10 Ağustos 2015 Pazartesi

Barış - Arzu Kök

Barış…

Önce ‘Barış gelecek’ müjdeleyicileri sardı dört bir tarafı. Kesin olarak gelecek dendi barış. Hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı öyle övdüler ki gelecek olan barışı, öyle böyle bir barış değil, öylesine gür ve verimli olacakmış ki şaşıracakmış herkes.

 Öyle bir gelecekmiş ki; yıllarca beklenen sevgiliye kavuşur gibi, kurak toprakların üzerine yağan yağmur gibi, hesapsız, yalansız, çırılçıplak gelecekmiş. 

Öyle bir barış olacakmış ki artık davul zurna ile gönderilen canlar, bayrak bayrak tabutlarla dönmeyeceklermiş… Dağdakilerin cesetleri sergilenmeyecekmiş bültenlerde… Akşam haberlerinin başına korku dolu oturmak eskide kalacakmış… Sabahları gazete okumak çıkacakmış kabus olmaktan… Artık ne dağlarında bomba patlayacakmış yurdumun ne de köylerinde yangın çıkacakmış…

Reklam faslı uzun sürdü. Birkaç adım atıldı. Sonra mı? Hayal kırıklığı. Hüsran. 

İlkemiz “Yurtta barış, dünyada barış” idi. Ama barışı bilemeden büyüdük bizler. Gökyüzü yakın, ölüm hep uzaktı bize. Doyasıya sevemeden yetiştik. Ahlak zabıtası kol gezdi etrafta, disiplin yönetmelikleri, masallar, masallar… Utangaç çocuklardık, günah gibi gizliydi buselerimiz.

Çoşkularımız hep en derinlere gömüldü. Dövüştüğümüzde alkışlandık, seviştiğimizde ayıplandık, dışlandık. Yazık ki barış nedir, bilemeden büyüdük. Şimdi savaş çanları çalıyor, neymiş getireceklermiş barışı. Bu savaşlar barış içinmiş…

Gerçekleri görmeli ve sevmeliyiz, önce kendimizi ve çevremizi… Küs olmayı bırakıp, gidip gelmeliyiz birbirimize. Kaç dostunuza gidip geliyorsunuz? Kaç komşunuza? Sevgilinize gidebiliyor musunuz? Kendinize? Yüreğinize? Düşüncelerinize? Sevmezsek barış olmaz, sevmeli! Ama nasıl? Kimi? Küskün olduklarımızı. Peki kimdir küs olduklarımız?

Herkesin ağzında bir türkü; barış gelsin. Peki gelsin. Barış güvercinlerini uçuralım dört bir yandan. Bir bahar ülkesine dönsün yurdumuz. Dünyada huzur hüküm sürsün, herkes kardeş kardeş yaşasın.

Savaşmayalım. Sevişelim. Ama gerçek diğer taraftan bakıyor bize, gülerek, ağlayarak… Böyle bir dünya, böyle bir barış olmaz. Savaş alınyazısıdır bu dünyanın. Çatışma, kavga… “Var olmak için dövüşmek gerek” öyle düşünüyor insanoğlu. Oysa var olmak için sevmek gerekir. Soruyor yanındakine; “Var mıyım?” Bu düzende sözünü geçirebiliyorsan varsın. Eziyorsan, eziliyorsan, etkiyor, etkilenebiliyorsan varsın. Yarışıyorsan varsın. Bu dünyanın ruhunda savaş var. Ruhunda güç kavgası var. 

Barışı kavgada, savaşta bulanlar var bir de. Huzuru kavgada arayanlar var. Çünkü sevmiyorlar, aramıyorlar. Onlar ki sevmiyorlar, soramıyorlar, belayı hayra yoramıyorlar… Sevmeyi bırakın var olmayı bile unutmuşuz birçoğumuz. Biri tanımlasın istiyoruz devamlı. Oysa sevmek tanımla olmaz ki. Sevmenin de varlığın da tanımı yok ki.

Barış maalesef var olamıyor güzel ülkemde. Çünkü barışa düzülen onca övgü boş. Kardeşlik, eşitlik, demokrasi, insan hakları… Boş. Boş söz onlar boş. Doldurulmuş. Doldurulmuş bir dünya, alıkoyuyor bizi barıştan. Dolduruldukça dövüşüyoruz, dövüştükçe dolduruluyoruz.

Barış maalesef var olamıyor güzel ülkemde. Çünkü sevmek yanlış anlaşılmış. Bağırılıp çağrıldıkça sevildiği anlaşılmış. Ama atlanmış, sevgisiz barışların kalıcı olmayacağı. Hep karışılmış, karıştırılmış barış. Barışı getirmeye çalıştıkça götürmüşler. Kendi ayakları üzerinde duramayana, kendi gözleriyle göremeyenlere barış haram. Karışana da haram, dayatana da. Hepimize evet hepimize barış haram dostlar.

Sevmeli dostlar, sevmeli. Sevemezsek barış olmaz. Barış diye yaşadığımız derin bir gaflettir. Her barışın ardındaki savaşı, küskün yürekleri, çaresizliği anlamadıkça barış olmaz. Gerçekleri haykırmadıkça barış olmaz. 

Barış istiyorsak eğer, sevmeli ve haykırmalıyız gerçeği. Gerçek, yârimiz olmadıkça olmaz, gelmez barış… 

Yarimiz olduğunda gelecektir barış.

Belki bir kuşun kanadında… Belki bir zeytin dalında…

                                                                      Arzu Kök

2 yorum:

  1. Harici ve dahili bedhahlar tarafından, uzantıları Milli Meclis'e kadar dûhul ettirilmiş bir uluslararası mafyanın hırsızlık, yolsuzluk ve cinayet eylemlerine maruz kalan devlette; hükümet veya halk "barış" isteminde bulunamaz. Bu büyük bir ayıp, yüz karası, atalet, zaaf ve acz'dir. En hafifinden yalan, talan, soygun ve vurgun çetesinin ERKLER içinde kriptolar edindiğini gösterir. Bu ise Türk Ordusu, Askeri, Jandarması, Polisi ve Bekçisi için "şerefsizlik, işbirlikçilik, hainlik ve haramlık" MİT için'se millet/halk tarafından lânetlenme nedenidir. ÇÜNKÜ!.. Eşkıya ile barış, bırakışma, ateş kesme, anlaşma, konuşma ve müzakere olmaz... Evrensel kanunlara ve TC yasalarına göre eşikiya bilindiği, bulunduğu ya da kamuya saldırdığı yerde yakalanır ve adalete teslim edlilir. MİT bütün bunları bilmeye ve icabını yapmaya, yaptırmaya memurdur. Yapmıyor veya yapamıyorsa, yahut içindeki yardım ve yataklık unsurlarını ayıklamaktan acizse başındakileri defetmek bir vecibe değil midir?.. İşte mesele budur. Ancak: Açık (legal), dürüst, mert, onurlu ve soylu, şerefli bir düşmanla Cenevre antlaşmaları uyarınca barış, ateşkes veya antlaşma yapılabilir. Lütfen herkes bu kelimeleri kullanırken çok dikkatli, akıllı ve uyanık olsun!....

    YanıtlaSil
  2. Barış gelecek, Ancak; bu günkü idarecilerle, bu günkü siyasilerle barışın gelmesi mümkün görülmemektedir. Çünkü egoyu kendilerine rehper edinmişler. Evrensellikte egoya yer yoktur. Ego zaptu rapt altındadır. Barış gelecek, ego su düşük, kalbı büyük, evrensel düşünen bir gurup vasıtasıyla gelecek. Önce yurtta sonra dünyada barış sağlamak Türk insanının yardımıyla olacaktır. SABREDELİM.

    YanıtlaSil