23 Ocak 2019 Çarşamba

Hazırcılık!... - Arzu KÖK

Hazırcılık!...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu ülke ne çektiyse hazırcılıktan çekti, artık bu devri kapatıyoruz" dedikten sonra, "Bir ürün ve hizmetin ülkemizde üretimi mümkünse gerekirse daha çok para ve zaman harcayıp bu yönde hareket etmeliyiz" ifadelerini kullandı. Ancak 2002 yılından beri iktidarda olan bir yönetimin bugüne kadar hiçbir şey yapmaması sonucu her şeyimiz ithal hale gelmedi mi?

 Her şeyi bir kenara bırakırsak bile şöyle bir baktığımızda yüz yirmi altı ülkeden yüz otuz üç ayrı sebze ve meyveyi ithal etmekte Türkiye. Bunların arasında neler var, neler... Karpuz, elma, kereviz, sarımsak, susam, patates, lahana, marul, havuç, baklagiller, turunçgiller, kivi, enginar, üzüm, salatalık, armut, domates, kavun, ayva, erik, sivri biber, marul, nar, lahana, şeftali, kiraz, dolmalık biber, turp, patlıcan, muz, pırasa, hurma, zeytin, ceviz, buğday, mısır, pirinç, çay... Taze ve yaş soğan bile satın almaktayız dışarıdan. Pamuk ülkesi olarak pamuk ithal etmekteyiz. Kendi kendine yeten bir ülke, nasıl kendi karnını doyurmaktan aciz duruma geldi? Bir düşünmek gerekmiyor mu?  

Yukarıda sıralanan ürünlerin çoğu ülkemizde bolca yetiştirilmekteydi bir dönemler. Ne yazık ki yıllardır uygulanan yanlış politikalar nedeniyle köylülerimiz üretimden vazgeçti. Türkiye, uzun soluklu eğitim ve üretim çalışmasını becerememekte ne yazık ki. Gençleri sokaklarda bomboş gezen bir toplum, en değerli varlıkları için bir şeyler yapamamanın çaresizliğini hazırcılığa dönüştürmekte. Çok yazık değil mi?

Yerli üretimden kaçarak kendi kaynaklarını baltalayan bir ülkenin başarıya ulaşması düşünülebilir mi? Zira üretmeyen toplumlar dışa bağımlı hale gelir. Günümüzde olduğu gibi.

Yazık ki açık pazar olduk Batı’ya. Üstelik kürsülerde din-iman edebiyatıyla höykürdüğümüz Batı'ya… Biz onlara sövdük onlar bilim üretti… Biz onlara sövdük onlar bize ürün sattı…


Biz tembelliğe, hazırcılığa, döke-saça yemeye alıştık. Onlar daha çok çalışıp daha yeni şeyler üretmeye çalıştı. Sonuçta biz fakirleşip borçlandık, onlar paralarına para, güçlerine güç kattı…

Sistem yıllardır böyle kurulmuş, sen sadece yatıp uzanıyor ve olmayan parayı harcayıp "geleceğe" dair bol keseden borçlanıyorsun… Onlar çalışıyor, üretiyor ve kapına kadar gönderiyor... Her yerden alıyoruz… İyi alıyoruz… Güzel alıyoruz… Öyle bir alıyoruz ki, bütün dünya kıskanıyor… Boy boy, çeşit çeşit, renk renk… Nasıl olsa eloğlu defterin "gelecek" hanesine yazıyor şimdilik… Peki ya sonra…

Hatta o hale geldik ki gerçekten bu ülkenin değerleri olan fabrikaları bile elden çıkardık özelleştirme adına. Gerçek anlamda kendi üretimimiz olan bir şey kalmadı gibi… Ne olacak bu işin sonu? Düşünen yok…

Aslına bakarsanız eğer Cumhurbaşkanı bu sözlerinde ciddi ise ve bundan sonra üretim için bir çaba harcanaksa bu bizleri sevindirir. Zira zararın neresinden dönülse kârdır. Belki öncesinde yanlış politikalarla böylesi yanlışlar yapılmış ama bu geri dönüşü olmayan bir yol değildir. Umarım bundan sonra üretimin artması yönünde ciddi adımlar atılır diyorum…

Bu ülke hepimizin… Bu ülkenin geleceği, evlatlarımızın geleceğidir. Bu nedenle gerçekten de hazırcılık bir kenara bırakılıp üretim yeniden canlandırılmalı. Kapanan, kapatılan fabrikalarımız yeniden açılmalıdır. Tarlalarımızda üretim yeniden canlanmalıdır. İthalatın önüne bir set çekilmelidir.

Unutulmamalıdır ki “Üretmeden tüketen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.”

 Bizler ülkemizi seviyoruz…

Arzu KÖK

4 Ocak 2019 Cuma

Affet Bizleri Ceren!... - Arzu KÖK

Affet Bizleri Ceren!...

Güney Afrika’da bir üniversitenin girişindeki bir yazı şöyle der: “Bir ülkeyi yok etmek için atom bombası veya uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. Bunun için eğitim seviyesini düşürmek ve kopya çekilmesine müsaade etmek yeterlidir. Bunun sonucunda:1- Hastalar doktorların elinde can verir. 2- Binalar mühendislerin elinde çöker. 3- Para ekonomistler elinde kaybolur. İnsanlık dinci akademisyenlerin elinde ölür. 4- Adalet hakimlerin elinde yok olur. Eğitimin çökmesi bir ulusun çöküşüdür.”

 Bu sözün doğruluğu hiçbir şüphe götürmez bir gerçektir. Bu sözün ardından düşündüm de eğitimde çocuklara kazandırılması istenen davranışlar vardı. Onlar mı? 1- Saygı 2- Dürüstlük 3- Kitap okuma alışkanlığı 4- Kimseyle alay etmemesi gerektiği 5- Küfür sözcüklerini kesinlikle kullanmamak 6- Teşekkür etmeyi bilmesi gerektiği 7- Hayvan ve doğa sevgisinin anlamını 8- Erdemli insan olmanın gerekliliği 9- Zamanın boşa harcanmayacak kadar değerli olduğu 10- Kusurlarla dalga geçmemesi gerektiği… Bunlar sadece aklıma gelenler.

Bu edinimler çok basit ve sıradan kabul edilirdi. Ancak bunun önemi her geçen gün artan olaylarla yeniden gündeme oturdu. Eskiden veliler toplantılarda öğretmene evladı için, saygılı mı, dürüst mü diye sorarlardı. Şimdi ise soruları neti kaç arttı, neden 100 değil de 90 aldı? Veya “Çocuklar telefon bağımlısı oldu, ne yapalım hocam?” diye soruyorlar. Ama hiç düşünmüyor, o pahalı telefonları çocukların ellerine verenlerin yine kendileri olduğunu.  

Notları öğretmene, okul idarelerine yaptıkları baskıyla alan, hayatı boş beleş yaşayan ve hep öyle olacağını sanan, her şeyi kendine hak gören, insani erdemleri edinememiş, öz benliği, öz saygısı gelişmemiş, iç görüsü ve empatisi gelişmemiş, salt dürtüleriyle hareket eden çocuklar yetişiyor artık. Hayatın sınavlardan ibaret olduğunu öğreten, çocuğuyla ilgili hiçbir farkındalığı olmayan başta aileler olmak üzere tüm eğitim sistemi, eğitim kurumları, öğrencinin ve velinin karşısında köleleştirilen öğretmenler… Bunların hepsi Ceren Damar’ın ölümünde, yaşanan vahşette sorumludur. 

Affet bizleri Ceren!... Eğitim özelleştirilirken karşısında duramadık. Gün geçtikçe de özelleşen eğitimin bilime-bilim adamlarına verdiği değeri(!) gördük!... Bir slogandan korkanların ‘güvenlik’ kaygılarını da!... Affet bizleri Ceren!... Çocuktan-gençten katil yaratan sistem hepimizin gözleri önünde palazlandı, semirdi ve biz bir şey yapamadık. Sonuç mu işte başına gelenler…

Parayla-pulla eğitim olmaz. Zengin çocuklarının egolarını tatmin etmek değildir eğitim kurumları. Unutmayın ki her çocuk dünyaya bir melek olarak gelirken onu canavara, şeytana dönüştürenler ebeveynler ve ne yazık ki eğitim sistemidir. Yazıktır ki bizim eğitim sistemimiz özgün ve özgür düşünceli, yaratıcı, sanattan anlayan insanlar yetiştirmek istemiyor. İşte sonuç: Cehalet tunçtan bir heykel gibi karşımızda. Eğitim sistemi gün geçtikçe bilimsel çizgiden dinci çizgiye kaymakta. Belki de orada itiraz, eleştiri ya da yaratıcılık olmadığındandır, ne dersiniz? 

Eskiden karanlık, loş hücrelerde mum ışığı altında kitapların ezberlendiği Ortaçağ medreseleri yerine günümüzde modern binalarda öğretim yapan, adına ‘lise’, ‘üniversite’ dedikleri günümüz medreseleri geldi. Eleştirmeyin yok yere, sadece son zamanlarda uluslararası alanda kabul gören makale sayılarını inceleyin yeter. Ne kadar gerilediğimizi göreceksiniz. 

İşte tüm bunlar ve toplumu kutupsallaştıran, şiddeti meşrulaştıran yıkıcı politikalar son meyvesini Ceren olayı ile verdi. Tekrar söylüyorum ki bu olayda: Üniversiteleri ticari işletme, öğrencileri ise müşteri gören, değerli akademisyenleri olmaz iftiralarla meslekten ederken, üniversite eğitiminin ve üniversitenin insana kattığı gelişimin içini boşaltan, eğitimcileri itibarsızlaştıran ve bunun sonucunda nasıl acı hadiselerin yaşanacağını umursamayan, toplumun her kesimine, kutuplaştırıcı politika ve söylemlerle şiddeti aşılayan, kadına şiddete susan ve hatta çoğu zaman cezasız bırakma ya da az ceza verme suretiyle bu şiddete dolaylı olarak azmettiren, zihniyetin payı büyüktür.

Ceren'in, hepimizden alacağı var... Özellikle de eğitim öğretimi yaz boz tahtasına çevirip, bataklığa dönüştüren eğitim yöneticilerinden daha fazla da öğretmenlerden... Eğitim sisteminin şiddet üretmesinden her birimiz sorumluyuz, suçluyuz... Çocukları iyi eğitememekten, onlara sevgiyi kardeşliği, haklıyı, haksızı, emeği, alın terini öğretememekten suçluyuz... Bu sonuçtan kimse yakasını sıyırmamalı... Kimse sütten çıkmış ak kaşık olamaz...

Küfrün konuşmalara egemen olduğu, kültürün, sanatın, edebiyatın, müziğin, sinemanın insan yaşamından çıkarıldığı bir toplumda bu sonuçların ortaya çıkmaması şaşırtıcı olmaz mı?

Ceren hepimizi mahkemeye suçlu olarak gönderip gitti. Hakim karşısındayız şimdi. Doğruyu, yalnız doğruyu söylemek zorundayız...

Ülke yangın yeri, her taraf öfke...Sevgisiz bir toplum, saygısız insanlar üretmeye devam ediyoruz... Büyük küçük kavramı kalmadı... 

"Yasam büyüklerimi SAYMAK, KÜÇÜKLERIMİ SEVMEKTİR" diye bağırdığımız andımız yasaklandı, ne diyorsunuz!...

Okuduğunu anlayamayan, ama çalışan çalışmayan herkesin teşekkür, takdir  belgesi aldığı bir sistem... Öğrenci çalışsa da çalışmasa da sınıf geçilen bir sistem... Kendi dilini doğru dürüst konuşamayan ve yazamayan bir toplum...

Heyyyy nereye doğru gidiyoruz?... Daha doğrusu bu kafayla nereye gidebiliriz?...

Yazık ki eğitim sistemi düzelmedikçe Ceren son olmayacak. Yalnız bununla da kalmayacak, ülkeyi bile kurtarmamız güçleşecek. Geleceğe umutla bakamayacağız…  

Ceren hepimizin gözlerine bakıyor şimdi. Talihsiz bedeni ve yaşayamadığı hayatı toprak altına giderken, hepimizi suçlu ilan ediyor... Affet bizi Ceren!... Affet bizi!...

Arzu KÖK