27 Ocak 2020 Pazartesi

Deprem!... - Arzu KÖK


Deprem!...


   .              Prof.Dr Naci Görür “ geliyor” dedi.
-           .             Prof.Dr. Şener Üşümezsoy “gelmek üzere” dedi. Duymadı sorumlular.
-           .              Ve geldi işte...

Onlarca cana, binlerce yaralıya, moloz yığınına dönen yüzlerce haneye, evsiz kalan onca insanın acısına mal oldu.  “İmtihan” diye, ”Allah’ın takdiri” diye yutturmaya çalışıyorlar. Allah’a havale edilen yıkımlarda, “takdir”, “İmtihan” nedense, hep de mazlum, fakir insanlar üzerinde deneniyor!...

Kimlerden duymaktayız? Yıkımlara dair “imtihan” ve “takdirden” kendileri “Muaf” görülenlerden!..

Depremin imtihan olduğu doğrudur. Ama din sınavı değil mühendislik sınavıdır. Dürüstlük, namusluluk sınavıdır. Bilim, teknoloji, çağdaşlık sınavıdır. Doğanın verdiği bu sınavdan Türkiye yönetimi çakmıştır. Ölenler için cennet müjdesi, teslimiyet, şehit lafları etseler de... Deprem yıkıntıları altından 2,5 yaşındaki Busenur kurtulduysa da koca bir sıfır alındı bu sınavdan!...

60.000’lik cami yapıyoruz, Suriyelilere 40 milyar dolar harcayabiliyoruz, 1,5 milyar tl FATİH projesinde batırabiliyoruz, 1150 odalı saray yaptırıp, yetmeyince Marmaris’e, Ahlat’a saray yaptırabiliyoruz, Diyanete 12 milyar bütçe veriyor, eğitimden kısabiliyoruz, İstanbul depremine sebep olacağı bas bas bağrılan Kanal İstanbul için bile para bulabiliyoruz… Ama… Deprem olunca da elde para kalmadı deniliyor. Kızılay 2019 da 828 trilyon bağış toplamış, devlet 2019 da 3.7 katrilyon deprem vergisi toplamış, ama Elazığ’da deprem olunca bakanHer şeyi devletten beklememek lazım” diyor. Kızılay “Sms atın 10 tl bağışlayın” diyor. O toplanan paralar nereye gitti, belli değil…

Acımasızca insan hayatını, doğayı ve tarihi bir kalemde yok sayanlar ve biz Kurbanlık koyunlar! Biz başımıza geleceği bile bile, çaresizce bekliyoruz ne zaman olacak ve sağ kalacak mıyız endişe ve korkusu içinde yaşayarak.

“Deprem olacak!” Bu kesin! Bilim insanları, eldeki bilimsel ve tarihsel verilere bakarak bunu netçe söylüyorlar. Ama dinleyen kim?..

Bu konuda kulaklarını tıkayanlar, söz konusu olan vurgun olunca dört açıyorlar o kulakları. Onlar için tek gerçek: Şu an için vurgun var mı, komisyon var mı? Dünyalıklarına dünyalık katabilecekler mi? Onlar bunun, sadece bunun peşindeler.

Bir de hep derler ki “Deprem öldürmez bina öldürür.” Gerçekten de öyledir. Örneğin, Marmara depreminde aslında 20 bin kişinin değil, bir araba fabrikasında çalışan bekçinin düştüğü fay hattında öldüğünü, geri kalan herkesi binaların öldürdüğünü hepimiz biliyoruz. Peki tüm bunlar bilinmesine rağmen, önlemleri alması gereken devletimiz ve siyasi iktidarlar ne yapıyorlar bu konularda?

İnsan soyunun düşmanları olan Finans-Kapitalistler depremlerden sellere, kasırgalardan yangınlara, savaşlara kadar her felaketten kendileri için vurgun çıkarmaya, kâr elde etmeye bakarlar. İmara açılmaya çalışılan deprem toplanma alanları internette yapılacak küçük bir araştırmayla karşımıza çıkabilir. 2012 yılında çıkarılan ve Kentsel Dönüşüm Yasası diye bilinen “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ise vurgunlara yasal kılıf hazırlamaktan öte bir şey değildi. Ve şimdi rant odaklı projecilerin yani Parababalarının en sevdiği kanun oldu. Bütün Parababaları, herhangi bir yerde “Geri Dönüşüm-Kentsel Dönüşüm” sözünü duyar duymaz birbirlerine; “Rant ne kadar? Az mı çok mu?” diye soruyorlar…

Eğitimin içi boşaltılmışken, bilimden bu kadar uzaklaşmışken, politikacılarımız kör dövüşü yapıyorken, birileri durmadan “Elazığ Kürt mü, Alevi mi diye” ayrışmayı ateşlerken, daha çok kalırız göçük altında biz ne yazık ki… Daha çok duyarız, “Sesimi duyan var mı?” çığlıklarını…

Hani bir fıkra vardır:
Çocuk, babasına sordu: −Allah Dede, Türkiye’yi neden sık sık sallıyor?
Babası gülümseyerek yanıt verdi: −Türk , uyan diye!..

Ne yazık ki her seferinde yaşasak da bu felaketleri bir türlü uyanmak, hesap sormak gelmez aklımızdan. İnsanca yaşamak, benim ülkemin de benim halkımın da en doğal hakkı değil mi?

Uyan ey halkım, uyan artık! Ve hatırlat baştakilere Yunus Emre’nin şu dörtlüğünü:

“Hani Karun malı netti?
Hani Lokman canı netti?
Hani Cengiz şanı netti?
Yalan dünya yalan imiş…”

                                                                                                                                                                         Arzu KÖK


19 Ocak 2020 Pazar

Çankaya’nın Işıkları - Arzu KÖK


Çankaya’nın Işıkları

Geçen akşam Çankaya taraflarında işim vardı. Çankaya Köşkü’nü görünce yüreğim sızladı. Eğer Ankaradaysanız ya da Ankara’ya yolunuz düşerse sakın ola ki akşam saatlerinde oralardan geçmeyiniz derim. Zira yüreğiniz varsa benim ki gibi sızlar yüreğiniz. Çünkü ışıkları sönmüş, söndürülmüş.

Bu, sıradan bir ışık söndürme değil tabii ki. Bu bir karartma.

Çünkü Çankaya’nın ışıkları birilerini rahatsız edecek kadar güçlüdür. 

Çünkü Çankaya’nın ışıkları sadece göstermek için var değildir.

O ışıklar, bir mazlum ulusun dişlerini sivriltmiş emperyalistlere karşı direnişinin öyküsünü anlatır.

O ışıklar, bir ulusun şehitlerine karşı sorumluluklarını gösterir.

O ışıklar, zekâyı, dehayı, yurtseverliği, mütevazılığı, bilimi, ar’ı, namusu parıldatır.

O ışıklar, vatanın bölünmez bütünlüğünü, vatanın satılmazlığını, yurttaşın erdemliliğini ve efendiliğini, çocukların gülen yüzünü, gençliğin coşkusunu yansıtır.

Çankaya, yalnızca bir yer adı değildir. Bir ulusun özgürlüğünün adıdır. Dünya devletler ailesinde parmakla gösterilmeye layık olmuş onurlu bir devletin adıdır.

Çankaya, dünyaya barış dersinin verildiği bir okuldur. Çankaya, savaştığı bir devletin başkanı tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen bir rakımdır.

Çankaya, yüzdelerle oynamadan oluşmuş bir ulusal sevginin yönüdür.

Çankaya, cesurların evidir. Halkının içine korumasız çıkılan bir kapıdır.

Çankaya,  Trump’ı, Putin’i, Papa’yı ağırlayınca itibar kazanılan ve kazanılacak bir yer değil, adı zaten dopdolu bir itibar olan konaklama yeridir.

Çankaya, yalvarmayanların, kıvırmayanların, çalmayanların, sövmeyenlerin, korkmayanların, dürüstlerin, kendisini pazarlamayanların, yurttaşına ihanet etmeyenlerin içinde onurluca oturabileceği bir ikametgâhtır.

Çankaya, “Çankaya” adını duyduğunda kendisine çeki düzen vermek zorunda kalan birçok devlet başkanının kıskandığı bir alandır.

Herkes oturamaz bu nedenle Çankaya’da. O, kocaman bir sorumluluktur. Her yüreğin bunu sırtlamaya gücü yetmez. Kaçar gidersin. O kadar…

Çankaya’nın bir ruhu vardır ve o ruh, 1919’dan beri dolanır durur odalarda. O ruhtan kaçılıyor ama kaçamazsınız… Yine o ruhun avuçlarına düşersiniz günü geldiğinde…

Çankaya’nın ışıklarını söndürdük diyorlar ya, hikâye… Ampülleri yanmıyor sadece. İyi de, Çankaya’nın mirası üzerinde ampülleri söndürdüğünüzde korkular son mu bulacak? Sanmıyorum…

Asıl korku şimdi başlıyor aslında… Ya birden yanıverirse o ışıklar…

İşte o zaman…

Arzu KÖK

5 Ocak 2020 Pazar

Vicdanınız Var Mı? - Arzu KÖK


Vicdanınız Var Mı?


“Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da" diye attı son tweetini...

Yeni yıldan tek dileği iş bulabilmekti.
Yemekhane kartında sadece 1 Lirası kalmıştı.
Olmayan(!) ekonomik kriz,
Hasta bir anne ve kardeş,
Epilepsi,
Geçim sıkıntısı,
Ve bunlar yetmiyormuş gibi tüketim toplumunun dayattığı içi boş, kalıplaşmış güzellik algısına uymadığı için edilen hakaret,
Bir gece yarısı kendisini Samatya kıyısından soğuk ve karanlık sulara bıraktı Sibel Ünli.
Açtı...
20 yaşındaydı...

Ölümü en çok yoksul insanlara yakıştıran düzene yazıklar olsun. Sibel karnı aç olduğu ve gidecek yeri olmadığı için öldü. Çok merak ediyorum: “ Ona sahip çıkmayanların gözü daha kaç Sibel ölürse doyar.”

7 Milyon Suriyeliyi besleyecek para var. Daha 250 bini yolda deniliyor. Yararın aksine ülkeye çok büyük zararlar verecek olan Kanal İstanbul’a para var. Saraya 3 milyar harcayabiliyoruz. Diyanete 11,5 milyar bütçe ayırabiliyoruz.35 milyon $'a Bişkek'e,12,6 milyon $'a Cibuti'ye cami yaptıracak paramız var. Ama üniversiteli öğrenciye yemek yok deniliyor. Polis öğrencileri dövüyor. Halk sokakta donarak ölüyor. Mehmetçik Libya'da ölüme gidiyor. Ama, Sibel Ünli ve onun durumunda olanları doyuracak paramız yok!...

Şimdi sormak istiyorum: Vicdanınız üşüyor mu?

Ey bu ülkenin insanlarını açlığa mahkûm ederek saltanat sürenler vicdanınızda hiç sızlama var mı?

Kirlenmiş ve binlerce kez tecavüz edilmiş beyinleri ile soyguna, hırsızlığa göz yuman, görmezlikten gelen  insanların yaşam hakkını elinden alanlar vicdanınız var mı sizin?

Müslümanlığı kimseye bırakmayan ama ahlaksızlığın egemen olduğu döngüde kendilerine mücahit diyerek bir eli yağda, bir eli balda yaşayanlar o yedikleriniz bu çocuklardan çalınanlardır, vicdanınız nasıl kaldırıyor bunu?

Müteahhitlerin milyon dolarlık vergi borçlarını silenler vicdanınız var mı?

İnsanlar intihar ediyor, ahlaksızlık almış başını gidiyor, bir yağma ve talan düzeni çocukların dahi ekmeklerinden çalıyor ve 50 kadın bir oturuşta 1 milyonluk yemek yiyor vicdanınız var mı?

İhaleler, makamlar, saltanat, kayırmalar hep size ama açlık, ölüm, tecavüz hep halka...

Bu gencecik çocuk, yokluktan ve yoksulluktan başka bir şey yaşamamış , okul kazanmış çalınan sorulara rağmen ve çareyi intihar etmekte bulmuş... Hiç mi  sızlamıyor vicdanlarınız?


Hani komşusu aç iken tok olan bizden değildi. Demek ki bu toplumun büyük kesimi bizden olamamış. Eskiden yalnızca açlıkla mücadele edilirdi. Dayatılan yoksulluğun bile bir çizgisi vardı. Bugün ise doğrudan İnsan Onuru hedef alınıyor.

- Paran yoksa hastaneye gelme.
- Paran yoksa eşyasın.
- Paran yoksa Ne Mutlu Türk değilsin.
- Paran yoksa Çok Şükür Müslüman değilsin!
- Paran yoksa açlık senin göbek adın.
- Paran yoksa ölmeye mahkûmsun.

Hani bir söz vardır: “Yetimi öldürmezler, ekmeğini elinden alırlar!” Sanırız ki Türk halkının tamamı yetim. Ekmeğimiz elimizden alınıyor sürekli. Bizlere bunu layık görenler: “Vicdanınız var mı?”

                                                                         Arzu KÖK