27 Mayıs 2015 Çarşamba

Gençler Neden Mutsuz Acaba? - Arzu Kök

Gençler Neden Mutsuz Acaba?

Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre dünyanın en kızgın ve mutsuz gençleri Türkiye’de yaşıyormuş… Bunu biz söyleseydik ‘Bunu da nerden çıkardın, gençlerimiz çok mutlu’ diye sorarlardı adama. Ama şimdi bunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü. 

Acaba neden mutsuz gençlerimiz veya bizler ve onlar bunun böyle olduğunu neden düşünüyor acaba?   İşte size çoktan seçmeli bir sorunun şıkları;

a) Gençlerimizi mutsuz ve kırgın kılan her gün duydukları ölüm haberleri mi? 
b) Hemen yanı başımızda, Suriye’de, patlak veren savaş  mı?
c) Dinin siyasette ve toplumun her alanında giderek çok daha etkin olmasının gençlerde yarattığı, ‘hayat tarzı tercihlerimiz ellerimizden alınıyor’ duygusu mu?
d) Gelir adaletsizliği mi?
e) Yoksa hepsi birden mi?

Sürekli söylenen şey “ülke ekonomisi çok büyüdü.”  Doğrudur belki. Ama birileri zenginleşirken diğer tarafta yoksulluğun derinleştiği bir ekonomide bırakın gençleri kim mutlu olabilir ki? Ekonomi büyüyor ama genç işsiz oranı çok yüksek seviyelerde geziyor. Neredeyse her beş gençten biri işsiz bu ülkede.  İş bulabilenlerde asgari ücret ya da belki az biraz üstünde bir maaşa köle gibi çalıştırılıyor.  Üstelik bir de iş bulabilenlerin kayıt dışı çalıştırılması durumu da söz konusu. Milyonlarca genç artık iş bulma ümidini kesmiş ve artık iş bile aramıyor. Böylesi bir durumda nasıl mutlu olabilir bir genç?

Türkiye OECD ülkeleri arasında en çok yoksula sahip ülke olarak gösteriliyorsa, OECD ülkeleri arasında bebek ölümleri konusunda ilk sıraları kimselere kaptırmıyorsa, eğitim olanaklarına ulaşım ve kabul edilebilir yaşam standartları açısında Birleşmiş Milletler sıralamasının üçüncü liginde yer alıyorsa yaşadığınız ülke nasıl bakabilirsiniz ki geleceğe umutla? 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun bir ev içerisinde yaşayanların tüketim harcamaları ve istihdam verileri incelendiğinde; her 100 evde 375 kişinin yaşadığı ve her eve ortalama 4 kişi düştüğü görülüyor. Evde çalışan kişi sayısı yine bu araştırmaya göre 100 evde 108 kişi olarak gösteriliyor, yani her evde bir kişi çalışıyor. Şimdi bu durumda hem ucuza çalışmak zorunda kalacak, hem de kendisinden başka üç kişinin daha yükünü omuzlamak zorunda kalacak bir genç nasıl mutlu olabilir ki? 

Eskiden eğitim düzeyi artıkça işsizlik oranının düşerdi ülkemizde. Bu nedenle gençler üniversiteye girmek için çabalar, üniversiteleri ‘işe açılan kapı’ olarak görürlerdi. Oysa son verilere bakıldığında işsizlikte meydana gelen azalmanın büyük kısmı düşük niteliklerden kaynaklanmakta. Yani artık üniversite eğitimi almış olmak adeta işe yaramaz olmuş.  İş-Kur’a  şoför, ütücü, çaycı, bekçi, boyacı olarak çalışmak üzere o kadar çok üniversite mezunları, yüksek lisans mezunları başvurusu var ki şaşar kalırsınız baktığınızda. Nasıl olsa üniversite eğitimi bir işe yaramaz gözüyle bakmaya başlayan gençler olunca bu ülkede üniversite kontenjanları boş kalmaya mahkum  olacaktır tabii ki. Ne yapsın bu gençlik?

Dünya Bankası’nı uyarıyor: “Türkiye’de yüzde 18 olan gençler arasındaki işsizlik, dünya ortalaması olan yüzde 12’nin çok üstünde. Genç nüfusundaki işsizlik oranının akıl ve beden sağlığını tehdit ediyor, şiddet ve suçu artırıyor.”  Ama kimin umurunda bunlar?

Gerçekten de ülkemizde sinirler çok gergin, eller daima tetikte. Karısını dövenler mi dersiniz, öldürüp bırakanlar mı, adliye önlerinde kendi adaletlerini arayanlar mı dersiniz, trafikte yol kavgası yüzünden birbirini vuranları mı? En basit görünen gündelik tartışmalar bile alevlenip büyük kavgalara dönüşebiliyor. Bunları görmek için bu raporlara gerek var mı sorarım şimdi herkese? Tanık olmuyor muyuz her geçen gün bunlara? Eeee şimdi nasıl mutlu olsun bu gençler?

Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmasına göre gelecek kaygısıyla mutsuzluğun arasında güçlü bir ilişki varmış.  Gelecek beklentisi düştüğü ölçüde mutluluk oranının da o kadar düştüğünü söylüyorlar. Peki dünyanın 10 büyük ekonomisi içerisinde gösterilen ekonomisi ve bölgesinde “büyük devlet” olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin gençlerine verdiği umut ne kadar? Koca bir hiç, yazık ki. 

                                                                      Arzu Kök

22 Mayıs 2015 Cuma

Gençleri Eleştirmek - Arzu Kök

GENÇLERİ ELEŞTİRMEK

Birkaç orta yaşlı insan bir araya geldi mi başlıyorlar gençleri eleştirmeye. Gençleri eleştirmeye ne kadar çok meraklılar değil mi? Neler söylenmiyor ki? 

” Gençler okumuyor, okusa da ciddi şeyler okumuyor, ciddi şeyler okusa da anlamıyor... İşleri güçleri bilgisayar başında oturmak, televizyon izlemek, internette chat yapmak, telefonda sürekli arkadaşlarıyla konuşmak. Hem de boş konuşmak… Politikayla ilgilenmiyorlar. Ne dünya sorunları, ne de ülke sorunları konusunda bilgileri yok... Derin ve sürekli ilişki kuramıyorlar, hep geçici ve yüzeysel ilişkiler kuruyorlar, çoğu da maddi çıkara dayanan türden ilişkiler.” 

Bu eleştirilerde haklılık payı var mıdır? Varsa bu durumun tek sorumluları bu gençler midir? Şöyle bir durup düşünmek gerekmez mi? Günümüzde gençler ile ana babaları arasındaki farkın, şimdiye kadar hiçbir kuşakta görülmedik kadar derin ve sarsıcı olduğunu görmeliyiz ilk önce. Türkiye'de oldukça güçlü bir orta sınıfın oluşmasıyla birlikte toplumun yaşam biçimi de değişti. Otomobili olan, yazları tatile giden, çocuklarını özel okullara gönderen, eve bilgisayar ve internet hizmeti alabilen, bütün aile fertlerinin cep telefonu taşıdığı, eski kuşaklara göre daha liberal ilişkilerin olduğu aileler var oldu. Böylesine köklü şekilde değişen bir aile yapısının yeni kuşaklar üzerinde derin farklılıklar yaratması kadar doğal bir sonuç yoktur.

İkinci bir neden de, teknolojide meydana gelen değişikliklerdir. Günlük yaşamımızı büyük bir şekilde değiştiren cep telefonu ve internet o kadar çok yaygınlaştı ki. Tabii bir de buna uydu yayınlarını da ekleyebiliriz. Sınıf yapısında meydana gelen değişikliklerle beraber ortaya çıkan bu teknolojik yenilikler, yalnız yaşam kalitemizi etkilemekle kalmadı, aynı zamanda hayat anlayışımızı, dünyayı algılayışımızı, beklentilerimizi de değiştirdi. 

Böylelikle de doğal olarak bir önceki kuşaktan çok farklı yeni bir insan modeli oluştu. 'Gençler okumuyor!' deniyor. Evet bir anlamda doğrudur. Zira, görsel kültür günümüzde o kadar çok ağır basıyor ki nedeni budur diye düşünüyorum. Yine önemli olan fark daha vardır ki, gençlerin bilgiye ulaşma kanallarının değişmiş olması. Birkaç dakikada internet sayesinde istedikleri bilgiye ulaşma olanaklarına sahipler artık.! Evet tüm bunlar disiplinli okumanın vereceği sistematik düşünme yeteneğini geliştirmelerinde onları zorlayacaktır ama yazıktır ki bunun da kolay ve hazır bir çözümü halihazırda bulunmuş değildir.

Gençlerin 'maddiyatçı', 'bireyci' olduğu, politikayla, ülke ve dünya sorunlarıyla pek ilgilenmedikleri eleştirisine gelince... 12 Eylül'ün ve aşırı liberal politikaların bir mirası değil midir bu sonuç? Üniversite örencilerinin siyasal partilere üye olmasını bile yasaklamadı mı bir ara? Aileler 'Aman yavrum, politika tehlikelidir, etliye sütlüye karışma' diye yetiştirmedi mi çocuklarını? 'Köşeyi dönmek' bir ideal olarak sunulmadı mı? Ne bekliyorduk ki? Aslında bir önceki kuşağın yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen az bir kesim bile olsalar gençlerin nasıl olup da hâlâ politikayla ilgilendiklerine şaşmalı aslında. 

Onlar yepyeni bir dünyanın çocukları. Hem onları yetiştiren kuşak sizlersiniz. Bu nedenle çok da eleştirmeye hakkınız yok. Ya da kim bilir, belki de biraz da kıskandığınız için mi eleştiriliyorsunuz onları bu kadar? Ne dersiniz?

                                                                     Arzu Kök

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Gençlerden Mesaj Var - Arzu Kök

        GENÇLERDEN MESAJ VAR


Bizler bu ülkede doğmuş, bu ülkenin okullarında okumuş, 16-30 yıldır bu topraklarda yaşayan, şiddetle hiçbir alakası olmayan, genç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak  ülkenin son durumundan fena halde rahatsızız. 

 'Gençler geleceğimiz' edebiyatının dibine vurulmuştur. Bu nedenle de geleceği belirsiz gençlerin yaşadığı bu topraklarda rahatsızlığımızı devletin pek de takmayacağını öğrenmiş olacak kadar da yetişkiniz.


Yine de cumhuriyetin gençlere emanet edildiğinin en çok söylendiği 19 Mayıs günü, bu emanetin üzerimize yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmek adına; sorunun bu hale gelmesinde sorumluluğu en az olan, elleri en temiz olan biz gençler; 
ortak geleceğimizin karartılmasından duyduğumuz rahatsızlığı bütün ülkeyle paylaşıp tarihe not düşmek istiyoruz.

Bizler bundan yıllar önce cumhuriyeti emanet alan gençlerin yaptıkları yanlışların faturasını ödüyoruz. Zira gerektiği gibi sahip çıkmamışlardır cumhuriyete. Yıllardır bağıra çağıra gelen her türlü tehdide dur deme azmini gösterememişlerdir. 

Sorunların çözümü için, daha az demokrasi ve özgürlük, daha çok korku ve güvensizlik   vaat eden uygulamalar içine girilmiş yıllarca insanımız birbirine kırdırılmıştır. 'Baba'dan kalma usullerden vazgeçmeyen bu kafayla gidilirse, sorun çözülmeyeceği gibi toplumsal gerilim de artacak.

Eğitim var mı yok mu belli değil. Oysa ki eğitim bir ulusun gelişmesinin olmazsa olmazıdır. Ancak uygulanan politikalarla eğitim neredeyse durma noktasına getirilmiştir. Hatta özelleştirilmesi yönünde büyük çalışmalar yapılmıştır. Eğer eğitim ciddi anlamda düzeltilmezse bu ülkenin sonu felaket olacaktır.

Sağlık hizmetleri yine özelleştirme kapsamına alınmıştır. Halkın olmazsa olmazları birer birer elden çıkarılmaktadır. Buna dur denilmelidir.

Ülke toprakları parsellenerek satılmaktadır. Yıllar önce savaşarak topraklarımızın tek bir santimetresini dahi alamayanlar bugün dönümler alabilmektedirler. Yer altı ve üstü kaynaklarımızın dış sermayelerimizin emrine verilmiştir. Zenginliklerimizin kıymeti bilinmeli ve bunlar doğru kullanılarak tüm dış borçlarımız kapatılmalı ve dış güçlere bağımlılığımız ortadan kaldırılmalıdır.

Hukuk düzenimiz yerle bir edilmiştir. Hükümetlerin işlerine gelmeyen bir durum olduğunda hukukçularımız hedef gösterilmiş ve gözü dönmüş taraftarları tarafından canlarına kastedilmiştir. Hukuk sistemimizin yeniden düzeltilmesi gerekmektedir.

Bugün sorunların çözümü doğrultusunda hiçbirimizin önüne bir gelecek ufku sunmayan mevcut tüm siyasetler ve söylemler iflas etmiştir. 

Bugün barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana cesur ve samimi yeni bir söz söylemek gerekir. En az bizim kadar bu iflasın farkında olan sorumluluk sahipleri tarihi sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.

Çünkü bu coğrafyada kimsenin sorumsuzca hareket etmeye hakkı yoktur. Yoksa bu ateş hepimizi yakar. “Bu gök deniz nerede var nerede bu dağlar taşlar!” 

İstikbalde dahi bizi tüm değerlerimizden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici herkes bilsin ki; çözümsüzlükten siyasi medet umanlara, ekilen düşmanlık tohumlarına aramızdaki muhabbeti kurban etmeye artık hiç niyetimiz yok! 

Küresel adaletsizliğe, savaşlara, demokrasimizin çıtasını yükseltmeye, hukukun üstünlüğünü sağlamaya, her alanda eşitsizlikleri gidermeye, refah ve gülen yüzler artırmaya çalışılmalıdır. 
         
Korkma! 

Bu sorunlar çözülecek, bu coğrafyada özgür, mutlu ve başı dik yaşamanın bir yolunu mutlaka bulacağız. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!
         
Korkma! 
        
Hesabı sorulmamış hiçbir cinayet, hiçbir hukuksuzluk kalmayacak, kimse hukukun üstünde olmayacak kimse hukuksuzluğun altında ezilmeyecek. Şemdinli'de de, Ankara'da da!
       
Ve artık korkma ve kimseyi de bununla korkutma; ülke bölünmez, rejim de yıkılmaz! 
     
Demokrasi, barış, refah, huzur hepimizin hakkıdır! 

Muhtaç olduğumuz kudret de damarlarımızdaki kanda saklıdır.

Ne mutlu cesaretle bunu söyleyebilenlere!

Haykırabilenlere!...
       
Atam, emanetine şimdiye kadar gerektiği gibi bakılamamış, ama biz bugünün gençliği olarak bu emanetin en büyük koruyucuları ve savunucuları olacağız. 
       
Söz veriyoruz.

                                                                      Arzu Kök

7 Mayıs 2015 Perşembe

ANNEM’E - Arzu KÖK

 ANNEM’E

Yaşam gidilmesi gereken bir yol, yolculuk ise ben ortalarında sayılırım bu yolun. Ama hala çocuğum ben… Ve bu dünyanın tüm olumsuzluklarına, zorluklarına, çocukluğuma rağmen direnebiliyorsam bu senin sayende.  Çünkü bu çocuk senin eserin…


Kendimi en zayıf, en çaresiz, en umutsuz hissettiğim anlarda aradığım tüm gücü senin ellerinde, gülümsemende, sımsıcak yüreğinde buldum. İşte bu nedenle varlığın benim için çok değerli ve vazgeçilmezdi. Oysa sende bir insandın, senin de zayıf olduğun anlar vardı, ama hiç hissettirmedin bana bunları. Her zaman dimdik ayakta,  onurlu ve güçlüydün. Bu nedenledir ki hep rahat oldum. Çünkü biliyordum ki senin gibi sığınılacak bir limanım vardı. Her fırtına sonrasında senin sakin sularına yanaşırken yaralarımın sarılacağını, acılarımı dindireceğini biliyordum. Kokmuyordum yaşamdan, zorluklardan. Rahattım, özgürdüm sayende…

Kalemi güzel kullanabildiğine, duygularını rahat ifade edebildiğine inanan ben, şuan acizim. Sanki yetmiyor kelime haznem, ne yazacağım, yazmalıyım şaşırıyorum. Hani aşkı anlatmak zordur derler. Ama şuan bana öyle geliyor ki aşkı sevdayı yazmak daha kolay. En zoru seni yazmak, seni anlatmak.  Seni nasıl anlatabilirim ki? Yüreğinde besleyip büyüttüğün sevgiyi ifade edebilecek bir kelime var mıdır bilmiyorum. Kelimeler etrafında dolanıyorum, ama acizim.

Düşünüyorum; “Bana kattıklarının, verdiklerinin karşılığı var mı?” diye. Yok…. Bulamıyorum… Hiçbir karşılığı yok. Örneğin; dünyanın bütün çiçeklerini tek tek ellerimle toplayıp yollarına serseydim, bana olan sevginin karşılığını verebilir miydim? Ya da kesinlikle değer bile ölçülemeyecek kadar kıymetli, Kaşıkçı elmasından da büyük bir elmas, yakut, pırlanta ile karşına çıksaydım bu bana verdiğin canın kıymetini karşılayabilir miydi? Asla… Senin verdiklerinin karşılığı yok bu yalan dünyada.

Beni çok iyi tanırdın güzel annem. Bilirsin çok vurdumduymaz oluyorum bazen. Hatta bazen sen bile bana “gamsız” derdin. Şimdi düşünüyorum da belki de sen bu kadar çok gam çektiğin için ben gamsız olmuşumdur? Yanımda olmadığın zamanlarda sensizliğe direnmeyi, acıları içime gömüp başım dik gezmeyi hep sen öğrettin bana. Hep içimde taşıdığım seni gittiğim her yerde. Sensizlik mi? Hayır… Aklıma bile gelmezdi böyle bir şey. Hep yanımda olmalıydın. Aksini düşünmek bir istemiyordum. Ama kader ayrılıkları veriyor işte annem. Hiç ayrılmak istemezken sonsuzluğa uğurlamak zorunda kaldım seni ve koca üç yıl geçti üzerinden.

Annem, canım benim. Sana olan sevgimi anlatacak kelime bulamıyorum. Kelime haznem çok dar, yetersiz kaldı bu konuda. Ama biliyorum ki ben dünyanın en şanslı insanıyım. Çünkü senin gibi bir annenin kızıyım. Sen benim geçmişim, bugünüm, geleceğimsin.

Teşekkür ederim canım annem. Beni sevdiğin, beni özlediğin, beni koruduğun, beni sarıp sarmaladığın, beni var ettiğin, büyütüp bu günlere getirdiğin, her zaman, her zorluğa rağmen, hatta sensizliğe rağmen dimdik hayatta kalmasını öğrettiğin için teşekkür ederim anneciğim.… Nur içinde yat…



                                                                     ARZU KÖK