19 Kasım 2016 Cumartesi

Tecavüz - Arzu KÖK

Tecavüz…

- Doğu'da, Irak ve Suriye'de savaş hali var...
- Dolar 3.40'ı aşmış...
- 'Başkanlık gelmezse batarız!' feryatları ediliyor...
- Adaletin, demokrasinin, barışın, insan haklarının lafı bile edilmiyor...
- Devlet kurumları tamamen iflas halinde...
- Ekonomi çökme noktasına gelmiş... 
- ... v.b


İşte tüm bu keşmekeşin içinde hem gündem değiştirmek hem de itiraz gelmezse amaca biraz daha yaklaşmak adına gündeme geldi bu tasarı.  'Sinir uçlarına dokunması olası olmayan' bu kanun tasarısının aniden ortaya çıkıvermesi, bir tesadüf müdür sizce?... Açıkçası pek öyle gelmedi bana.

Aslında güzel ülkemiz son kırk-elli yılda tarihinde hiç olmadığı kadar İslamileşti. Zaten son 14 yıldır da İslamcı parti tarafından yönetiliyor. Mesai saatleri bile artık namaza göre düzenleniyor oldu. Eğitim öğretim İslamileşti, okullarda Cuma namazına göre ders yapılmasına ilişkin genelge bile yayımlandı. Evet, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar İslamileşti ama ahlakını ve aklını bugünkü kadar yitirdiği bir dönem görmedim ben açıkçası. Göreniniz var mı bilmem…

Güzel ülkemiz yazık ki hırsızlık, yolsuzluk ve ahlaksızlık pençesinde kıvranıyor. Anasının çıplak dizinden, öptüğü kız evladından bile tahrik olduğundan dem vuran yaratıklar, din-iman edebiyatıyla çocukların üzerinde tepiniyor, yetmiyor,  ensestin,  livatanın iğrenç dehlizlerinde dolanıyorlar. “Güzel ahlak dini” İslam’ın bekçisi olması gereken Diyanet ise akıl almaz fetvalarıyla(En azından bugüne kadar gazetelere yansıyanlara bakmak yeterli) ahlaksızlığa çanak tutuyor. Bir kızın erkek arkadaşıyla yan yana oturmasını günah sayanlar, 13 yaşında evlenmesini uygun görüyor. Şimdi bu yasa tasarısı ile de desteklenir hale geliyor.

Unutulmamalıdır ki tecavüz bir namus meselesi değildir. Tecavüz edilenin namusu kirlenmez, zarar görmez. Güveni, ruhu, bedeni zarar görür... “Namusunu temizledi, namusu kirlendi, ne giymişti, orada ne arıyordu?” bakış açılarının değişmesi gerekir artık. Zira böyle yapılarak her seferinde tecavüzcü ile empati kurulur. Bu ise en büyük sakıncadır. Bir varlık tecavüze uğradığında, dayak yemiştir, işkenceye maruz kalmıştır, fiziksel ve ruhsal şiddete uğramıştır, sessiz kalıyorsa tehdit ediliyordur, sessiz kalıyorsa bu toplumun rezil bakış açısından dolayı kendinde bir suç görüyordur. Kadına, çocuğa, hayvana yapılan tecavüze sebep bulmak, şakasını yapmak bir yerde tecavüzcünün kendisini haklı görüp, yaptığının doğru olduğuna inandırmaktır. Şimdi ise bu yasa, adeta tecavüzcüye hediye niteliği taşıyor. 

Tekke ve zaviyeler neden kapatılmıştı biliyor musunuz? Çünkü o günlerde de, sübyancılık ve haşhaşilik had safhaya ulaşmıştı. Günümüzde ise vakıflar aracılığıyla tekke ve zaviye çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. “Hilafeti getireceğiz!” diyenlerin, tarikatlara sivil toplum örgütü diyenlerin neleri amaçladığı artık anlaşılıyor mu acaba?

Din yoluyla insanın ruhunu, iç dünyasını ele geçirip, her türlü insani hak ve özgürlüğünü elinden alıp -yaşama hakkı dahil- köleleştirirsin. Düşünemeyen bir robot haline getirdiğin, zihnini kontrol ettiğin zavallılardan canlı bombalar yetiştirmen hiç de zor değildir.

Tecavüze uğrayan ve karşı koyacak gücü olmayan mağdurların, zorba ile aralarında efendi-köle ilişkisinden daha ağır, asalak bir bağ oluşur, tıpkı sırtına yapışan keneye bir şey yapamayan hayvan gibi çaresizce kabullenirler. Aralarındaki bu kirli sır, kurtulamadıkları parazitler gibi dışarı atılamaz, “öğrenilmiş çaresizlik” tam anlamıyla budur ve geneleve mahkûm edilmiş sermaye gibi ortamdan kaçıp kurtulamazlar. ‘Depremle yaşamaya alışmalıyız’ diyen sivri akıllıları biliyorsunuz. Tecavüzle yaşamaya alışmış mağdurlara verilen vaatler vardır; “Eline fırsat geçtiğinde sen de aynısını bir başka zayıfa yaparsın, bu devran böyle döner oğlum”.

Tecavüz meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Oysa tecavüzden belini doğrultamayan bir toplum isyan edemez. Böylesi bir toplum, işgal ordularının yaptıklarını birbirine yapar, toplama kamplarını kendi iradesiyle kurup, kendi çocuklarına tecavüzü organize eder. İşte istenilen ümmet türü. Bundan âlâ ümmet mi olur?

İşte bu nedenle analara seslenmek istiyorum. Uyanın artık... Sizler de bu ülkenin erkek vatandaşlarıyla aynı haklara sahipsiniz. Aslında daha daha fazlasınız. Anasınız, ablasınız, bacı, kardeş, eş ve çocuksunuz. Hatırlayın, sizler Ulusal Kurtuluş Savaşımızı nasır tutan elleriniz ve sevgi dolu yüreğinizle kazanmadınız mı? Kurtuluş Savaşında eli silah tutan Fatma Bacım gibi, ülkesini savunmada kahramanlık destanı yazan Nene Hatun gibi, adı bu ülkemizin topraklarına karışan binlerce anamız bacımız gibi direnelim ve bu yasaya karşı çıkalım. Cinsel istismara uğrayan çocuklarımız bu yamyamların eline bırakılamayacak kadar değerlidir. 

Lenin’in dediği gibi: “Dokunulmazlığı olan tek sınıf çocuklardır.” Kimsenin çocuklarınıza, çocuklarımıza dokunmasına izin vermeyelim.


Arzu KÖK

7 Kasım 2016 Pazartesi

Atatürk'ü Anlamak - Arzu KÖK

Atatürk’ü Anlamak…

“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir. “ ( 1929) 
                                                                                    Mustafa Kemal  ATATÜRK      

Peki Türk Ulusu ne kadar anladı Atatürk’ü? Günümüze baktığımızda hiç denecek kadar az olduğunu gözlemliyorum ve içim acıyor. Günümüzde açıkça ortaya çıkan ve pervasızlığı marifet sanan karanlık odaklar tarafından Atatürk düşüncesine yeni düşmanlıklar üretilmekte, hedefler saptırılmaktadır ve ne acıdır ki Türk Ulusu da sessiz kalmaktadır tüm bu olup bitenlere.

 Çağdaşlığa karşı geliştirilen düşmanca karşı devrim girişimleri, demokrasinin nimetleri de kullanılarak zaman içinde gelişmiş, devlet kurumlarında kökleşmeye başlamış ve artık cumhuriyet kazanımlarını hedef almaya başlamıştır. Kendi kafa çemberi dışında düşünce ve görüş kabul etmeyen, fakat çok ustaca bir maskeleme yoluyla takiyye yapan kadrolar, rejimi hedef alan yapılanma içinde olmayı sürdürmektedirler.

Farklı düşünce ve inançta olmanın zenginliği esasına dayanan çağdaş toplum olmanın gerekleri belli noktalarda yoğunlaşmaktadır. Bunların başında da laiklik gelmektedir. Toplumsal değerlerin çatışmadan bir arada yaşamasını sağlayan değer yargısı olan lâikliğin önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bugünü ve geçmişi kıyaslamak gerek… Hem lâik hem de Müslüman olunabileceğini Atatürk, Cumhuriyet rejimi ile göstermiştir. Ancak bunu hazmedemeyenler sürekli Atatürk düşmanlığını teşvik etmiş ve desteklemişlerdir.

Dini motifler her toplumun bireyleri arasında  harç niteliğindedir ve bunu inkâr etmek yanlış olur. Ancak, dini motifleri kullanarak insanlar üzerinde, toplum üzerinde baskı unsuru kurmak isteyen siyasi iradeler birinci derecede demokrasi ve Atatürk düşüncesinin düşmanlarıdırlar. Hacı esansı kokulu yerel yönetimler tarafından uygulanmaya konulan ve yöresel olarak belli alanlarda oluşturulmaya başlanan yasaklar, aslında kişilerin yaşam biçimlerini gösteren yeme-içme alışkanlıklarını sınırlamak değil, kişilerin özgürlükler bütünlüğünün bozma, bozulma hedefinden başka bir şey değildir.

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini kurarken söylediği su ifade son derece önemlidir; “Cumhuriyetin kuruluşu ne bir soy, ne bir ideoloji ne de bir din üzerine kurulmuştur; cumhuriyeti kültür üzerine kurduk.”

Kemalist düşüncenin temeli de bu ifadelerde saklıdır. Bu nedenledir ki, bunlardan, cumhuriyetten asla ödün verilmemelidir. Atatürk’ü anlamak için cumhuriyet kazanımlarını, özgür yaşamanın derinliğini, ibadetini zevk ve huşu içinde yapmanın huzurunu anlamak gerek.

Atatürk’ün, cumhuriyetin temelini dayandırdığı kültür üzerindeki vurgusunu milletimiz, başta aydınlarımız anladı mı? Biraz şüpheli!... Çünkü Atatürk düşüncesini istismar edenler de, O’na düşman olanlar da, O’nun ticaretini yapanlar da, O’nun ardına sığınıp takiyye yapanlar da, esans marka ideolojilerini gerçekleştirmek için cumhuriyet kazanımlarını araç  olarak kullananlar da, aydın geçinen diplomalı aydıncıklardır ne yazık ki. Vatandaş Ahmet, Mehmet bundan zaten haberdar değil. 

Atatürk diyor ki; “Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki, inceleme ve araştırmalarımızı yaparken temel olarak çoğunlukla kendi ülkemizi, kendi tarihimizi kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı dikkate almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, diğer milletleri tanır, ama kendimiz kendimizi bilmeyiz.”

Kurtuluş Savaşı verilirken Atatürk’ün çevresindeki en yakın dostları O’na Amerikan mandası veya İngiliz mandası fikrini önerirken O, “Ya istiklâl ya ölüm” demiş ve uygulamıştır. Günümüzde de, tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi, ABD ve AB mandacılığının ötesinde uşaklık yapmaya hazır, idealsiz, ruhsuz insanların öttürdüğü köşe başı  isteriz çığlıklarına bakıldığında, o günün zor şartlarında mandacı olarak adlandırılanların, bugünkü uşak ruhlulardan çok daha vatansever oldukları açıktır.

Atatürk’ün Türk Milletine en büyük hediyesi cumhuriyettir. Etrafınıza bakınız; bugüne kadar Ortadoğu’nun sefalet çamurunda debelenmeyen bir Türkiye var olabildiyse bu, Atatürk ve Cumhuriyet rejimi sayesinde olmuştur. Bugün o bataklığın içerisinde olmamız ise Atatürk ve Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşmanın bir sonucudur. 

Dikkatli olmak, sıkı durmak, yere sağlam basmak gerek. Ülkemin ve de ulusumun hem dışarıda hem de içeride düşmanı çoktur. Tarih boyunca kendine en fazla düşman yetiştiren bir ulus olduk.

Atatürk’ün ifade ettiği bu hedef anlamında bir tarih bilinci eksiğimiz var ne yazık ki. Toplumuzda eksik bazı değerler, anlamalar, algılamalar sorunu var. Geçmiş tarihe, toplumsal algılama ve değerlere sahip çıkma sorunu var…

Atatürk’e göre bir ulusu ulus yapan değerlerin başında tarih gelir. Uygulamalarında tarihin yerini ayrı olduğunu belirtir. Çünkü tarih, ulusların hayatını ve sürekliliğini göstermektir. Tarihi olmayan uluslar sürekli olamamışlardır. Medeniyetler kuran ulusların sürekliliğini sağlayan tarih ve dil birliğidir. Tarih ve dil yaratamamış olan ulusların hiçbir şekilde iz bırakamadıkları bilinen bir gerçektir. Günümüzde ise bizler tarihimizden uzaklaştırılıyoruz.

Atatürk’ü anlamak demek; ideallerini görmek, yaşama geçirdiği fikirleri görmek, fikirleri duygulara dönüştürmek demektir… Bunlar başarılmadıkça cumhuriyetin ve demokratik yaşamın kazanımları yaşanmadan silinir gider.

Hiçbir şeyi günümüzdekiler gibi kendisi için, kendi egosunu tatmin etmek için yapmamış, her şeyi ulusu için yapmıştır. Fani dünyadan çekip gittiğinde de milletinin kalbinde silinmeyen bir iz bırakmıştır. Bir insan için bundan daha büyük bir varlık, değer, miras olabilir mi? 

Fi tarihinde öğretmen sınıfta öğrencilerine bir kompozisyon yazdırmak ister; Atatürk ile ilgili olarak bir konu verir; kompozisyon konusu; “Atatürk Türk Ulusu için neler yaptı?” Verilen sayfalar dolusu cevapları inceleyen öğretmenin dikkatini tek cümle içeren bir sınav kâğıdı çeker; “Atatürk ne yapmadı ki?”

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejimini yıkmak isteyenler de demokrasi merkezli Cumhuriyet idaresinde varlıklarını sürdürmekteler. Bu yıkıcı ve yok ediciler de varlıklarını Atatürk’e borçlular… Ulusun manevi değerlerini işportacı malzemesi yapan, karanlık kafalar da varlıklarını Atatürk’e borçlu…

Atatürk ve arkadaşlarının önderliğinde, Türk Ulusu ile birlikte, kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel kurumlarına kurşun sıkan zihniyetlerin oluşup gelişmesi de yine bu Cumhuriyet sayesinde olmuştur. Cumhuriyete düşman yetiştirilen karanlık kadrolar da, Atatürk’ün kurduğu rejim sayesinde devlet idaresinde söz sahibi olmuşlardır…

Tüm bu yaşanılacakları önceden görebilmiş olan Atatürk, geleceği gençlere emanet etmiştir. Geleceği gençlere emanet etmenin temelinde, sürekli ilerleme ve gelişme ruhu ve azminin yaşamasını, yaşatılmasını sağlama amacı vardır… Neden yaşlılara, orta yaşlılara değil de gençlere emanet ediyor Cumhuriyeti? Çünkü onlar gelecek demektir.

 Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi” bir şiir değildir… Geleceğe yönelik mesajdır, yol göstericidir. Gelecekte, nasıl özgür kalabileceğimizi anlatan bir söylemdir. Kullandığımız tüm özgürlükler bu söylemde saklıdır... Geleceğimize yönelik tehlike ve düşmanlara işaret ediyor, tehlikelere karşı korumaya çağırıyor...

Birlikte bir şeyleri yükseltebilmek,  yurt sevgisine sahip olmak, değerler bütünü kültüre sahip olmak demektir Atatürk’ü anlamak…

Bir coğrafyaya, vatan toprağına, bir dile âşık olmanın sorumluluğu ile hep birlikte güzel bir şeyler yapabilme özlemidir Atatürk’ü anlamak… 

Kırmadan, dökmeden, çatışmadan birlikte yapabilmek; varlığı da yokluğu da paylaşabilmektir Atatürk’ü anlamak…

Atatürk bizleri tek bir kişinin, padişahın kulu olmaktan değil aynı zamanda emperyalizmin esaretinden kurtarmış, esaret çemberini kırmış, vatandaşlığa gelmemizi sağlamıştır.  Birey olmamızı sağlamıştır. Kutsal kabul edilen tüm değerlerin yok olmasına, aşınmasına karşı durmuş; istiklâl demiş, vatan demiş, ulus demiş, bayrak demiş…

Bugün yine tek kişinin ve dolayısıyla emperyalizmin esaretine özlem duyup o yönde çalışanlar var… Bizler bu kazanımları korumalı ve Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma çabası göstermeliyiz. 

Atatürk’ü doğru anlamalı ve özellikle gençlerimize anlatmalıyız. Kemalizm’i, Kemalist düşünceyi şekilcilikte değil, dimağda, kafada özümlemeli ve aktarmalıyız gelecek kuşaklara.

Bilgide, bilimde, çağdaşlıkta Atatürk’ü anlamak gerekmektedir. En büyük görev de bu bilince sahip aydınlarımızdadır.

Varlık sebebimiz, Milli Mücadele Ruhu ve kazanılmış istiklâldir. Bundan vazgeçtiğimiz an sonumuz gelmiş demektir. Yazıktır ki haini bol bir toplumun parçasıyız. Bu anlamda aydınlarımız bir kat değil, yüz kat daha çok çalışmalıdır…


Arzu KÖK