The Truman Show
2020 yılı yaşanan olaylardan çok söylenenlere odakladı pek çok insanı. Öyle şeyler söyleniyordu ki herkeste acaba soruları uyandırdı. Korana ilk başladığı dönemlerde bunun biyolojik bir silah olduğu söylendi önce. Bu biyolojik savaşın tüm dünyada olmasını ise dünyada hâkim olan güçlerin nüfusu azaltma ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak adına gerekli boşluk ve süreyi vermesi olarak açıkladılar.
İnsanlık hastalıkla boğuşurken her gün binlerce can toprak
olurken birileri planlarını gerçeklemek adına son detayları halletmeye
çalışıyorlardı. Bu süreçte Bill Gates firmasını bırakıp birden sağlık
sektörüne, özellikle aşı çalışmalarına döndü. Güney Afrikalı mucit ve girişimci
Elon Musk, dünya yörüngesine 42 bin uydu yerleştirerek, okyanuslar da dahil
yeryüzünün en ulaşılamayacak bölgelerine, mevcut internet hızından neredeyse
iki kat hızlı, kablosuz devasa bir internet ağını kurmak için kolları sıvadı. “Tam
da bu süreçte neden?” soruları soruldu sürekli.
Şimdi de sağlıklı bir aşının ortaya çıkması için gerekli
olduğu söylenen minimum dört yıllık süre yok sayıldı. Nasılsa bir yılda bir
değil 4-5 farklı aşı çıktı ortaya. Hepsinin de ne kadar etkili olduğu haberleri
yapıldı. Ancak bu aşılar hakkında öyle şeyler söylenmeye başladı ki kimse aşı
olmak istemiyor hale geldi. Zira söylenen şeyler nedeniyle korku sardı
ruhlarını insanların. Ne mi söyleniyor? Özellikle mRNA kullanılarak yapılan
aşılarda Lüsiferaz enzimi(gen yüklü kuantum noktaları) ile Hidrojel isimli
biyoelektrik aracısı jel kullanıldığı söyleniyor. Bu kullanılan maddeler
sayesinde ise tıpkı akıllı telefonlar içindeki tüm bilgiler alınıp
kopyanabiliniyor, değişiklik yapılabiliniyorsa bu insan üzerinde de yapılır
hale gelecek deniliyor. Elon Musk’ın da bu uyduları bu nedenle uzaya fırlattığı
ve artık tek merkezden insanların kontrol edilebilir hale getirileceği
söyleniyor. Yani artık özel hayat diye bir şey kalmayacak. Her şeyiniz kontrol
altında tutulacak, süreli izleniyor olacaksınız deniliyor.
Açıkçası tüm bunları duyunca aklıma eski bir Peter Weir
imzalı The Truman Show isimli film geldi. 1998 yılında Andrew Niccol’un yazdığı
filmde Jim Carrey, Truman adlı karakteri canlandırmaktadır. Truman’ın yaşadığı
Seaheaven adlı yer, aslında devasa bir settir ve orada yaşayan herkes set
oyuncusudur. Buna annesi, babası, eşi ve en iyi arkadaşı da dahil. Her şeyin
bir oyun olduğunu bilmeyen tek kişiyse Truman’dır. Truman daha dünyaya gelmeden
bir televizyon şirketi tarafından evlat edinerek, doğduğu andan itibaren tüm
hayatı kesintisiz olarak yayınlanmaktadır. Yalnız olduğunu düşündüğü anlarda
bile dünyada milyonlarca insan tarafından izlenmektedir. En özel anları da
dahil! Truman’nın adadan ayrılmaması için bilinçaltına bazı korkular
yerleştirilmiştir. Örneğin bulunduğu adadan deniz yoluyla kaçmaması için,
babasının denizde boğulma sahnesi gerçekleştirilmiştir. Uçağa binme fikrine
sıcak bakmaması için de yukarıdaki gibi ayrıntılar eklenmiştir. Bu korkular
sayesinde de sete mahkûm bırakılmıştır. Ancak set, herkesin mutlu olduğu,
kimsenin memnuniyetsizlik yaşamadığı ideal bir yaşam olarak tasarlanmıştır. Bir
ütopyadır aslında.
Truman’ın hayatı boyunca gökyüzü sandığı şey, gökyüzüne
benzer şekilde tasarlanmış bir tavan. Düşen lambanın üzerinde “Sirius 9
Canis Major” yazıyor, bu lamba sette, gökyüzünün en parlak yıldızı olan
Sirius’un ışığını veren lamba. Sirius lambasının düşüşü, Truman’ın sahte
gerçekliğini kıran olayların ilki. Arkası geliyor sonra ve soru işaretleri
çoğalıyor. Truman hayatının sahte olduğunu fark ettiğinde gerçekleri bulmak
için denize açılıyor; enginlik, sonsuzluk ve özgürlükle tanımladığımız deniz.
Denizin sonuna vardığındaysa onu gerçeğe götürecek olanın deniz değil, küçük
karanlık bir kapı olduğunu görüyor. O kapı onu gerçekliğe götürüyor.
Truman’ın gerçekliğindeki son ve geri dönülmez kırılma,
yelkenliyle kaçmaya çalışırken yelkenlinin çarptığı duvar kağıdını yırtması
oluyor. Bu sınır bizim gerçekliğimizin bir metaforu rolünü oynuyor aslında.
Bize sunulan gerçekliğin sınırlarına vardığımızda, o küçük karanlık kapıdan dışarıya
çıkıp bilinmeyenlerle dolu ama sahici bir gerçekliğe adım atma cesaretini
gösterebiliyor muyuz? Yoksa kendimizi inandığımız sahte bir dünyaya mı
hapsediyoruz?
The Truman Show, dünyamızın gerçekliğini sorgularken, içinde
yaşadığımız sistemleri de eleştirmek için bir araç görevi görüyor. Sistemler,
insanlar onlara inandıkça var olur. Paranın değeri herkesçe kabul edildiği için
parayı hizmet ve ürünler satın almak için kullanabiliyoruz. Sistemler ve güç
ilişkileri, bize doğanın kuralları kadar normal ve kendi kendine var olan
kurallarmış gibi görünerek devamlılık sağlarlar. Siyasi sistemlerin meşruiyeti,
toplumun her bir üyesinin yöneticilere sağladığı rızaya dayanır. Bireyler bu
sistemleri eleştirme cesareti buldukça hem ülkelerin özelinde hem de dünyanın
genelinde bu sistemlerin yeterliliğini sorgulayan krizler meydana geliyor:
Ekonomik krizler, radikal milliyetçi çatışmalar ve yönetimlere karşı çıkan
isyanlar gibi. İnanmak isteyen insan, güvendiği düzeninin devamını sağlamak
için inanır; sistemlerin devamının körü körüne bir bağlılıkla sağlanması,
Truman’ın ona kurulan dünyada hiç sorgulamadan yaşamasına benziyor. Toplumun
bireyleri eski sistemlere inanmayı bırakıp sorgulama cesareti gösterdiği zaman,
Truman’ın denizin sonunda bulduğu karanlık küçük kapı gibi belirsizliğe açılan
bir çıkış bulmak mümkün: karanlık ve belirsiz ama özgürlüğe açılan bir kapı.
Ama o kapıdan girmeye birçoğumuzun cesareti yok.
Peki ya bizler Baudrillard’ın dediği gibi gerçekliğimizi
gerçekten yitirdiysek ve tüm bu yaşananları söylenenler bu yitirişin sonucu mu?
Yoksa gerçekten de bizler bir simülasyon içerisinde birilerinin bizi izlediği
bir showun parçası mıyız? Ya da o yeni
bir show mu yaratılmaya çalışılıyor? Dünya gerçek mi? Biz yaşıyor muyuz?...
Sizlerin de kafasını karıştırdım sanırım. Filmde Truman
gerçekliğe olan yolculuğunu bitirirken veda ettiği gibi veda ettiği gibi
söyleyeyim ben de: ''Günaydın! Olur ya belki sizi göremem; iyi günler, iyi
akşamlar ve iyi geceler!''
Arzu KÖK
Sevgili Arzu Kök blogunuzda sizi tanımak mümkün değil.İsminiz cisminiz gerçek de olmayabilir.En doğal hakkınız ama daha çok okumak istiyorum yazdıklarınızı.Truman Show filmini bir kaç kez izledim ve hayatı hep bu pencereden sorguladım. Neyiz,kimiz,ne kadar büyüğüz ve ne kadar küçük.Yolculuğum dışarı doğru gittikçe küçüldüğümü,içime doğru gittikçe büyüdüğümü gördüm.Dolayısıyla yazının girişindeki sağlık ve bilişim sektörü haberleri hiç yanıltmadı beni.
YanıtlaSilSevgiyle.