26 Ağustos 2018 Pazar

Cumartesi Anneleri - Arzu KÖK

Cumartesi Anneleri

"kör kuyularda bul beni/ bul beni bir sahilde çıplak / bir işkence gemisinde elektrikle ayık/ bir kışlada kayıp/ anne, bir sokak başında/ isimsiz yüzsüz bir kimsesiz mezarında/ kaybedenler kaybetti yazan mezar taşının altında bul beni/ anne bul beni Arjantinli annelerin arasında/ plaza del Mayor'da/ anne bul beni Galatasaray Meydanı'nda/ bul beni Ramallahlı annelerin/ Gazzeli annelerin/ anne bul beni Varşova gettosunda/ anne bul beni Nico'nun Bart'ın İtalyan annelerinin gözlerinde/ anne bul beni/ bul beni/ anne bul beni bir sokakta/ akranlarım bağırırken hala/ anne bul beni, bul beni bir sabah/ bir sabah diyen adamın gözlerinde bul beni/ o sabahı kuran kadınların sözlerinde/ anne bul beni Ahmet Kaya'nın gözlerinde/ anne bul beni." diye seslenir Bandista tüm Cumartesi Annelerine… O annelerin mücadelelerine…

 Polis Cumartesi Annelerine saldırdı geçen gün. Neydi ki sebep? Evladının terörist olduğunu düşündüğünüzden mi? Olsun… Kürt, komünist, anarşist, Ermeni? Olsun… Birilerinden farklı düşündüklerinden mi? Olsun… Onlar birer anne… Ve bir annenin evladının başına ne geldiğini bilme hakkı yok mudur? Peki o annelerin evlatlarının başına gelenlerden haberdar olmamaları, öğrenmek adına yıllardır üşenmeden, sessiz bir eylem gerçekleştiriyor olmaları hiç mi vicdanlarınızı yaralamıyor?

Benim bir yerlerim ağrıyor o günden beri. 
Utanıyor bir yerlerim… 
Bir ad koyamıyorum ben bu ağrıya da utanca da… 
1997’den 2018’e aynı tarifsiz acı ve aynı muamele!... 
İnsanın kayıp olan evladını aramasından daha masumane ne olabilir ki? 
Ya kayıp olan sizlerin evladı olsaydı?...

Zaten yeterince zor olan annelik vasfını daha da zor koşullar altında devam ettiren ve bir de bunun üstüne bununla suçlanan kadınlardır onlar... Ne olursa olsun, anne olmaya devam eden, çocukları için var olan kadınlardır bu insanlar... Bu nasıl bir yargılama gücüdür ki bir hükme varılmış tüm kayıplar hakkında ve annelerin annelik hakları yerden yere vurulmuş… Üzgünüm… İnsanlığım hazmetmiyor tüm bunları…

Evet Cumartesi Anneleri Hareketi bir sivil itaatsizlik eyleminin tüm niteliklerini içerisinde barındırıyor: İzin alınmaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu ihlal edilerek yapıldığından yasadışıdır. Ancak Cumartesi Anneleri bütün yasal yollar denendikten sonra başka çare göremedikleri için bu yola başvurmuşlardır, bu nedenle hareketin meşruluğu tartışılamaz duruma gelmiştir. Eylemcilerin çoğunluğun dikkatini gizli tutulan insan hakları ihlallerine çekmek için kamu vicdanına barışçıl yollarla seslenmeyi seçmeleri nedeniyle şiddet reddedilmektedir. Sistemin geneline değil, sistem içindeki ciddi bir haksızlığa (yaşama hakkının ihlal edilmesine) yöneliktir; talep kayıp vakalarının ortaya çıkarılması ve benzer olayların artık yaşanmaması için kamuoyu oluşturmakla sınırlanmıştır. Ayrıca alenidir; bu unsur her cumartesi yarım saatlik oturma eylemi ile kendini göstermiştir. Bir de eylem o an oradan geçmekte olan herkese açık olduğundan, herhangi bir parti etiketi yahut grup hegemonyası mevcut değildir. Hatta katılımcılardan biri eylem sırasında belirlenmiş hedeften, yani kayıp vakalarından başka herhangi bir konuda konuştuğunda diğer eylemciler tarafından durdurulmaktaydı. Yani anlayacağınız masumane bir eylem… Kimseye zararı olmayan bir eylem… 


Bir acıya kiracı annelerdir bunlar... Yıllar yılı öldü mü kaldı mı diye belki bir umutla ama ciğerleri yanarak yaşadılar… Şimdiyse devletten istedikleri çocukları değil, varsa cesetleri veya mezar taşlarıdır…  Allah’ın kimseye böyle bir acı yaşatmamasını isteriz… Ama nasıl kıydınız o annelere?... Sızlamadı mı hiç yürekleriniz?... 

Bu güzelim ülkede acılar karanlıkta bırakıldığı için yazıklar olsun… Vicdanlar sürekli kanadığı ve kanatıldığı için yazıklar olsun… Eğer bu ülkeye gerçek bir barış ve huzur gelmiyorsa hep bu yüzden değil midir? Barışa hasret yaşıyoruz… Adalete hasret yaşıyoruz… Bu ülke ve bu güzelim ülkenin hiçbir ferdi bunu hak etmiyor… Ne olur görün artık…

Arzu KÖK

9 Ağustos 2018 Perşembe

Eğitim Sistemimiz!... - Arzu KÖK

Eğitim Sistemimiz!...

Üniversiteye ve ortaöğretime geçiş sınavlarının sonuçları açıklandı geçenlerde. Bir anda toz duman oldu ortalık. Zira sonuçlar hepimizi dehşete düşürdü. Bir baksanıza:

Branş                             Soru Sayısı                 Yapılabilen Ortalama Soru Sayısı

Türkçe                               40                                           16.179
Sosyal Bilimler                 40                                            6.003
Temel Matematik              40                                            5.642
Fen Bilimleri                     20                                            2.828

Temel Yeterlilik Sınavı TYT’de durum böyle de Alan Yeterlilik Sınavı AYT’de durum farklı mı? Daha da beter!...
 
Branş                                    Soru Sayısı                     Yapılabilen Ortalama Soru Sayısı

Türk Dili Edebiyatı                  24                                             4.743
Tarih-1                                     10                                              1.617
Coğrafya-1                                6                                              2.271
Tarih-2                                     11                                              1.465
Coğrafya-2                              11                                              2.856
Felsefe Grubu                         12                                             2.017
Ek Felsefe Soruları                  6                                              2.098
Matematik                               40                                              3.923
Fizik                                        14                                              0.467
Kimya                                     14                                              1.109
Biyoloji                                   13                                              1.669

2 milyon 230 bin gencimizin yarısı taban puanın (180) altında, sapı sapır dökülmüş!
Ortaöğretime geçişte de durum daha mı iyi derseniz maalesef değil. Hatta daha da beter diyebiliriz. Al birini vur ötekine…

Sayılar, oranlar, üste çıkanlar, altta kalanlar… Açıkta kalıp beklemeye alınanlar, beklediği okul yerine beklemediği yerlere kaydı yapılanlar…

Aslında tüm bu sonuçlar; eğitim emekçilerinin, sendikaların bütün öneri ve uyarılarına kulaklarını tıkayan, öğrenci ve velilerin taleplerini görmezden gelen, 16 yılda eğitimi yap-boz tahtasına çeviren ve tümüyle bilimsel temelden, akılcılıktan yoksun hale getirenlerin yarattığı bir sonuçtur.  

Bütün yayınlanan veriler aslında adayların ve öğrencilerin değil, eğitim politikalarının başarısızlığını göstermektedir. Bu tablo, siyasi iktidarın, öğrencinin ilgi, yetenek ve yaratıcılığını geliştirmek yerine, kendisine sadakatle itaat edecek nesiller yaratma arzusunun sonucudur!... Okullaşma politikasından, öğretim programlarını oluşturmaya; öğretmen yetiştirme sisteminden, öğretmenlerin hak gasplarına; demokratik ve evrensel değerlerin yok sayılmasından, siyasi iktidarın yürüttüğü toplum mühendisliğine; devlet okullarına kaynak aktarılmazken, özel okullara öğrenci başına verilen binlerce TL’lik teşviklere kadar çok sayıda faktör bu tablonun oluşmasının temelini teşkil etmiştir. 

Eskiden, hükümet değişikliklerine bağlı olarak eğitimde değişen politik tercihlerin etkisinden bahsedilebiliyordu. İktidar partilerinin eğitim politikalarına göre doğru ya da yanlış yenilikler gerçekleşebiliyordu. Her gelen, kendi isteklerine göre eğitime bir şekil vermenin derdine düşebiliyordu. Fakat yıllardır aynı partinin yönetimi altındayken bu kadar sık değişiklik yapılmasını nasıl izah edeceğiz? Bir baksanıza son 16 yılda yapılan değişikliklere:


-2003 yılında katsayı farkı arttırıldı.
-2004 yılında eğitim müfredatında değişiklikler yapıldı.
-2005 yılında 3 yıllık olan lise 4 yıla çıkarıldı.
-2007 yılında Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS) yerine 6.7. ve 8.sınıfın sonunda girilen Seviye Belirleme Sınavı (SBS) geldi.
-2010 yılında 10 yıldır uygulanan Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sistemini değiştirilerek. Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sistemlerine geçildi.
-2010 yılında SBS, 3. yılın sonunda tek sınav modeline döndü.
-2010 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, yayımladığı bir genelgeyle tüm düz liselerin Anadolu liselerine dönüştürüleceğini açıkladı, uygulama hemen başlatıldı. 
-2012 yılında İlköğretimde kesintisiz 8 yıllık sistemden vazgeçildi, 4+4+4 sistemine geçildi.
-2012 yılında katsayı kaldırıldı.
-2012 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan "Dershaneler kapatılacak" açıklaması yaptı.
-2013 yılında ilk TEOG sınavı uygulandı.
-2017 yılında Erdoğan TEOG'un kaldırılması lazım açıklaması yaptı. Yerine LGS getirildi. Okullar vasıflı vasıfsız diye kategorize edildi.
-2017 yılında üniversite giriş sınav sistemi değiştirildi.  YGS ve LYS yerine YKS geldi. YKS sınavı da TYT ve AYT olarak ikili sınavdan oluşturuldu.

Tabii bir de son 16 yılda değişen eğitim sistemleri yanında neredeyse bir o kadar da Eğitim Bakanı değişti. Bir bakalım:

Necdet Tekin: 10 Temmuz 2002 - 19 Kasım 2002
Erkan Mumcu: 19 Kasım 2002 - 17 Mart 2003
Hüseyin Çelik: 17 Mart 2003 - 3 Mayıs 2009
Nimet Çubukçu: 3 Mayıs 2009 - 7 Temmuz 2011
Ömer Dinçer: 7 Temmuz 2011 - 25 Ocak.2013
Nabi Avcı: 25 Ocak.2013-23 Mayıs.2016
İsmet Yılmaz: 24 Mayıs 2016 - 9 Temmuz 2018
Ziya Selçuk: 9 Temmuz 2018/…

Tüm bunlar aslında eğitimle ilgili meselelerin sistemsel ve bütüncül olarak ele alınmamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle de sürekli değişen ve tutarsızlaşan bir eğitim sistemi üretiliyor. Peki, bu kadar belirsizleşen bir atmosferde, bir adım önümüzü dahi görmeden nasıl yol alabiliriz? Alamayız, alamıyoruz. Artık “Kervan yolda düzülür” de diyemiyoruz çünkü ortada ne kervan kaldı ne de yol. Mecnun gibi çöllerde dolaşıp duruyoruz...

Hepimiz kaygı doluyuz. Kaygımız, bu karanlık tablonun daha da derinleşmesidir. Bu nedenle bir an önce akılcı önlemlerin alınması gerekliliği söz konusudur. Bu karanlıktan çıkışın tek yolu, demokratik bir siyasi atmosferin sağlanması ve eğitimin kamusal, parasız, bilimsel, laik, nitelikli ve anadilinde örgütlenmesinin hedeflenmesinden geçer.

Çocuklarımızın bu durumu hiç mi birilerinin vicdanını sızlatmıyor, merak ediyorum doğrusu. Uykularını kaygısızca uyuyabiliyorlar mı? Hani bizler çocuklarımız adına uyuyamıyoruz da…

Aslında tüm bu sonuçlar açık bir alarm olsa da belki de çıkış yolu için bir atılımın da fitili olur diye umuyoruz. Zira bunca ana baba, genç ve çocuğun üzüldüğü yeter!... 

Artık eğitimin kamusal, parasız, bilimsel, laik, nitelikli bir şekilde organize etmenin bir yolu bulunmalıdır… Yoksa gelecekte ülkemizi, çocuklarımızı çok kötü günler bekleyecek… İzin vermeyin!...

Arzu KÖK