2 Aralık 2017 Cumartesi

Spastik Yaşamlar - Arzu KÖK

Spastik Yaşamlar

Görme, İşitme, Bedensel ve Zihinsel Engelliler… bildiklerimiz, üzerinde durduklarımız hep bunlar. Ama öyle bir engel grubu var ki gören gözler görmüyor, işiten kulaklar işitmiyor, yürüyen ayaklar kaçıyor, düşünen beyinler ise düşünmeyi aklına getirmek bile istemiyor. Kim mi bunlar? Spastikler tabii ki.

Beyindeki hareket dalgalarının bozularak vücudun çeşitli bölgelerinin veya vücudun tümünün istek dışı ya da aksi yönde hareket etmesidir spastiklik. Doğum öncesi, doğum sırası ya da erken çocukluk çağında(0-7 yaş) ortaya çıkabiliyor.  Bunun dışında zekâlarında, düşünce yapılarında ve vücutlarındaki herhangi bir fonksiyonda normal insandan adeta farksızdırlar. Spastikler diğer grupların içine giremedikleri için ayrışırlar. Bu nedenle de kendilerini ifade etmeden büyük zorluklar yaşarlar.

Diğer engelliler sorunlarını konuşarak veya başka yollarla rahatça anlatabilme şansına sahipken spastikler, hareket ve konuşma zorluğu yaşamalarından ve vücudun sürekli hareket halinde olmasından dolayı iletişim kuramamakta, bu da karşısındaki kişinin onu tuhaf görmesine neden olmakta, anlatmak istediklerine değer verilmemekte, anlama güçlüğü çektiği düşünülerek, derin bir acıma duygusu ile uzaklaştırılmaktalar.

Eğitim alanında ise spastikler Zihinsel engelli gibi göründüklerinden sürekli dışlanmaktadırlar. Bir şekilde okula başlayanlar ise yaratılan zorluklar yüzünden eğitimlerini kesmek durumunda kalmışlardır. Eğitimini tamamlayan ender sayıdaki spastik bu sefer de iş yaşamında türlü zorluklara maruz kalmaktadır. Spastikler hem hareket hem de konuşma zorluğu çektiklerinden sürekli iş ve sosyal yaşamın dışına itilmeye çalışılmaktadır. Mesela Türkiye’de spastikler bazı alışveriş merkezlerine alınmamaktadır ne yazık ki. Kamu işlemlerinde ve Bankalarda Zihinsel Engelli muamelesiyle işlemleri yapılmamakta, vasi istenmektedir. Aslında spastikler çok akıllı insanlardır. Ancak birçoğu bu tür yaklaşımlardan uzaklaşmak adına kendilerini evlerine kapatmaktadırlar. Oysa onları dışlamaya kimsenin hakkı yoktur.

Bugün tüm dünyanın ünlü spastiklerden Stephan Hawking’i tanımayan yoktur. Hareketsiz ve konuşamayan bedenlerin, beyinleriyle neler yapabileceklerinin bir kanıtı niteliğindedir Hawking. Ancak bu gerçeği kimse kabullenmek istemiyor ya da biliyorlar ama bilmemezlikten gelmek işlerine geliyor. Ama nereye kadar? Onlar varlar ve aramızdalar. İçlerinde öyle cevherler var ki şaşar kalırsınız. İşte size iki örnek;

Gökhan Alparslan;

 Onu anlatanlar, hayata 3-0 yenik başlayan bir bireyin, azmin ve ailenin müthiş direnciyle yaşamaz, yapamaz denilen olmazları gerçekleştiren, birinci devreyi 3-0 yenik kapatan kişinin tükenmeyen azmiyle 90 dakika sonunda sahadan 6-3 galibiyetle ayrılan bir takımın serencamı olarak anlatırlar. 

80’li yıllara kadar yetkililerin serebral palsili çocukların eğitimine önem vermemeleri ve bazı eğitimcilerin okula giden çocukların ailelerine “çocuklarınızı alın götürün, diğer çocuklar korkuyor” şeklindeki yaklaşımları sonucunda bu çocukların eğitimleri aksamış oluyordu. Ancak ailenin ve çevrenin büyük çabasıyla Gökhan o kuşakta eğitim gören tek çocuk oldu. Hiç okula gitmeyen, okul sıralarına oturamayan, önlük giyemeyen, hiçbir arkadaşı olmayan Gökhan anne, baba ve bir eğitici üçgeninden ilkokulu dışarıdan bitirir. Ardından ortaokul ve liseyi bitirir. Daha sonra 15 yıl bir kuruluşta çalışarak emekli olur.

Gökhan daha sonra izcilik dersleri alır, türlü izcilik aktivitelerine katılır. Türkiye’nin tek spastik izcisi unvanını alır. 1995 yılında dört yılda bir düzenlenen İzcilik Olimpiyatlarında Türkiye’yi temsil eden grubun içinde yer alır. 150 ülkeden binlerce izcinin katıldığı bu oyunlarda Dünyanın Tek Spastik İzci Lideri unvanını kazanır. Baden Powel’in Işıldayan Dünyası isimli bir izcilik kitabı çıkarır ve buradan kazandığı parayla Elmadağ’da bir okuldaki izcilerin çadır, giysi ve diğer izcilik ihtiyaçlarını karşılar. Gökhan hala mücadelesine devam ediyor. Şimdilerde ise kendi ve diğer spastik arkadaşlarını anlattığı bir dizi projesi var. Eminiz ki diğer başardıkları gibi bunu da başaracaktır.

Burcu Dere;

“Mart gibiyim,
Yarım Kış,
Yarım bahar...”  diyor bir şiirinde kendisini anlatırken. Ve ardından devam ediyor; 

“Hayat senaryosunu bizim yazdığımız kısacık bir drama aslında. Ve her insanın bir emeli, bir hayali vardır bu hayatta. Ömür bir öykü… Ve vardır her insanın bu hayatta bir öyküsü. Benim öykümde 1991 yılında Ocak ayının 14’ünde Erzurum’da başlıyor. Yaşamla olan mücadelem de gözlerimi açtığımda başladı ve hala devam ediyor. Hayat yolu, inişli çıkışlı, engebe ve engellerle dolu.  Benim hayattaki gayem ise; bu engellere takılmadan ilerleyebilmek, çünkü ben bir engelliyim. Ama önümdeki engelleri görmüyorum bile. Çünkü yaşamayı seviyorum ve en önemlisi kendimi çok seviyorum. En büyük hayalim iyi bir Radyo ve Televizyon programcısı olabilmek. Bunun yanında yazı yazmayı, piyano ve bateri çalmayı, resim yapmayı çok seviyorum ve aynı zamanda dansçı olabilmeyi de çok istiyorum. Bunun için bu kadar çok şey yapmak istiyorum. Ve yapacağıma da inanıyorum. Çünkü ben kendime güveniyorum... Kitaplarımla ve şiirlerim ile ilgilenen herkese çok teşekkür ediyorum…”

Evet Burcu 1991 yılında Serbral Palsili olarak açıyor gözlerini yaşama. Ancak yukarıda okuduğunuz gibi yaşama umutla, sevgiyle bakıyor. “Afrikalı Bir Çocuğun Midesi Kadar Boş Dünya” ve “Şiir Kız Ankara” isimli şiir kitapları var Burcu’nun.  Çok iyi bir şair o.

Bu yazdıklarımız sadece ikisi. İçlerinde belki ne cevherler var daha. Ne dersiniz? Artık çevremize daha dikkatli bakmalıyız değil mi?


Arzu KÖK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder