6 Şubat 2017 Pazartesi

1984 ve Günümüz - Arzu KÖK

1984 ve Günümüz

"Geleceğin nasıl olacağını bilmek istiyorsan, bir insanın yüzünü aralıksız çiğneyen bir çizme düşle... Ve her zaman üzerine basılacak bir yüz bulunacaktır." Orwell 1984

Günümüzde en çok satan ve okunan kitaplar listesine baktığımızda George Orwell’ın ünlü eseri ”1984”ü görür olduk. George Orwell‘in korkunç baskı ve zulme dayalı bir devleti hayal ederek yazdığı ”1984” ile günümüz dünyası  arasında ne gibi bir benzerlik kuruluyor ki bu kadar satılıyor acaba? 

 George Orwell, bu eserini 1948 yılında ölüm döşeğinde, korkunç bir totaliter rejimi hayal ederek ve o yıllardaki iki örneğe; yani Stalin’in Sovyetler Birliği’ne ve Hitler’in SS Devleti’ne bakarak yazmış. Kitaba öncelikle  ”Avrupa’daki Son Adam” ismini vermek istemiş, daha sonra, bir yıl isminin daha çok yakışacağı konusunda karar kılmış. Önce 1980 veya 1982′yi düşünmüş ancak en sonunda 1984′ de karar kılmış. Yani eserini bitirdiği 1948 yılının son iki rakamının yerleri değiştirilmiş sadece. ”1984” ün yayınlanmasından 7 ay sonra Orwell hayata gözlerini yumar. Ancak ”1984” dünyanın 62 diline çevirilmiş. Yalnız Amerika baskısı 10 milyon olmuştur o yıllarda.

Eserin konusu; 1984 yılında Londra’da geçiyordu. Okyanusya isimli büyük devletin bu şehrinde ”Parti” ve onun başındaki ”Büyük Birader” bütün gücü ellerinde tutuyordu. Her yerde ”Büyük Birader Seni Gözetliyor” yazılı afişler asılıydı. ”Düşünce polisinin ” her yerde gizli ajanı vardı. Telefonlar dinleniyor, insanlar en mahrem yerlerde bile tele-göz kameralarla izleniyordu. Partinin amacı, insanî en özel duyguları bile yok etmekti. Adalet, özgürlük, gerçek, bilgi, duygu, hayal, ülkü gibi kavramların tam karşıtı benimsetilmeye çalışılıyordu. Partinin sloganları: 

” Savaş barıştır. 
          Özgürlük tutsaklıktır. 
                       Bilgisizlik güçtür” şeklinde idi ve kitapta defalarca tekrarlanıyordu.

Bu baskıcı, zulme dayalı dünyada tarihe hiç bir iz bırakılmıyordu. Korkunç bir propaganda makinası ile insanının hafızası hep yeniden programlanıyordu. Tarih,”Gerçek Bakanlığı"nda değiştirilerek yazılıyordu. Günlük belgeler yok ediliyordu. Farklı düşünceye hayat hakkı yoktu. Bu nedenle en ağır suç, düşünce suçu idi. Romanın kahramanı küçük memur Winston Smith, Gerçek Bakanlığı’nda tarihin  değiştirilmesinde çalışıyordu. O dışarıya karşı sadık bir partili gibi görünmekle birlikte, aslında düşünce polisinin takibinden ve ”Büyük Birader"in oyuncağı olmaktan kaçıyordu. Buna rağmen Smith, tutuklandı, işkence gördü ve aşağılandı. Bütün parti karşıtları gibi, bilincini temizlemesi istendi. Birey olarak kendi varlık bilinci kalmayınca, serbest bırakıldı. Sonunda, ”Kendini yendi. O, Büyük Birader’i seviyor” dendi.

Kısaca; ”1984”, hayali bir ülkede, baskıcı ve zulme dayalı bir devletin bireyi çeşitli uygulamalarla nasıl izleyip, ezdiğini, aşağıladığını ve toplumun nasıl bir korku devleti haline getirildiğini anlatmaktadır.

ABD gazetesi Washington Times’ta yayınlanan Luke Montgomery imzalı, “Büyük Birader, Türkiye’yi yine ziyaret ediyor” başlıklı makalede, “Eğer bir insan hakkı aktivistiyseniz zaman her zaman 1984’tür.” diyordu. Montgomery ekliyordu daha sonra: “Orwell’in kâbus gibi hükümetlerin kontrol vizyonu yılda yüzlerce defa gerçeğe dönüşüyor. İşte bu Türkiye’de ortaya çıktı ve gideceğe benzemiyor” görüşünü dile getiriyor ve “Devlet yetkililerine hakaret edilebilir mi? Bu bir suç mudur?” diye soruyordu.

Çok hızlı gelişen askeri ve güvenlik teknolojileri, propaganda taktikleri ve özellikle medyanın etkisiyle artık hepimiz “Devlet tarafından sürekli gözlenen, medya tarafından fikirleri belirlenen ve savaş ile terör korkusu ile güdülen” bireyler haline gelmedik mi? Şimdi kitaptaki bazı detayları ortaya koyup benzerlik var mı yok mu kararını sizlere bırakmak istiyorum.

‘Big Brother’ yani ‘Büyük Birader’. Bu kişinin gözü sürekli üzerinizdedir. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde o vardır. (1984’deki tele ekranlarda, 2015’deki televizyonlarda) Kimse o’na karşı olamaz. O’na karşı olanlar cezalandırılır. O’nu sevmeyenler cezalandırılır. O ne derse o’dur, öyle ya da böyle o olur. İnsanlar iki kere iki dört bile diyemezler, o ve onun söylemlerini benimsemiş kimseler iki kere iki ‘beş’ diyorsa, beştir. Dört diyemezsin. Dersen sonuçlarına katlanırsın. ‘Büyük Birader’in Yeni Türkiye’de yansıması var mı? Karar sizin.

Bunların yanında 1984’te görülen ‘korku ile sindirme’ politikalarının ülkemizdeki yansımalarını herkes gözlemliyordur sanıyorum. Türkiye her geçen gün bir korku ütopyasına dönüşmektedir. 

1984’deki ‘çift düşün’ furyası, günümüz Yeni Türkiye’sindeki ‘az düşün’ furyasının bir yansıması olarak görülmektedir. Ve bu furyanın yerleşmesi için adeta bir özel çaba söz konusudur.

Kitabı okuyan herkeste ortak bir kanaat oluşmakta ve ister istemez bir “HAYIR” çıkmaktadır ağızlardan. “1984” bir distopya olarak kalmalı ve gerçekleşmemelidir asla. Buna izin verildiği takdirde geri dönüş söz konusu bile olmayacaktır…

Arzu KÖK



3 yorum:

  1. Arzu hanım,ellerinize yüreğinize sağlık.Kusursuz bir anlatım ve net açıklamalar aynı görüşte olduğumuz bizleri daha da aydınlattı.Tabii ki HAYIR!Çok sevgiler...(Müsaade ederseniz yazınızı paylaşmak isterim,örnek olsun diye ve neden HAYIR!diye)

    YanıtlaSil
  2. Sayın Kök,
    Önce, benden de, doğal olarak HAYIR!
    Anlattığınız yapıtın analizine gelince: Bence "1984" romanının yazıldığı tarih oldukça ilgi çekici.
    Düşünüyorum ki, Sn. George Orwell,asıl adı ile Eric Arthur Blair, bu romanı, bence kesinlikle, görevli olarak, ya da belki en azından izinli olarak yazmış olmalı. Çünkü, biliyorsunuz, bu tür romanlar ve filimler toplumu ve insanlığı zihinsel olarak yönlendirmek ve bazı koşullara hazırlamak için ısmarlama yazdırılır ve piyasanın yapay olarak etkilenmesi yoluyla "best seller" olması sağlanır.
    Bu romanın topluma ve insanlığa vermek istediği koşullandırma, bence, şudur:
    İnsanları totaliterizme ve itaate alıştırarak, kurulmak istenen düzene ruhen ve zihnen hazırlamak. Yani, bir başka deyişle, pilânlanan otoriter düzen kurulduğunda ne yapmaları gerektiğini şimdiden öğretmek, kafalarına iyice yerleştirmek ve böylece tepkilerini denetlemek...
    Biliyorsunuz, uzay savaşları, casusluk filimleri, bilim-kurgu dehşet filimleri, aslında, ilerde gerçekleştirmeyi düşündükleri projelerin bir tür denemesi ya da alıştırmasıdır.
    Nitekim, aynı yazarın başka bir romanı olan, "Hayvan Çiftliği (Animal Farm)" sayın yazara, o zamanki Sovyetler Birliği'nin eleştirisi ve anti-propagandası amacıyla yazdırılmıştır.
    Kitleleri öyle düşündürtmek için.
    Bu tür büyük (!) sanatçılar, devletler ve rejimler tarafından ısmarlama eserler vermek üzere görevli olarak kullanılırlar ve yeteneklerini böyle bir hizmet için değerlendirmek durumunda kalırlar.
    Ve bence bundan bir şikâyetleri de yoktur.
    Saygılarımla
    Armağan Büker

    YanıtlaSil
  3. GERİ DÖNÜŞÜMÜ OLMAYAN YOLA ÇIKILMAZ.LÜTFEN KARALARINIZI VERMEDEN DĞŞĞNĞN
    SITKI SUNDAY ORUN

    YanıtlaSil