25 Ağustos 2017 Cuma

Z…- Arzu KÖK

Z…

Yıllar önce izlemiş olmama rağmen dün oturup yeniden Costa Gavras tarafından 1969 yılında Vassilis Vassilikos’un yazdığı aynı adlı romandan beyazperdeye uyarladığı siyasi içerikli bir Fransız filmi olan ‘Ölümsüz’ü izledim yeniden. Bilmem izleyeniniz var mı? 

Bazıları filmi ‘Z’ olarak da bilir. Bu film bize bir cuntanın nasıl yenildiğini anlatır. Filmde isim yoktur, ülke yoktur. Hiçbir şey anlatılmaz ama sonuna kadar hissettirilir. Filmde Yunanistan’da 1963 yılında solcu milletvekili Gregoris Lambrakis’in öldürülmesi sonrasında gerçekleşen olaylar anlatılsa da filmde hiçbir şekilde ülke ismi ve isimler açıkça belirtilmez. Bir dönem bu film Yunanistan ve ülkemizde sansür nedeniyle yasaklansa da çok sonraları, 1998 yılında izlediğimde ciddi anlamda çok etkilenmiştim. Yıllar sonra, yani dün yeniden izlediğimde de kendime gelemedim bir süre. 

Film başladığı anda ilk olarak şu cümle irkilmenize neden oluyor: ”Gerçek olaylarla, sağ ya da ölü olsun gerçek kişilerle olan benzerlikler tesadüfi değildir. Her şey kasıtlıdır.”

Film, emniyet müdürünün solcuları ve topluma zararlı kişilerin birer asalak olduğunu,  onları kımıl zararlısı gibi yok etmek gerektiği konusundaki konuşmasıyla başlar. Sonrasında muhalif milletvekili Gregoris Lambrakis yaptığı bir siyasi konuşmanın hemen ardından sokakta, polisin gözü önünde kafasına odunla vurularak darp edilir. Hastaneye kaldırılır. Ama kurtarılması mümkün olmaz.

Hükümet emrinde çalışan savcı olayla ilgili olarak görevlendirilir. Polis ve askeri yetkililer, savcıyı olayın bir kaza olduğu yönünde ikna etmeye çalışırlar. Dosyaya "kaza sonucu ölüm" ibaresini düşerek kapatmasını isterler.

Ancak savcı, yönlendirmelerden etkilenmez ve olayı derinlemesine araştırmaya karar verir. Soruşturmasını derinleştirdikçe de, olayın bir kaza değil, örgütlü bir cinayet olduğunun farkına varır. Polis örgütü ve ordu içindeki üst düzey görevlilerin, sağcı çetelerle anlaşarak muhalif milletvekilinin katledildiği sonucuna varır. Savcı; resmi yetkililerle sağcı çetelerin nasıl görüşüp anlaştığını fotoğraflarla ve tanıklıklarla ortaya çıkarır. Askeri yetkililer ve polis şefleri sanık olarak mahkemeye çağrılırlar.

“Savcı tüm delil ve sonuçlara ulaştı, olay çözülecek” derken, hükümetin emrini dinlemeyerek olayı örtbas etmeyen savcı görevden alınır. Bu da yetmezmiş gibi tüm tanıklar ardı ardına nedense –yanlış anlamayın, tamamıyla tesadüfen- "kaza sonucu" ölürler. Haberi gazeteye taşıyan gazeteci ise "resmi belgeleri yayınlamak" suçundan hapse atılır.

Bu olayların sonrasında ise; uzun saçı, mini eteği, Sofokles’i, Sokrates’i, Tolstoy’u, Rus usulü kadeh kaldırmayı, grevi, ansiklopediyi, Beatles’ı, Aristofanes’i, Ionesco’yu, Sartre’ı, Çehov’u, basın özgürlüğünü, sosyolojiyi, eşcinselliği, Beckett’i, Dostoyevski’yi, modern matematiği, modern sanatı ve Z harfini yasaklarlar.

Z harfi ise eski Yunanca da ‘yaşıyor’ anlamındadır ve direnişin ölmediğini, devam ettiğini, edeceğini simgeler. Bu nedenle duvarlara yazılır ve direniş başlar. Cunta gidene dek de duvarlardan silinmez. Zaten çok geçmeden de cunta tarihin çöplüğünde yerini alır. 

Hele ki film “direniş ve direnenler yaşıyor”, “savcı yaşıyor” anlamındaki Z harfi perdeyi boydan boya kaplayarak bittiğinde damarlarımdaki kanın nasıl da bir koşturmacaya girdiğini anlatamam.

Costa Gavras’ın en iyi yabancı film Oscar’ı aldığı bu filmi izlediyseniz yeniden, izlemediyseniz de bulup izlemenizi öneririm sizlere. Bazı durumlar arasındaki benzerlikleri fark ettiniz mi bilmem. Ama derim ki bazı şeyleri görmek, anlamak adına bu filmi izlemenin tam sırası…

Arzu KÖK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder