniz hangi günlerde açık?
-              Müzemiz Pazar dışında hergün açık. Giriş katı sanat galerisi... On beş günde bir düzenli sergilerimiz oluyor... Resim, heykel, el sanatları... Yerli, yabancı...

-              Sayın Servet Sarıaslan, bu güzel ve yararlı söyleşi için çok teşekkür ederim.

(Söyleşi: Münevver Oğan)


"Müze Hakkında 10 Nolu Tamim"

Söyleşi'nin girişinde sözünü ettiğimiz Behiç Erkin'in "10 No'lu Tamim"ini (genelgesini) buraya alıyoruz.

"Memleketimizde milli bir meslek halinde vücut bulan ve günden güne tevessü ve taazzuv eden (genişleyen ve biçimlenen) demiryollarımızın kıymetli hatıralarını muhafaza, demiryol mensubinin (demiryolu ilgililerinin) tarzı mesailerini (çalışma biçimlerini) ve memleketteki bu terakkiyatı (ilerlemeyi) tesbit edecek ve daima yaşatacak olan bir Demiryol Müzesi'nin tesisi uzun zaman düşünülmüş ve ancak bugün bunun teminine ibtidar olunabilmiştir (süratle başlanılabilmiştir).
Müze için, demiryol tesisat ve malzemesi yapımı ile meşgul olan Avrupa'daki fabrikalardan bazı hediyeler geldiği gibi daha bazı hedayanın (hediyelerin) vüruduna intizar (gelmesi beklenmektedir) edilmektedir. Gerek bu hediyeler ve gerek öteden beri tarafımızdan cem edilmiş (toplanmış) olan bazı eşya, Müze mahalli aslisi (kesin müze yeri) bilahara (sonra) bildirilmek üzere, şimdilik Haydarpaşa'daki mağaza binasında tahsis edilen odalar ile mektep binasının (Haydarpaşa'daki hareket kursu'nun) yanındaki emniyet tesisatı pavyonunda cem ve tanzim edilecektir (toplanarak düzenlenecektir). Müzeye ait iş ve tertibat ile şimdilik doğrudan doğruya meşgul olmak üzere, İstatistik Şubesi Müdürü memur edilmiştir.

Bilumum dair ve şuabat (daire ve şubeleri) ile demiryol memurin ve müstahdemin (memur ve görevlilerinin) Müzenin zenginleştirilmesi (için) sarfı mesai etmeleri (çaba harcamaları) ve kıymetli tarihiye ve ilmiyeyi haiz (taşıyan) asar (eserler), Resail (mektuplar, dergiler), eşkal (kopya, suret), resim ve nümuneleri (örnekleri) Müze'ye vaz'edilmek (konulmak) üzere İstatistik Şubesi'ne göndermeleri ve mevadı atiyyenin (armağan edilen maddelerin) alakadarınca tatbiki (ilgilisince uygulanması)... olunur.

1-            İnşaat müdüriyetleri, inşaatı itmam edilen (tamamlanan) dair resmi küşad ve suver saire münasebetile (dairelerin resmi açılışları ve yapılan yazışmalar dolayısıyla) çıkarılan resim ve kullanılan edevatı (araç-gereçi) ve hat malzemesine dair elde mevcut veyahut atiyen (sonradan) tedarik edilmesi (sağlanması) melhuz (olası) hatıra kabilinden (anısal değeri olan) olan parçaları göndereceklerdir.
2-            Cer ve Atelyeler Dairesi, atelyelerde çıraklarımız tarafından yapılmış bulunan el işlerini camekanlar dahiline vaz ettikten (koyduktan) sonra Müzeye vaz'edilmek (konulmak) üzere İstatistik Şubesi'ne irsal edecektir (ulaştıracaktır).


Arzu KÖK


17 Mayıs 2018 Perşembe

Gençlerden Mesaj!... - Arzu KÖK

Gençlerden Mesaj!...

Bizler bu ülkede doğmuş, bu ülkenin okullarında okumuş, 16-30 yıldır bu topraklarda yaşayan, şiddetle hiçbir alakası olmayan, genç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak  ülkenin son durumundan fena halde rahatsızız. 

  'Gençler geleceğimiz' edebiyatının dibine vurulmuştur. Bu nedenle de geleceği belirsiz gençlerin yaşadığı bu topraklarda rahatsızlığımızı devletin pek de takmayacağını öğrenmiş olacak kadar da yetişkiniz.

 Yine de cumhuriyetin gençlere emanet edildiğinin en çok söylendiği 19 Mayıs günü, bu emanetin üzerimize yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmek adına; sorunun bu hale gelmesinde sorumluluğu en az olan, elleri en temiz olan biz gençler; ortak geleceğimizin karartılmasından duyduğumuz rahatsızlığı bütün ülkeyle paylaşıp tarihe not düşmek istiyoruz.

Bizler bundan yıllar önce cumhuriyeti emanet alan gençlerin yaptıkları yanlışların faturasını ödüyoruz. Zira gerektiği gibi sahip çıkmamışlardır cumhuriyete. Yıllardır bağıra çağıra gelen her türlü tehdide dur deme azmini gösterememişlerdir. 

Sorunların çözümü için, daha az demokrasi ve özgürlük, daha çok korku ve güvensizlik   vaat eden uygulamalar içine girilmiş yıllarca insanımız birbirine kırdırılmıştır. 'Baba'dan kalma usullerden vazgeçmeyen bu kafayla gidilirse, sorun çözülmeyeceği gibi toplumsal gerilim de artacak.

Eğitim var mı yok mu belli değil. Oysa ki eğitim bir ulusun gelişmesinin olmazsa olmazıdır. Ancak uygulanan politikalarla eğitim neredeyse durma noktasına getirilmiştir. Hatta özelleştirilmesi yönünde büyük çalışmalar yapılmıştır. Eğer eğitim ciddi anlamda düzeltilmezse bu ülkenin sonu felaket olacaktır.

Sağlık hizmetleri yine özelleştirme kapsamına alınmıştır. Halkın olmazsa olmazları birer birer elden çıkarılmaktadır. Buna dur denilmelidir.

Ülke toprakları parsellenerek satılmaktadır. Yıllar önce savaşarak topraklarımızın tek bir santimetresini dahi alamayanlar bugün dönümler alabilmektedirler. Yer altı ve üstü kaynaklarımızın dış sermayelerimizin emrine verilmiştir. Zenginliklerimizin kıymeti bilinmeli ve bunlar doğru kullanılarak tüm dış borçlarımız kapatılmalı ve dış güçlere bağımlılığımız ortadan kaldırılmalıdır.

Hukuk düzenimiz yerle bir edilmiştir. Hükümetlerin işlerine gelmeyen bir durum olduğunda hukukçularımız hedef gösterilmiş ve gözü dönmüş taraftarları tarafından canlarına kastedilmiştir. Hukuk sistemimizin yeniden düzeltilmesi gerekmektedir.
Bugün sorunların çözümü doğrultusunda hiçbirimizin önüne bir gelecek ufku sunmayan mevcut tüm siyasetler ve söylemler iflas etmiştir. 

 Bugün barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana cesur ve samimi yeni bir söz söylemek gerekir. En az bizim kadar bu iflasın farkında olan sorumluluk sahipleri tarihi sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.

Çünkü bu coğrafyada kimsenin sorumsuzca hareket etmeye hakkı yoktur. Yoksa bu ateş hepimizi yakar. “Bu gök deniz nerede var nerede bu dağlar taşlar!” 

İstikbalde dahi bizi tüm değerlerimizden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici herkes bilsin ki; çözümsüzlükten siyasi medet umanlara, ekilen düşmanlık tohumlarına aramızdaki muhabbeti kurban etmeye artık hiç niyetimiz yok! 

Küresel adaletsizliğe, savaşlara, demokrasimizin çıtasını yükseltmeye, hukukun üstünlüğünü sağlamaya, her alanda eşitsizlikleri gidermeye, refah ve gülen yüzler artırmaya çalışılmalıdır.     
  
Korkma! 

Bu sorunlar çözülecek, bu coğrafyada özgür, mutlu ve başı dik yaşamanın bir yolunu mutlaka bulacağız. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!
        
Korkma!   
      
Hesabı sorulmamış hiçbir cinayet, hiçbir hukuksuzluk kalmayacak, kimse hukukun üstünde olmayacak kimse hukuksuzluğun altında ezilmeyecek. Şemdinli'de de, Ankara'da da!     
  
Ve artık korkma ve kimseyi de bununla korkutma; ülke bölünmez, rejim de yıkılmaz!    Demokrasi, barış, refah, huzur hepimizin hakkıdır! 
Muhtaç olduğumuz kudret de damarlarımızdaki kanda saklıdır.
Ne mutlu cesaretle bunu söyleyebilenlere!
Haykırabilenlere!...  
    
Atam, emanetine şimdiye kadar gerektiği gibi bakılamamış, ama biz bugünün gençliği olarak bu emanetin en büyük koruyucuları ve savunucuları olacağız.   
     
Söz veriyoruz.

Arzu KÖK

10 Mayıs 2018 Perşembe

Hakkını Aramak!... - Arzu KÖK

Hakkını Aramak!...  

Çocuk yapboz yapmaktan sıkılıp legolarını döküyor yere, kocaman bir kule inşa etmeye koyuluyor. Sonra yaptığı kulenin en tepesine oturup bulutlara dokunmayı hayal ediyor. Ardından kuş sesleri; cik cik cikkk... Hayalinde çok mutlu, gülümsüyor…Tam o esnada ayağına lego takılan ablası; “ne biçim çocuksun!” diye bağırıyor. Kule yıkılıyor, kuş uçuyor, bulutlar uzaklaşıyor, çocuk ağlamaklı…

Çocuk elindeki bardağı düşürüp kırdığında tiz bir ses yükseliyor; “sakar” diye. Boynunu büküp gizleniyor çocuk masanın altına, susuzluğuyla birlikte…



Çok neşeliydi o gün, kendince güzel bir şarkı söylemeye başladı bağıra bağıra. “Kes sesini, başımı şişirdin” dedi annesi. Sesini kesiyor ve şarkı söylemek istemiyor artık…

Kardeşi oyuncağını sakladı bir gün. Geri almaya çalışırken didişti biraz kardeşiyle. Tam o esnada babası geldi: “Sen büyüksün, utanmalısın!” dedi. Oysa sadece bir yaş büyüktü. 

Utandı çocuk, hakkını aramaktan vazgeçti. O gün bugündür o ve onun gibi bir sürü çocuk hakkını aramaktan vazgeçip koca bir toplum haline geldi. 

Hakkını aramayan insanların her gün onlarcasıyla karşılaşıyoruz. Yanımızdan geçiyorlar, arkamızda bekliyorlar. Bu sebeple zamanlarını, paralarını, sağlıklarını, itibarlarını kaybedebiliyorlar. Özellikle Türkiye'de, özellikle resmi işlemlerde, özellikle hizmet sektöründe. Sanki birileri çıkıp onlara “Hakkını aramak senin hakkın değil” demiş de sinmişler köşelerine…

Oysa haksızlıklara karşı direnme hakkı ve ödevi insan olmakla, iyi bir vatandaş olmakla eşdeğerdir. Bunun için şu veya bu koltuğa ihtiyaç yok. Bir dolmuş şoförünün küstahlığından, hükümetlerin yaptığı haksızlıklara kadar her kademede kanunların sınırları içerisinde direnmeyen vatandaş sayılmaz aslında. Ancak susan bir robot denilebilir ona… Susan robotlardan oluşan bir toplum ise ileri ve haysiyetli bir toplum sayılmaz. Böyle bir toplum ise asla uygarlık seviyesine ulaşamaz. 

Bir ülkede şoför hakkından fazlasını istemek ve de zorla almak cesaretini kendinde bulursa, esnaf müşterisini rahatlıkla kazıklarsa, müteahhit en fahiş kârla hükümeti ve vatandaşı kazıklarsa, birileri sırf kıyafetini beğenmedi diye sokak ortasında kadınları dövmeye kalkıyorsa böylesi bir ülkede vatandaş da hükümet de yok demektir. Çünkü batılı anlamda vatandaş demek, hükümet güçlerinin, polisin ve jandarmanın bulunmadığı yerde, kanuna ve kanun egemenliğine sahip çıkan kişi demektir. Yani bir anlamda, kendi haklarına ve onuruna sahip çıkması, bunun için de gerekiyorsa direnmesiyle, kanunları harekete geçirmesi gereken kişidir vatandaş... 

Bir düşünsenize aslında insanlık ve erdem adına kazanılmış bütün zaferler, aslında haksızlıklara karşı direnişlerin tarihinden başkası mıdır? Sokrates, baldıran zehrini içerken, inançları uğruna direnişini en soylu biçimde hayatıyla değerlendirmiyor muydu?

Galile’den Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin’e; Jean d’Ark’tan 1968 işgalini Vaslavsky Meydanı’nda kendisini yakalayarak protesto eden Çekoslavakyalı felsefe öğrencisi Jan Palach’a kadar, insanlığın altın sayfalarında ölümsüzleşen nice kahraman, Zulme ve haksızlığa karşı direnen insanlar olarak, yalnız kendi çağlarına değil, gelecek zamanlara da anlam katmış ve katmaya da devam edeceklerdir.

Tabii bir de ülkemizin problemlerine sahip çıkmak zorunluluğunda olan aydınların, bu sorunları su üzerine çıkarmaya, bunlara çözüm yolu bulmaya, kendi olanakları ölçüsünde eyleme geçmeye mecbur değil midir? Oysa ki bizim aydınlarımız çoğunlukla toplumu ezen haksız güçlerin yanında yer almaktadırlar. Türlü hesaplarla, korkup susarak ya da “eyyamcı” olmayı en akıllı, en gerçekçi hayat felsefesi zannedecek kadar silik ve bencil olduklarından… Bu aslında aydınların kendi varoluşlarını inkâr etmelerinden başka bir şey değildir. 

En basit vatandaşlık ödevimizi yapabilmek, sadece kanunlara ve toplumumuza değil, ilkin kendimize saygı duymamızla olasıdır. Her şey, tüm çözüm yolları aslında bu çok kolay gibi görünen vatandaşlık görevimize gelip dayanmaktadır aslında. Bilinmelidir ki; bütün bunalımlar, ülkemiz adına bizi üzen her şey, aslında vatandaşla başlayıp vatandaşla biten bir sorumluluk mekanizmasının iyi işlemesinden başka bir şey değildir. Vatandaş, siyasal tercihlerinden tutun da eylemlerine kadar, sorumluluk bilinci isteyen her davranışında kendi yanında değil, kendi karşısında yer almaktadır ne yazık ki. Oysa yolsuzluklara, kanunsuzluklara karşı direnmek her vatandaşın en önemli görevidir. Gerçi bu ülkede hakkını arayanlar da türlü işkencelerden geçirildi, asıldı, cop darbelerine, biber gazına, tazyikli sulara maruz kaldı ama bunlar hep yıldırma, hakkını aramaktan vazgeçirme taktikleri değil midir?

Haksızlıklara karşı susan insanlar kendileri gibi birini yarı ilah haline getirir. Çevre dalkavuklaşır, kölelik başlar… Ve toplumun dramı nice kanlı kavgalara sahne olur, bir çember içine sıkışır. Ki sonuçlarını bugün son raddesine kadar görmekte değil miyiz?

Güzel yurdumuzu bu çemberden kurtarmak adına haksızlıklara karşı direnmek ve gerçekleri apaçık haykırmak zorundayız. Bu vatanı her türlü siyasal çıkarların üzerinde tutarak ve aklın yolunda kavgayı sürdürmek bir zorunluluktur. Haklarınızı korumak adına daha ne duruyorsunuz?...

Arzu KÖK