26 Aralık 2018 Çarşamba

2018’den Mektup - Arzu KÖK

2018’den Mektup

“Sevgili 2019,

Geçen yıl tam bu vakitler ben de senin gibi büyük bir heyecan ve mutlulukla çıkmıştım yolculuğa. Dünyanın her tarafında tanımı olanaksız sevinç ve şölenlerle karşıladılar beni. Sonrasında ise yılın ilk günleri birer birer geçip giderken yılbaşı gecesinin aslında çok güzel bir serap olduğunu anladım.  Oysa nasıl da umutluydum. 
365 gün boyunca onlara pembe rüyalar gördüremesem de en azından 2017 ‘den daha yaşanılır ve huzurlu bir yıl sunacağıma inanmıştı insanlar.  Ama çok üzgünüm ki ben bunu başaramadım. Hani derler ya ‘gelen gideni aratır’ diye, işte benim görev sürecimde maalesef bu deyim o kadar çok kullanıldı ki anlatamam.  Bugün kendimi takımını küme düşürme hattına indiren bir kulüp başkanı, ya da girdiği her seçimi kaybeden parti lideri gibi hissediyorum. Nasıl böyle hissetmeyeyim ki?  Hemen her günün sabahına acı bir haberle uyanmak kolay mı?

 ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesini baş tacı etmemizi  isteyen Atatürk’ün isteğinin tam tersi yapıldı. Hem ülkede hem dünyada barış inşa edilemedi. Komşuların neredeyse hepsi ile ilişkilerimiz kötü durumda. Barış söylemlerinin yerini savaş çığırtkanlığı aldı. Bir de Suriye’deki varlığımız devam ediyor hâlâ. Hatta yeni bir operasyondan bahsediliyor. Umarım sen varken büyük bir savaşın eşiğine gelmez Türkiye. Çünkü durum onu gösteriyor… 

Açıkçası bu yıl gelişen güzel diyebileceğim, göğsümü kabartacak çok bir şey yaşanmadı. Hep üzüntü hep keder… Kısaca sana önce kötü olanları aktarayım istersen:

Üniversiteler büyük oranda bitti… Binlerce akademisyen işten atıldı. Bilim üst sıralardaki yerini, cehalete bırakma yoluna girdi… 

Son açıklanan rakamlara göre asgari ücret, bir ailenin açlık sınırının bile altında kaldı; 1603 TL. İnsanlar açlık ve yoksullukla mücadele verdi. Gerçi senin döneminde 2020 TL olacakmış ama yine de yeterli değil…  

Dolar, euro sürekli yükseldi. Ekonomi giderek kötüleşti. İşsiz sayısı giderek artıyor.
Türkiye ekonomisinin belki de can damarı olan Şeker Fabrikaları özelleştirilmeye başlandı. Binlerce çiftçi ve işçi mağdur edildi…

Tabii bir de Suriyeli göçmenler meselesi var. Türkiye’li gençlik işsiz dolaşırken işverenler sigortasız ve üç kuruşa Suriye’lileri çalıştırır oldu. Bir de sokaklarda dilenleri, kavga çıkaran, suç işleyenleri de cabası…

Yargı çöktü adeta. Halkın yargıya, adalete zerre kadar güveni kalmadı. OHAL devam ediyor hâlâ. FETÖ ile ilgisi olmadığı bilinenler bile FETÖcülükle suçlanır oldu. En büyük suç cumhurbaşkanına hakaret kabul edilir ve en büyük cezalar buna kesilir oldu. Türk sinema ve tiyatrosunun iki duayeni Metin Akpınar ve Müjdat Gezen de bu suçtan tutuklandılar, adli kontrol şartıyla salıverildiler…

Çorlu ve Ankara’da iki tren faciası yaşadık. En güvenli ulaşım kabul edilen trenler riskli duruma gelmiş yazık ki. Onlarca insan yaşamını yitirirken onlarcası yaralandı.
Kadınlar, çocuklar yine bu yıl da artan oranda tecavüze maruz kaldı. Ardından da öldürüldü birçoğu. Yine pek çok kadın cinayeti işlendi. Çocuklar katledildi…
Sadece haber yaptıkları için gazeteciler suçlu sayıldı. Onlarca gazeteci şu an hapis yatıyor. Gazetelere, televizyon kanallarına saldırılar düzenlendi, saldırıyı yapanlar adeta ödüllendirildi. Pek çok televizyon kanalı, gazete, dergi kapatıldı…

Bütün bunların yanında yüz binlerin sevgilisi olmuş Aydın Boysan, Münir Özkul, Yılmaz Onay, Turan Özdemir, Aliye Akkılıç, Nuray Hafiftaş, Tuna Huş, Prof. Dr. Engin Geçtan, Ali Teoman Germaner, Ayten Gülçınar, Nur Subaşı, Ercüment Balakoğlu, Mükerrem Kemertaş, Ülkü Tamer, Dursun Ali Sarıoğlu, Prof.Dr. Sevda Aydan, Cemal Safi, Arda Öziri, Prof. Dr. Semavi Eyice, Hacı Kamil Adıgüzel, Prof. Dr. Fuat Sezgin, Sıtkı Sezgin, Prof. Dr. Tevfik Güngör Uras, Toron Karacaoğlu, Aram Gülyüz, Mahmut Makal, Oytun Şanal, Ferdi Merter, Yakup Yavru, Mehmet Uslu, Kemal İnci, Yıldırım Öcek,  Ara Güler, Yaşar Gaga, Harun Kandemir, Ercan Yazgan, Galip Kayıhan, Refik Durbaş kadar önemli değerleri kaybetmeme ne dersin 2019? Bir de bunlar yetmezmiş sırf eleştiri yaptığı için yargılananlar var.

Kısacası 2018 yılı içerisinde kapitalizmin kirli, vahşi yüzü daha bir görünür hale geldi. Kapitalizmin çarklarını döndürebilmek için olmazsa olmaz hırsızlıklar, yolsuzluklar, işçi katliamları, doğa talanı, ırkçılık, ayrımcılık, savaş ve şiddet yaşamın her alanında yerini aldı bir şekilde. Bu sistemin insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğu daha geniş kitlelerce fark edilmeye başlandı. Buna karşılık sistemin uygulayıcısı olan siyasi iktidarlar, kapitalizmin ve kendilerinin kaybolmaya başlayan ideolojik meşruiyetlerini korumak için baskı ve şiddet politikalarına ağırlık verdiler.

Hiç mi iyi şeyler olmadı dersen, bir bakalım: Fatih Akın’ın son filmi "Paramparça/ In The Fade" ile 75. Altın Küre Ödül Töreni’nde "Yabancı Dilde En İyi Film" Altın Küre Ödülü’ne layık görüldü. Dünyanın en prestijli festivallerinden biri olan, bu yıl 32’si düzenlenen Sundance Film Festivali’nde yönetmen Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği Kelebekler filmi, Dünya Sineması Büyük Jüri Özel Ödülü’nü aldı. Türkiye’de bu ödülü kazanan ilk yönetmen. Rusya’nın Sochi kentinde düzenlenen Yıldızlar ve Gençler Avrupa Eskrim Şampiyonası'nda yıldız kadınlar kılıç kategorisinde Deniz Selin Ünlüdağ Avrupa Şampiyonu oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konsevatuvarı öğrencisi 14 yaşındaki Arya Nur Güneş, 590 müzisyenin katıldığı II. LUTHIERS CLAR Uluslararası Viyolensel Yarışmasında kendi yaş kategorisinde birinci oldu. Avrupa Engelliler Yüzme Şampiyonasında Sümeyye Boyacı birinci oldu. Gördüğün gibi en az değer verilen sanat ve spor dallarından geldi beni sevindirecek haberler…

Demem o ki iyisiyle, kötüsüyle ben görevimi tamamladım. Artık görevi sana devretme zamanı geldi. Açıkçası sana öyle güzel bir ortam bırakmıyorum. Ama yine de umutsuzlukla görevi devralmanı istemem. Önündeki koskoca 12 ayın benimkinden daha sevimsiz olmayacağını umuyorum. Umarım benim başaramadığımı başarır, tüm insanlığa barış, kardeşlik ve huzur getirirsin. 

Umarım sen: 

Cephaneleri yakıp yerlerine kütüphaneler kurulmasını sağlayabilirsin…

Komşusu aç uyuyanların, uykularından uyanıp, paylaşmanın çoğaltıcı etkisine inanmalarını sağlayabilirsin…

Hangi siyasi görüşten hangi dini inanıştan olursa olsun aynı fikre ve inanışa sahip olmayanlara saygı duymanın gerekliliğini gösterebilir, empati kurdurabilirsin… 

 İnsanların çevrelerinde olup bitenlere duyarlı olmalarını sağlayabilirsin… 

Kadınlara hak ettikleri saygının gösterilmesini, atık tecavüze uğramamalarını ve öldürülmemelerini sağlayabilirsin…

Ve çocuklarınızı daha iyi koruyabilirsin... 

Sorunların kalp kırarak, şiddetle değil tatlı dille halledilmesini sağlayabilirsin… 

Dünyayı ve ülkemizi, sevgiye ve barışa inana insanlarla doldurmayı başarabilirsin…

Farkındayım, çok şey istedim senden. Bunlar aslında benim gelirken hayal ettiklerimdi, başaramadım. Belki bencillik bu yaptığım ama senden istiyorum bu sefer bunları…

Benden bu kadar.  

Hadi bana eyvallah…”

Barış içinde, insanların ölmediği bir yıl dileğiyle… 

Mutlu yıllar…

Arzu KÖK

14 Aralık 2018 Cuma

Çocuk ve Şeytan!... - Arzu KÖK

Çocuk ve Şeytan!...

Asla bir araya getirilmemesi gereken iki sözcük ile oluşturdum başlığı. Çünkü geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, "Kur'an okumayan çocuklar şeytanlarla beraberdir" ifadelerini kullandı Mardin’de bir konuşmasında. Oysa çocuk, bizlere verilmiş en büyük nimet ve ihsândır. Her çocuk bir çiçektir. Çocuk melekler kadar masumdur, günahsızdır. Çocuk bir süs, bir ziynettir. Çocuk bir hazine bir güzelliktir. Hatta en güzel tanımlamayı Hz. Muhammet şöyle yapıyor: “Çocuklar yeryüzünde gezen ciğerlerimizdir.”

Geçenlerde elime Orhan Selen’in Barış Kitabevi yayınlarından çıkan “İmansızlar Çocuk Döver” isimli kitabı geçti. (Okumanızı öneririm) Tam kitabı okuyup bitirdim ki Diyanet İşleri Başkanı’nın bu sözlerini duydum ve yazmadan edemedim. 

Hz. Muhammed’in yaşamını hemen herkes bir şekilde okuyup incelemiştir. Eğer dikkatli incelenmiş olsaydı O’nun çocuklara nasıl değer verdiği de görünürdü: Torunlarını sırtında gezdirdiğini, hatta secdeye gittiği anda sırtına çıkan torunu düşmesin diye secdede olduğundan uzun kaldığını, mahalledeki tüm çocukların sevgilisi olduğunu, sesini hiçbir zaman çocuklara karşı yükseltmediğini…

Orhan Selen’in kitabında dediği gibi: “Hz. Muhammed gibi davranmak sünnettir. Bazıları çok Müslüman olduğunu göstermek için şalvar ya da entari giymek, sakal bırakmak ve başa tuhaf bir takke takmak, bunların üzerine de akıllarına estikçe çocuk dövmek, onlara tecavüz etmeye yeltenmek Maun Suresi’ndeki laneti almak için garantili bir yoldur ama iman sahibi olmak için uygun değildir.”

Diyanet İşleri Başkanı, çocuklarımız yeterli gıda alabiliyor mu, beslenebiliyor mu, acaba bu soğuklarda ayakkabısı botu olmayan evladımız var mı, mont alamayan çocuğumuz var mı diye önce bunları değerlendirip sorgulasaydı ve bunların üstesinden gelmeye çalışsaydı daha güzel bir iş yapmış olacaktı. İşte o zaman herkesin gözünde gerçek bir din adamı gibi davranmış olurdu.

Peki, 8-9 yaşında daha ilk defa regl olmuş kız çocuklarını gerdeğe atıp koynuna sokanlar için fetva yayınlamak, bu işi onaylamak şeytan işi değil de helal ve sünnet, ama çocukların ellerine Kuran almamaları şeytan işi... Çok merak ediyorum bunca mesele varken bunu bu şekilde lanse ettiği için kendi gönlü, vicdanı rahat mı?

Türkiye’de Kur’an kurslarında onlarca çocuk tecavüze uğrarken, tarikat yurtlarında can verirken, Irak’ta 1 milyon, Suriye'de 8. yılına giren savaşta 106 bini sivil, 350 bin kişi, Yemen'de 5 yaş altı 85 bin çocuk açlıktan ölürken sizin kalbinizdeki aydınlık neredeydi, etkileşim mi kesikti yoksa Kuran mı okumuyordu? Neden bunlara ses etmedi?

Kimin şeytanlarla iş birliği içinde bulunduğunu Kur’an birçok yerde yazar: Bunlardan biri de kralın isteğine uygun fetva veren din alimleri için söylenenlerdir. ‘A’raf suresi 175-176’ya bir baksınlar isterlerse.  

Aslında tüm bunların, bu söylemlerin nedenini biliyoruz aslında: "Çocuklarınızın eğitilmesini istemiyorlar. Düşünen, düşünecek nesil istemiyorlar.” Bu yüzden ülkemiz gün geçtikçe eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hale geldi. İnsanların zihnini meşgul tutmak istiyorlar çünkü. Kafalar meşgul olsun ki insanlar düşünmesin, düşünemesin. Zira bu işlerine gelmiyor. Hayatımız birileri tarafından yönlendiriliyor ne yazık ki. Şimdi de bizleri bıraktılar, çocuklarımıza göz koydular. Çünkü çocuklarımız bilinçlenir, bilimsel düşünme yetisine ulaşırsa bu onların isteyeceği son şey olacaktır. Bu nedenledir ki sürekli olarak düzmece bir yaşam; din, medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor. İlgi dağıtmak ve herkesi her şeyden habersiz bırakmak istiyorlar. Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar…

Yıllardır ‘Dindar nesil yetiştireceğiz’ diyorlar. Ama şöyle bir baktığımızda son on yılda: fuhuş % 800, cinsel taciz % 450, çocuk cinsel istismarı %400, uyuşturucu % 700, adam öldürme % 260 artmış. Bu da bizlere gösteriyor ki mesele dindar olmak da değil. Mesele ‘insan’ olabilmekte. İnsan olmanın gerektirdiği gibi bilim ve çağdaşlıktan yana olmakla çözülebilir.

Bir çocuğu şeytanla, öcüyle, canavarla korkutmak, vicdanını suçluluk duygusuyla doldurmak, onu otoritenin sınırları içinde tutmanın yoludur aslında. Aksi halde devlete, iktidara itaat eden, düşünmeyen, sadece verilen komutları yerine getiren robotlardan farksız bir nesil yetiştirmek mümkün olmaz. Ancak hiç kimsenin politik hedefleri, ona çocuklarımızı tehdit etme, onları “şeytanla olan ve olmayan” diye bölme, kalplerine korku ve vicdan azabı sokma hakkı vermez!.. Üstelik bu hakka çocuğun anne ve babası bile sahip değilken… 

Hele ki devletin “din otoritesinin” bu ayrımcı sözleri söyledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi görevine devam etmesini kabullenmek, bu sözlerden dolayı özür dilemesini istememek, çocuklara karşı ebeveyn-devletin iş birliği yaptığı ve ebeveynlerin de bunu kabul ettiği anlamına gelir ki bu daha da acı veren nokta olmuştur. 

Oysa çocuk, her milletin geleceğidir, yarınların güvencesidir. Şimdi siz söyleyin bakalım, çocukları böyle yetiştirilmeye çalışılan bir toplumun geleceği ne kadar aydınlık olabilir ki? Toplum ve sivil toplum örgütleri bu ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda bile bu şekilde sessiz kalıyorsa bizi güzel günler beklemiyor demektir ve bu acı veriyor…


Arzu KÖK