18 Mayıs 2022 Çarşamba

Gençler!... - Arzu KÖK

 Gençler!...

Gençler üzerine sürekli bir şikâyet, sürekli bir serzeniş duyuyorsunuzdur her gün. “Şu gençliğin haline bak!... Bir de Atatürk ülkeyi bunlara emanet etti, peh peh peh!...” Peki bu gençliğe ne verdiniz de ne istiyorsunuz? Çocuk yapıp yapmamanın bile gerçek bir karar olamadığı bir ülkede, aslında gerçek sorularla büyütülmeyen çocuklara, işgalci, şiddetli ilişkilerle dolu bir toplumsal dokuda yaşatmak bir yana neredeyse yaşamlarının büyük bir kısmında “A mı? B mi? C mi? D mi? E mi?” diye soruyoruz.

 Her şeyin etiketli olduğu çağımızda gençlerin aslında binlerce sorunu varken çözüm iki ayrı etikete sıkıştırılmış durumda: “Sınav kaygısı”, “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu” Diğer sorunların ne olduğu ise kimseyi ilgilendirmiyor. Oysa hepsinde bir anlam arayışı var. Çevrelerini ve yaşananları adlandırma-adlandıramama sorunları var. Bunun yanında okullarda kalmak durumunda kaldıkları çok uzun saatler, okul kantinlerinde satılan pahalı ve sağlıksız yiyecekler var. Bir de bir şeyleri anlamlandırmalarına fırsat verilmediği için depresif halleri var. Kendilerine zarar vermeleri, hayatlarının hiçbir döneminde olamayacak denli yoğun duygusal ilişkileri, kimlik inşa süreçleri… Ama ne kadar sayarsak sayalım bunların hiçbiri hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Sadece kuru eleştiriler yöneltiliyor onlara karşı.

Çünkü kapitalizmin insan anlayışı gereği tüm gençler sadece ve sadece işlevsellikleriyle tanımlanıyor. Okulda derslerini yeterince dinleyemiyorsa, dikkati dağınık deniyor ve hemen bir ilaç; işte tedavi… Sınav kaygısı varsa; birkaç gevşeme egzersizi, “Başarırsın, aslansın, kaplansın” telkinleri… Sorun tamam. Bunlarda başarılı olunmuyorsa ez ezebildiğin kadar o genci. Söylenecek sözler de hazır: “Basiretsiz! Kıymet bilmez! Amacı yok bunun amacı…”

Ama eğer derslerinde başarılıysa, kurallara harfiyen uyuyorsa, o genç içten içe yaşadığı bunalımın etkisiyle intiharın eşiğinde bile olsa kimse fark etmez emin olun.  Çünkü kimsenin vakti yok, sabrı yok onu gözlemleyecek. Hele ki eğitim sisteminin hiç yok. Arada tabii ki dikkatli ve özenli ebeveynler de harika öğretmenler de çıkmıyor değil. Ama azlar, çok azlar; hem nasıl çok olsunlar ki? Zira yaşadığı sistem içerisinde pek çoğu kendi duygularını, kendi sorunlarını bilmeyen ebeveynlerle dolu etrafımız. Hem nasıl olsun ki? Günde 12 saat çalışan, çalışmak durumunda kalan bir ebeveynin ne kendine ne çocuğuna ayıracak vakti kalmıyor ki. Sistem bunu emrediyor. 

“Sınava hazırlama ve test düzeni, genç insanların öğrenme yeteneğini köreltiyor ve geleceklerini yok ediyor. Gelecekte, eğer bir iş istiyorsanız, makinelerden mümkün olduğunca farklı, yani yaratıcı, eleştirel ve sosyal yeteneklere sahip olmanız gerekecek. Peki öyleyse neden çocuklara makineler gibi davranmaları öğretiliyor?” diyor George Monbiot bir makalesinde. İşte bu sorunun yanıtını ben ülkemde nasıl verebilirim bilmiyorum açıkçası. Sadece bir yarış atı gibi koşturuluyorlar.

Tüm bu yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de anlamından kopuk yaşamlarına, anlam yüklemenin mümkün olmadığı ölümler düşüyor benim ülkemde. Geçen yıllarda “A,B,C,D,E” şıklarından birini seçmek için sınava giren öğrenciler evlerinde giderken bir bombanın hedefi oldular mesela. Koşulduğu bu yarışta ODTÜ kazanan öğrenciler katledildi bombalarla. Tamamen tesadüf eseri siz değil de birileri ölüyor, sakat kalıyor. Ama herkes biliyor ki bazen tesadüf bizi de oralarda kılabilir. Her açıdan aykırı değil mi halkın çıkarlarına bu yaşananlar? Canımız, terimiz pahasına bize, özellikle gençlerimize yaşatılanların var mı bir anlamı?

 Yukarıda saydıklarım arasında boğulan gençlerimizi ise yetişkinler sıkıştırıyor durmadan. Bu ortamda yaşayan gençlerin 'maddiyatçı', 'bireyci' olduğu, politikayla, ülke ve dünya sorunlarıyla pek ilgilenmedikleri eleştirileri geliyor daha çok da. Peki 12 Eylül'ün ve aşırı liberal politikaların bir mirası değil midir bu sonuç? Üniversite öğrencilerinin siyasal partilere üye olması bile yasaklamadı mı bir ara? Aileler 'Aman yavrum, politika tehlikelidir, etliye sütlüye karışma' diye yetiştirmedi mi çocuklarını? 'Köşeyi dönmek' bir ideal olarak sunulmadı mı? Ne bekliyorduk ki?

Aslında bir önceki kuşağın yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen az bir kesim bile olsalar gençlerin nasıl olup da hâlâ politikayla ilgilendiklerine şaşmalı aslında. Onlar yepyeni bir dünyanın çocukları. Hem onları yetiştiren kuşak sizlersiniz. Bu nedenle çok da eleştirmeye hakkınız yok. Ve unutmayın bizim gençlerimiz ruhlarında, yüreklerinde ATATÜRK’ü taşıyorlar. O nedenledir ki akıllıca davranacaklardır.

Şuna inanmak istiyorum ki gençlerimiz hayatlarına bir anlam katmak adına, ATATÜRK’ü sevdikleri için, vatanlarını sevdikleri için NEDEN sorusunu hep sordular ve soracaklar…

Arzu KÖK

6 Mayıs 2022 Cuma

Mayıs - Arzu KÖK

 Mayıs

Mayıs adı, Roma bereket Tanrıçası Bona Dea ile birlikte tanımlanan, Yunan Tanrıçası “Maia’nın ayı” anlamında Latince maius mensis’ten gelmektedir. Bir Mayıs ayına daha geldik ve Mayıs demek 1 Mayıs İşçi Bayramıdır. 5 Mayıs Hıdrellezdir. 6 Mayıs Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam yıldönümüdür. 8 Mayıs Anneler günüdür. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramıdır. 27 Mayıs 1960 Askeri darbesidir. 29 Mayıs İstanbul’un fethidir.

Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Toplumda o gün dilenen dileklerin kabul olunduğu bilinir ve özel ritüellerle kutlanır, dilekler dilenir. Ancak bir hıdrellez sabahında da üç fidan idam edildi.

Üç fidanın davalarındaki doğruluk, davranışlarındaki samimiyet, inançlarındaki güç, yok edilemeyen bir irade olarak bugün de yaşamaya devam ediyor. Türkiye'de devrimci sol hareketin en önemli isimleri arasında yer alan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmelerinin üzerinden yıllar geçti. Buna rağmen geride bıraktıkları mücadeleleri elden ele büyüyor.

Deniz Gezmiş, idama giderken şu cümleleri kurar: “O sahneyi çok iyi somutladım; bir mitinge gider gibi gideceğim idama, asılma günü gelip çatınca o sevdiğim giysilerimi giyeceğim, postallarımı, parkamı… Beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim, tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım, sonra demli, güzel bir çay isteyeceğim. Haa bak, Rodrigo’nun o ünlü Gitar Konçertosu’nu da dinlemek isterim orada. Sanırım urganı kendim geçireceğim boynuma ve dönüp orada asılmamı seyredenlere, ‘burada ölen yalnızca bedenim’ diyeceğim. Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncem yaşayacak”

Tarih 26 Nisan 1937… Franco yönetimindeki faşistler, Cumhuriyetçilerin stratejik kenti Guernica'ya saldırır. Alman Luftwaffe (Hava Savaş Birimi) kuvvetlerine bağlı Kondor Lejyonu ve faşist İtalyan yönetimine ait Lejyoner Hava Kuvvetleri'ne ait uçakların gerçekleştirdiği saldırının askeri adı Rügen Operasyonu’dur. Şehir yerle bir edilir. Bin yedi yüz kişi hayatını kaybeder.

Ve… 1937’de Pablo Picasso, Guernica saldırısını tabloya döker. Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7.76m eninde ve 3.49m yüksekliğinde anıtsal tabloyla ilgili Picasso şöyle der: “…Üzerinde çalıştığım ve Guernice ismini vereceğim resimde ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim…”

Joaquin Rodrigo Vidre… İspanyol besteci… Gözlerini üç yaşında kaybeder. 1933 yılında İstanbul doğumlu piyanist Victoria Kamhi’yle evlenir. Guernica bombardımanının ardından 1938’de Concierto de Aranjuez’i(Gitar Konçertosu) besteler. En büyük yardımcısı eşi Kamhi’dir. Ve… Ortaya Rodrigo’nun Gitar Konçertosu ortaya çıkar. Hüzün, isyan ve devrim… Deniz Gezmiş işte bu isyanı haykırmak adına dinlemek istiyordu sanırım bu konçertoyu…

19 Mayıs, emperyalizme köleliğe karşı, bağımsızlık savaşının adıdır. Mustafa Kemal Türk gençliği için “Benim anladığım gençlik, Türk inkılâbının fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip, gelecek nesillere aktarabilecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşındaki bir yobaz ihtiyardır, yetmiş yaşındaki bir idealist de ter-ü taze bir gençtir. İşte benim anladığım Türk genci.” demiştir.

Gençlik, kararlı bir şekilde Atatürk’e, devrim ve ilkelerine, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne, onun değerlerine ve kazanımlarına, Cumhuriyet'in temel değerlerine, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkarak, çağdaş Türkiye’nin meşalesini taşımaya devam edecektir. Her ne kadar Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan adındaki üç genç bu yolda katledilmiş olsa da yolundan dönmeyeceklerdir.

Sait Faik’in ünlü balıkçı kahramanı Sinağrit Baba, kendilerini oltadan kurtarması için bekleyen balıklara yüz vermez. Sinağrit Baba onları kurtarmanın kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı; o da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat aleminde olsun bir kişinin aklıyla hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesiydi. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın çaresinin koşup yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi. Aksi olası değildi. Belki de Mayıs ayında yaşanılanlar bize birlik olmayı anımsatıyor ve bu birliğin ne zaman gerçekleşeceğini soruyor bizlere her defasında. Ne dersiniz?

Masalsı masumiyetini yitirmiş bir çağda gökten elma da düşmeyecektir tabii, düşse düşse yanar döner disco topları düşüyor eğlenceli, popüler zeminimize ve etrafa saçılan her küçük aynada dağılmış bir toplumsal gerçekliğin sadece bir parçasını görüyoruz. Hazır Hıdrellez de gelmişken dileriz ki gerçeklik tüm toplum bireyleri tarafından fark edilir, birlik ve beraberlik yeniden kazanılabilir…

Arzu KÖK

2 Mayıs 2022 Pazartesi

Bayram - Arzu KÖK

 Bayram

1974 yılında aramızdan ayrılan, Türk düşünce ve felsefe dünyasında iz bırakmış, Ordinaryüs Profesör Hilmi Ziya Ülken’in 1945 Şeker Bayramı’nda yazdığı, ‘Bayram’ başlıklı köşe yazısı geldi aklıma ve paylaşayım dedim sizlerle.

“Bayram, cemiyetin manevî ve ruhi faaliyetini belirli bir konuya doğru çeviren içtimaî bir müessesedir. Bayramın ayırt edici karakteri, cemiyetin bir arada kutlanmasıdır. O gün herkes birbirine ‘Bayramınız kutlu olsun’ der. Bu suretle insanlar mukaddes olan cemiyetin mukaddesliğini bu vesileyle bir kere daha perçinlemiş olurlar.

Kut, bütün dinlerde uğurdan, mutten (saadet) fazla bir şey, bütün cemiyeti birden ilgilendiren mukaddesliktir. Bir insan yalnız başına kutlu olamaz. Kut bütün cemiyete aittir: Eşya, hayvanlar ve insanlar ancak cemiyetin bu toptan kutunu temsil etmeleri bakımından kutlu olabilirler. Mesela İslam’dan önceki dinimizde yeşim taşı ve bazı tabiat kuvvetleri, kutlu sayılırlardı.

Cemiyetin kutsallığını temsil ettiği için bayramlara büyük merasimle, hazırlıkla girilir: Dinlerin birçoğunda bayramdan önce oruç tutulur. Yahudi dininde bayramlar sırasında esaslı kaidelere riayet edilir. Bayram günlerinde cemiyetin toplanması, girişler ve çıkışlar esaslı teşrifata bağlıdır... İptidaî cemiyetlerde av, meyva toplama, çiftçilik, hayvan otlama mevsimlerine bağlı bayramlar vardır. İptidailer geçim ve ihtiyaçlar ile bayramlarını birleştirmişler ve içtimai heyecanı yaşama şartlarından çıkarmışlardır. Büyük İsrail bayramları da ziraî idi. Paskalya, ilkbahar bayramı idi. Tabernacle sonbahar bayramı idi... Bayramların sıklaşmasından ve o günlerde cemiyeti kutlamak ihtiyacından dolayı, önceden hazırlık yapmak maksadile bayram günlerini tesbit etmek mecburiyeti doğmuş; buradan da muhtelif medeniyetlerde sırf kendi bayram günlerine göre tertip edilmiş birçok takvimler çıkmıştır.” sözleriyle anlatıyordu bayram kavramını ve kökenini."

Ancak doğuş kökeni dahil birlik, beraberlik anlamı da yok olup gitti. Büyüklerimiz sürekli iç çeke çeke “Nerde o eski bayramlar?” diye başlarlardı cümleye de birçoğumuz kulak arkası edip anlamlandıramazdık. Bu cümle günümüzde bayramın vücut bulmuş hali oldu bizim için…

Murathan Mungan’ın, Yeni Türkü’nün meşhur Telli Turna şarkısında dediği gibi “Biz büyüdük ve kirlendi dünya.”

Aklımızın alamayacağı, hayal edemeyeceğimiz büyüklükte acılar yaşıyoruz ülke olarak. Çocuklarımız yaşananların farkında. Televizyon açmasak gazeteden, gazete almasak, internetten hiçbiri olmasa arkadaşlarından öğreniyorlar yaşananları. Fazla sorgulamıyorlar.  Kötü haberleri şimdilik bünyeleri reddediyor ama dünyada bir “İyiler”, bir de “Kötüler” olduğunun bilincine bizden çok daha önce vardılar.

Ayrıca tüketim toplumu haline geldik. Yeni bir çift çorap ya da bir ayakkabı günümüz çocuklarını dünyanın en mutlu kişisi kılmaya yetmiyor ki onu bile alamayacak durumda olan aileler var. Alım gücü neredeyse yok seviyesinde artık.

Kendi ellerimizle oluşturduğumuz, sözde ‘modern’ dünyamızda baş döndürücü bir hızla koşuştururken ailemizi, yakınlarımızı ve komşularımızı ve hatta kendimizi çoktan unuttuk.

Beyin ve sinir cerrahisinde birçok ilklere imza atan ve 2014 yılında dünyanın en iyi beyin cerrahı ödülünü alan, aynı zamanda birkaç sene önce Türkiye'ye gelerek bizim meşhur sanatçılardan birinin de beyin ameliyatına giren Almanya'nın Hannover kentindeki İran asıllı ünlü Profesör Doktor Majid SAMİİ şöyle der: “Bizim mahallede bir ÇÖPÇÜ var. Her sabah arabama binip işe gitmek için evden çıktığımda beni görür görmez yanıma gelir, güler bir yüzle sıcak ve içten bir selam verir. Ben de arabadan iner, saygıyla elini sıkarım. Günaydın der, hâl hatırımı sorar, sonra tekrar işine dönüp caddeyi süpürmeye, insanların kirlettiği yolu temizlemeye devam eder!  Oturduğum apartmanda bir de alt komşum, aynı zamanda meslektaşım olan bir CERRAH DOKTOR var. Ara sıra asansörde karşılaşırız kendisiyle. Selam verdiğimde gözü yukarıda sadece başını sallar, dışarıya atılmak için bir an önce asansörün kapısının açılmasını bekler. Şahsen eğer bir gün hayatta kalmam bu doktora bağlı olsa, kabrimin tozlarını o çöpçünün silip süpürmesi, yaşama dönmemi sağlayacak olan o doktorun tedavisinden daha lezzetli olur benim için...”

Samimiyet ve içtenliğin yok olduğu bu dünyada yine ‘Bayram’ geldi diyorlar. Hiç bayram heyecanı yok içimizde. Heyecanlarımızı yitirmemize sebep olanlar mutludur sanırım ki başardılar. Ama yine de ben diyorum ki her şeye rağmen sağlık ve başarı dileklerimle iyi bayramlar diliyorum herkese.

Arzu KÖK