16 Eylül 2014 Salı

Neden Yok BARIŞ?, Arzu KÖK

Neden Yok BARIŞ?
Arzu KÖK
1 Eylül Dünya Barış Günü. Ama barışı bilemeden büyüdük bizler. Gökyüzü yakın, ölüm hep uzaktı bize. Doyasıya sevemeden yetiştik. Ahlak zabıtası kol gezdi etrafta, disiplin yönetmelikleri, masallar, masallar… Utangaç çocuklardık, günah gibi gizliydi buselerimiz. Çoşkularımız hep en derinlere gömüldü. Dövüştüğümüzde alkışlandık, seviştiğimizde ayıplandık, dışlandık. Yazık ki barış nedir, bilemeden büyüdük. Şimdi savaş çanları çalıyor, neymiş getireceklermiş barışı. Gerçekleri görmeli ve sevmeliyiz, önce kendimizi ve çevremizi…
Küs olmayı bırakıp, gidip gelmeliyiz birbirimize. Kaç dostunuza gidip geliyorsunuz? Kaç komşunuza? Sevgilinize gidebiliyor musunuz?
Kendinize? Yüreğinize? Düşüncelerinize? Sevmezsek barış olmaz, sevmeli! Ama nasıl? Kimi? Küskün olduklarımızı. Peki kimdir küs olduklarımız?
Herkesin ağzında bir türkü; barış gelsin. Peki gelsin. Barış güvercinlerini uçuralım dört bir yandan. Bir bahar ülkesine dönsün yurdumuz. Dünyada huzur hüküm sürsün, herkes kardeş kardeş yaşasın. Savaşmayalım. Sevişelim. Ama gerçek diğer taraftan bakıyor bize, gülerek, ağlayarak… Böyle bir dünya, böyle bir barış olmaz. Savaş alınyazısıdır bu dünyanın. Çatışma, kavga… “Var olmak için dövüşmek gerek” öyle düşünüyor insanoğlu. Oysa varolmak için sevmek gerekir.
Soruyor yanındakine; “Var mıyım?” Bu düzende sözünü geçirebiliyorsan varsın. Eziyorsan, eziliyorsan, etkiyor, etkilenebiliyorsan varsan. Yarışıyorsan varsın. Bu dünyanın ruhunda savaş var. Ruhunda güç kavgası var. Barışı kavgada, savaşta bulanlar var bir de. Huzuru kavgada arayanlar var. Çünkü sevmiyorlar, aramıyorlar. Onlar ki sevmiyorlar, soramıyorlar, belayı hayra yoramıyorlar… Sevmeyi bırakın var olmayı bile unutmuşuz birçoğumuz. Biri tanımlasın istiyoruz devamlı. Oysa sevmek tanımla olmaz ki. Sevmenin de varlığın da tanımı yok ki. Neden yok barış? Çünkü barışa düzülen onca övgü boş.
Kardeşlik, eşitlik, demokrasi, insan hakları… Boş. Boş söz onlar boş.
Doldurulmuş. Doldurulmuş bir dünya, alıkoyuyor bizi barıştan.
Dolduruldukça dövüşüyoruz, dövüştükçe dolduruluyoruz.
Neden yok barış? Çünkü sevmek yanlış anlaşılmış. Bağırılıp çağrıldıkça sevildiği anlaşılmış. Ama atlanmış, sevgisiz barışların kalıcı olmayacağı. Hep karışılmış, karıştırılmış barış. Barışı getirmeye çalıştıkça götürmüşler. Kendi ayakları üzerinde duramayana, kendi gözleriyle göremeyenlere barış haram. Karışana da haram, dayatana da.
Hepimize evet hepimize barış haram dostlar.
Sevmeli dostlar, sevmeli. Sevemezsek barış olmaz. Barış diye yaşadığımız derin bir gaflettir. Her barışın ardındaki savaşı, küskün yürekleri, çaresizliği anlamadıkça barış olmaz. Gerçekleri haykırmadıkça barış olmaz.
Barış istiyorsak eğer, sevmeli ve haykırmalıyız gerçeği. Gerçek, yârimiz olmadıkça olmaz, gelmez barış…
Arzu Kök
***
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
Gesendet: Montag, 15. September 2014 um 21:07 Uhr, Von: "Arif Asci" asciarif@hotmail.com, An: "ismet aydemir", Betreff: RE: Aw: [Ciddiyiz Biz Grubu] 
Neden Yok BARIŞ?
Ağabey merhabalar, nasılsınız. Bu güzel yazıyı benimle de paylaştığınız için teşekkür ederim. Ne zamandır Türklükten kopmuşuz iki yakamız bir araya gelmemiştir. Atatürk bir nebze bizi Türklüğü toparlama çalışmışsa da, Onu da emperyalistler tez zamanda ortadan kaldırmışlar maalesef. Onuncu Yıl Nutku'nu okuduktan sonra Ankara'da Hipodrom'da 'Türk Milleti Zekidir, Türk Milleti Çalışkandır, Ne Mutlu Türküm Diyene' diyerek yüksek onurunu yüzyıllar sonra Türk milletine bir hatırlatışı vardır hani! Her seyrettiğimde yahut dinlediğimde aklıma acaba Bilge Kağan'dan sonra aradan geçen yüzyıllardan bu yana Türk Milleti'ne kim böyle seslenmiştir diye düşünürüm de başkasını bulamam. Ama Türk Milleti de yüzyılların kimlik erozyonunu nasıl üzerinden atacak. Paçasını bir kere ıslahı yahut eğitimi mümkün olmayan topluluklara kaptırmış. Kurtuluşu her arayıp zorladıkça ya etnik ya da dini ayak bağlarından sıyrılamamakta, onların bataklığına saplanmaktadır. Sonuçta bilinç bulanıklığının kaybolması ile, Milletin kendisine dönmesi, emperyalist ayak oyunlarını ters yüz etmesi ile sağlanacaktır ümidindeyim.
Selamlar, saygılar.
aaşcı. 
***
From: dr.aydemir@web.de, To: Ciddiyizbiz@googlegroups.com, Subject: Aw: [Ciddiyiz Biz Grubu] Neden Yok BARIŞ? - Date: Sun, 14 Sep 2014 22:15:38 +0200
İKİ ODUN VE BİZ
İki odun yan yana duruyorlar. Çok önemsiz onlar, diğerlerinin yanında. Keçinin, koyunun, tavuğun, ineğin, meyvelerin yanında, çok önemsiz.
Tarladayız, akşam oluyor. Yavaş yavaş soğuyor her tarafımız.
Odunları yan yana getiriyoruz ve tutuşturuyoruz. Ateş yanıyor, ısınmaya başlıyoruz. Nemli bir havlu gibi hisstetiğimiz vücudumuz, yavaş yavaş bir kuru havluya dönüşüyor. Alev alev yükselirken ateş bir sevinç doğuyor içimizden ve sarıyor bizi.
O ateş sevgi, alev ise aşkdır.
Çiçek çeşidi kadardır sevgi çeşidi. Ana baba, kardeş, akraba, arkadaş, hayvan, bitki, gök, uzay, deniz, su, hava sevgisi ve yar sevgisi gibi çok çeşitlidir.
Çiçek çeşidi kadardır aşk çeşidi.
Peki sevgi nasıl doğar?
İki odun eğer kuru iseler tutuşturulabilinir.
İki canlı arasında eğer saygı varsa, sevgi doğabilir.  Her canlının toprağa, güneşe, suya, havaya ihtiyacı vardır.
Sevginin gereksinimi olan; hava, su, toprak, güneş ise saygıdır.
Saygı olmayan yerde solar sevgi.
Kişiler yaşam denen ipin üzerinde bir canbaz gibi giderken;
ellerindeki denge çubuğunun bir ucunda ’hiç bir eyleminde  hiç bir canlıya zarar vermeme’,
diğer ucunda ise ‘hiç bir eyleminde kendine de zarar vermmeme ve verdirmeme koşulu ’, vardır.
Eğer kişiler yaşam denen ipin üzerinde oynayıp dururken;
başkalarına veya kendilerine zarar vermeye başladıklarında ipin üzerinde sendelemeler, dengesizlikler, kayışlar ve düşüşler başlar.
Kişilik bozuklukları, sinir hastalıkları böyle başlar.
Tüm çocuklar bir hayvan kesimiyle ilk karşılaştıklarında, korkunç bulurlar, değişik şekilde tepki gösterirler. Sonra anamız babamız daha iyi bilir, hem yaratan da hayvan kesimini istiyormuş diye yavaş yavaş kana alışırlar, kan görmeye alışırlar, hatta kan dökmeye alışırlar. Tıpkı sigaraya, alkole, uyuşturucuya, kumara alıştıkları gibi alışırlar kan akıtılmasına.
Sonrada hem hoca hem papaz dahil milyonlarca sözde uygar kişiler,
 beraber olup et yerler,
Irakda, Filistinde, Libyada öldürülen milyonlarca kişinin çığlıklarını duymadan, onların kan kokularını hissetmeden,
gasp edilen neften yapılan benzini, dizeli kullanırken kahakaha bile atabilir bunca manyak kişiler.
Türk Örf Adetine göre yaşayan kişilere Türkmen denir. Türk Örf ve Adetleri bir yaşam düzenidir. Dinlerle kıyaslanamayacak kadar üstün bir yaşam düzeyidir.
Türk örf ve Adetlerinin üç ana koşulu vardır:
Tüm canlıları kendi canın ile bir tutacaksın, hatta karıncanın canını bile. Seni bir kişi veya bir hayvan öldürmeye kalkışmazsa öldürme hakkın yoktur. Sadece nefsi müdafa durumlarında öldürebilirsin.
Eğer kişiler et yiyici olarak doğsaydı, dişleri ile dünyaya gelirlerdi. Süte, yoğurda, bala, sebzeye, meyveye göre var oldu çocuklar, ete göre değil!
Kişi mala mülke sahip olamaz. Onu ancak bir süre kullanabilir. Kuşun ağcın dalını kullandığı gibi. Beraberce çalışıp, beraberce ihtiyaçlarına göre paylaşırlar, ürettiklerini.
Toranın araplara uyarlanmış şekli Kurandır.
Bu olaydan sonra, bugünkü Nato gibi işlev gören Cihad Orduları kurulmuş ve Türkistana dörtyüzyıl boyunca saldırılmış ve Türkmenlerin ulaştığı en üst yaşam düzeyi perişan edilmiştir.
‘Delikli demir icad olmuş, mertlik bozulmuştur.’
Bu yüzden bugünkü dünyada; namertlerin, sorospu çocuklarının tankları, topları, uçakları, roketleri, atom bombaları tozu dumana katıyor.
Hanlar, hakanlar, yönetenler Orta Asyada senede bir gün açık kapı yapıyorlardı.
Yurttaşlar yöneticilerinin oturdukları Yurda giriyorlardı. Evlerinde olmayan, eşya, yiyecek, giyecek orada varsa, onları alıp götürme hakları vardı. Türkmenler hakanlarını baba olarak saygı gösteriyordular. Savaş anında hakanlar önde gidiyorlardı.
Sosyalizim veya komünizim Türk Örf ve Adetinin piçleşmiş şeklidir.
Onlarda işçi sınıfının silahlı diktatörlüğü öngörülmüştür.
Halbuki Türk Örf ve Adetlerinde ‘Zorla güzellik olmaz.’
Malın mülkün sahibi Tanrıdır.
Bu konudaki Türkmen görüşü:
‘Mal sahibi, mülk sahibi, nerede bunun ilk sahibi? Mal da yalan mülk de yalan, al biraz da sen oyalan.’
Bir kişi hatasını fark etti ve pişman, hatasını bir daha hiç ama hiç tekrarlamayacak. Gelmiş, senden af diliyor. Eğer seni ikna edebilmiş ise onu affedeceksin. Hatta babanı öldürmüş olsa bile. ‘Aman diyene kılıç kalkmaz.’
Alpaslan Malazgirtde Bizans karalını, Atatürk ise Sakaryada Yunan Orduları Başkomutanını afetmiştir, af diledikleri için.
Yukarıda özetlediğim çerçeve içinde bir kişinin sevip, sevilebilmesi için Türk Örf ve Adetlerine göre eğitim alması gerekir.
Kişilerin sevinerek yaşayabilmeleri için, sevilmeleri gerekir.
Sevgi ise satın alınamaz, gasp edilemez. Hatt ne atom bombası, ne de Nato, Kızıl, Sarı eşkiyalar onu yağmalayamaz. Oruspuhanelerde de sevgi satın alınamaz.
‘Bu dünya bir gemi yoktur yelkeni,
sevilmek istersen sev beni.’
Selamlarımla, Ali Aşıkoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder