16 Şubat 2015 Pazartesi

Ülkemizde Kadınlar - Arzu Kök

Ülkemizde Kadınlar

* 2006 yılında AKP Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir TBMM’de “Kadınların cehennemlik” olduğunu anlatan dini bir kitap dağıttı. Tüm AKP Kadın milletvekilleri sessiz kaldı.
* 2009’da Bakan Veysel Eroğlu seçim gezisinde kendisinden iş isteyen kadınlara “Evdeki işler yetmiyor mu?” diye karşılık verdi. AKP’li vekiller yine sustular.
* 2011 yılında AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı sosyal medya üzerinden başı açık kadınlar için “ Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” diye yazdı. O dönemde hepsi de başı açık olan AKP’li kadın vekiller sessiz kaldı, hiçbir açıklama yapmadılar.
* 2012 yılında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç CHP’li Aylin Nazlıkaya’ya TBMM kürsüsünden “Bir evli, çocuklu olan milletvekili kendisiyle ilgili cinsel organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, yüzü kızarmaz” diye konuştu. AKP’li kadın vekiller yine sustu.
 * Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakanlık yaptığı dönem boyunca her fırsatta kadınlardan önce 3, sonra 5 çocuk doğurmalarını istedi. Kürtaj konusuyla kadınların bedenleri üzerinden siyaset yaptı. Ancak AKP’li kadın vekiller Erdoğan’ı savunan demeçler vermekle yetindiler. Kadınların vücudunun bir siyasi malzeme yapılamayacağını haykıramadılar bir türlü. 
* 2013 yılında daha yeni, AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan’ın güya kadın bakanı savunmak için Kamer Genç’in annesi üzerine kurduğu küfürlü cümlelere sesleri çıkmadı bir türlü. Üstelik savunması da hayli trajikomik iken; “Kamer Genç’in annesinin ölmüş olduğunu bilmiyordum.”  Yani Zeyid Aslan diyor ki, “Annesi sağ olsaydı söyleme hakkım olurdu.” Ama AKP’li vekiller çıkıp da “ Hiçbir şart ve koşulda bir anaya söz söylemek kimsenin harcı değildir” çıkışı yapamadılar.
* TRT’de canlı yayınlanan iftar saati programında "Hamilelerin sokağa çıkması terbiyesizliktir" diyen Avukat Ömer Tuğrul İnançer’e AKP kadın vekilleri ses etmedi.

Dünyada cinsiyet eşitliği sıralamasında 135 ülke arasında 124. sırada olan, konuyla ilgili tek Bakanlığın adından “Kadın”ı çıkaran, “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği” Komsiyonunu Meclis Başkanı eliyle işlevsiz hale getiren, kadınların yaşam ve özgürlük hakkıyla ilgili düzenlemeleri “aile” üstbaşlığında birleştirenler değil midir bunlar? Bülent Arınç örneğinde olduğu gibi, “kadın” kelimesi bile aşağılama amaçlı kullanılırken meclis alkıştan yıkılıyor. Daha ötesi, bir kadın milletvekilinin erkek milletvekiline soru sorarken bakması bile, “göz zinası”, “flört” gibi yansıtılabiliyor. Ana/avrat küfür etmek, “leşini sererim” diye tehdit etmek, erkekliğin şanından sayılıyor. Kadın vekillerimiz sessiz kalıyor tüm bunlara. Kadın cinayetleri alıp yürüyor bu arada.

Artık nasıl bir ülkede yaşıyoruz diye hayretler içerisinde kalıyorum her geçen gün. Zira bu ülkede din adına hareket ettiğini iddia eden bazı insanların, kendilerinden biraz farklı olan insanlara karşı duyduğu kin, gerçekten aklın ve hayal gücünün sınırlarının ötesine çıkmış durumda. Bir öğretim görevlisinin yaptığı bir araştırma bizlere Anadolu’da hoşgörü diye bir şeyin kalmadığını, dini taassuptan kaynaklanan mahalle baskısının farklı olan her şeyi ve herkesi sindirmeye çalıştığını gösterir nitelikte çıktı karşımıza. Pek çok kişi bu araştırma sonuçlarının yanlış olduğunu, gerçeklerden uzak olduğunu iddia etti. Ama yaşadığımız pek çok olay bunu doğrular nitelikte. Mesela geçen gün sözüm ona bir ‘aydın’ (Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker), “Dekolte kıyafet tacize yol açar, dekolte giyen kadına tecavüz edilirse, erkek kadar kadın da suçludur” türünden bir konuşmayı gayet rahat yapabildi ve bütün televizyonlarda defalarca haber olabildi. Bu şahsın görüşüne göre, “sorunun odağında kadın var. Sen tahrik edici giyinirsen adam da tahrik olur; bu tür çirkinliklerle karşılaşman da sürpriz sayılmaz. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değil.”

Son 7 yılda kadın cinayetlerindeki artış yüzde 1400 artmış. 2002 yılında cinayete kurban giden sayısı 66 iken günümüzde 1500’lere dayanmış. Yazıktır ki Türkiye’de kadınların yüzde 41.9 u fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Tecavüze uğruyor, dövülüyor, öldürülüyor. Ve aslına bakarsanız bu tecavüzleri ve bu yolda ölümlerin sonunu hazırlayan, bu ülkedeki toplumsal cinsiyet politikaları, erkek egemen iktidarın ta kendisi. Bu sadece iktidarın bir tecavüzcü olarak vücut bulması… Bugün bağırıp duruyorlar ‘Kadına şiddete son’ diyerek. Çünkü Özgecan canice katledildi. Çünkü Özgecan namusunu korumak adına yakılarak öldürüldü. Üstelik Özgecan onların istediği gibi kapalı değildi ama namusunu korumuştu. Dumura uğradılar, şaşırdılar. Özgecan onların yarattığı ortamın sonucunda katledildi ama hala farkında değiller, idrak edemiyorlar.
Aile içi şiddetin meşru sayıldığı, kadının karakola kocasını şikayet etmek için gittiğinde tıpış tıpış polis tarafından evine gönderildiği, ailesi tarafından “kocandır, döver de, sever de” diye geri yollanıp kocası tarafından öldürüldüğü kadınların ülkesi burası. Sokakta gündüz vakti fiziksel ve cinsel tacize maruz kalan kadınların ülkesi burası.

Bu coğrafya, amcasının oğlu tarafından tecavüze uğramış, bunun sonucunda da hamile kaldığında ağabeyleri tarafından öldürülen kadınların ülkesi. Başbakan’ının kadınlar gününde her kadının üç çocuk yapmasını öğütlediği, kadının eve kapatılma politikalarıyla, yeni sosyal güvenlik yasalarıyla kıstırıldığı, annelik ve karılık kavramlarıyla kutsandığı, namus kavramıyla da boğazlandıkları bir coğrafya.

Bu coğrafya, yılbaşında kameralar önünde, turist kadınları ulu orta taciz eden erkekleri beş kuruş karşılığında serbest bırakan yetkililerin yaşadığı bir coğrafya. Ülke sevgisini “ya sev ya terk et”, aşklarını tehdit, şiddet, mülkiyet ilişkileri üzerinden ifade eden, bebeklerden katil, tecavüzcü, işkenceci yaratan bir karanlığın olduğu bir coğrafya.
Erkekliğin ise ispatı güçtür. Hem mecaz hem de gerçek anlamda. İspat etmek güç olunca da bunu cebirle ilan yoluna gidiyor. Sonuç düz bir vahşet, kuru gürültü ve suçluluk. Bu ise telafisi olmayan bir durum. Bu anlamda yazık ki dişe dokunur bir çalışma da yok. O öğretim görevlisi işine devam eder, kocası tarafından dövülüp, ölümle tehdit edilen kadın kocasına iade edilir “Al rahat rahat öldür” denircesine. Bu durumda da karşımıza çıkan manzara bu. Her seferinde kadına verdiği değerden bahseden Başbakan, Cumhurbaşkanı hiç düşündü mü acaba “Neden iktidara geldiklerinden bu yana kadın cinayetleri sayısının yüzde 1400 arttığını.

Özgecan’ı yakan cani yalnız onu değil vicdan sahibi tüm ülke insanlarının yüreğini yaktı. Umarım iktidar biraz olsun bazı şeylerin bilincine varır ve bu konuda gerekli tedbirleri alır. “Umutlu musun?” derseniz değilim. Çünkü geri adım atılmayacağını Özgecan cinayetine tepki olarak yapılan eylemlerde kadın eylemcilere yapılan uygulamaları gördüm. Umutlu değilim çünkü kadına bakış açılarının değişmediğini görüyorum. Yine de belki diyorum. Belki bu olay biraz olsun vicdanlarını sızlatır da çözüm arayışlarına girerler diyorum.

Özgecan yok artık. Ama başka ölümler olmasın artık. Başka Özgecan’lar taciz edilmesin. Namuslarını korudukları için katledilmesin. Öldürülmesin, yakılmasın. Acımız büyük, çok büyük… Bir kez daha öğrendik ki bu ülkede kadın olmak zor zanaat…

                                                                                  Arzu Kök

5 Şubat 2015 Perşembe

ÇARESİZLİK!... - Arzu Kök

  ÇARESİZLİK!...

‘’Kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven kurarlar. Kafesin tepesine de iple muzları asarlar. Herhangi bir maymun muzlara ulaşmak istediğinde, dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Sadece merdiveni çıkmaya çalışan maymun değil, diğerleri de bu soğuk sudan nasibini alır.

Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara doğru hareket eden maymun diğerleri tarafından engellenmeye başlar.


Sonra maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun (adı A olsun) konulur. A’ nın ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.


Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymun (adı B olsun) ile değiştirilir. B’ de merdivene yaptığı ilk atakta dayak yer. B’ yi en şiddetli döven ise kafese sonradan giren A’ dır.

Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. (adı C olsun) Yine ilk atağında cezalandırılır C. A ve B’ nin C’ yi neden dövdükleri hakkında hiçbir fikirleri olmamasına rağmen en hırsla dövenler de onlardır.

Son olarak en başta ıslanan dördüncü ve beşinci maymun da yenileriyle (D ve E) ile değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık merdivene hiç biri yaklaşamamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiştir ve böyle gitmektedir.’’


Bu anlattığım psikolojide yapılan bir deney. Ancak sormak istiyorum bu olay sizlere çok iyi tanıdığınız bir ülkeyi, partiyi, şirketi ya da aileyi hatırlattı mı?

Bu olayın adı ‘öğrenilmiş çaresizlik.’ Bu deneyde ilk maymunlar çaresizliği öğrendi ve sonradan gelenlere de bunu zorla da olsa öğrettiler. Bizim insanımızda da olan budur.

Batılılar deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir, bizim toplumumuz ise çaresizliği doğar doğmaz öğretir, deneyip yanılmayalım diye! Yani o kadar iyi kalpli olmamıza rağmen bu kadar çaresizlikler içerisinde yaşıyor olmamızın sebebi de budur.

Bir grup bu çaresizliği aşmak adına mücadele verirken diğer gruplar ise ‘Bu bizim kaderimiz. Yapacak hiçbir şey yok. Elimizden ne gelir’ mantığıyla hareket etti. Hatta mücadele verenlere karşı sert tepkilerle karşılık verdiler. Aslında kendileri de istemiyordu bu olanları. Bir şeyler yapmak adına çaba gösterenlere imrenerek baktılar ama destek vermediler. Ancak onlar çaresizdiler. Çünkü böyle öğretilmişti onlara. Gariban halk ne yapabilir ki zaten. Ellerinden hiçbir şey gelmezdi. Çaresizliği çok güzel öğrenmiş bir toplum.

Oysa vardı bir çıkış yolu. Tüm seçenekler önlerindeydi. Ancak çaresizdiler. Bugün ise içten içe karşı oldukları ancak çaresizlikten söylemeye dillerinin varmadığı bir duruma düştüler. Ama sevgili halkım bunu da kabul edecek. Çünkü çaresiz. Umarım ülkem insanın öğrenmiş olduğu bu çaresizlik bize ülkemizi kaybettirmez.

                                                                                  ARZU KÖK