19 Ekim 2017 Perşembe

Ulus'u Yıkmayın!... - Arzu KÖK

Ulus’u Yıkmayın!...

Ulus, 1932 Hermann Jansen Planı’ndan beri “Protokol Alanı” olarak ilan edilmiştir. O gün bugündür de tüm belediyeler tarafından ‘koruma’ altına alınmıştır. Ancak şimdilerde belediye, acaba ne yapsak da ondan kurtulsak diye plan ve projeler üretmeye başladı. Adı ‘koruma’ olan ama o günden beridir ciddi anlamda koruma amaçlı çalışmalar yapılamadığı ya da yetersiz yapıldığı için korunamayan, giderek yok olan kültür varlıklarımız, tarihsel değerlerimiz zaman içinde birer birer yok oldu. 


 1980’lerin başında; Tarihi Kent Dokusu’nun 150 hektarlık bir kesimi Gayr-i Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun aldığı bir kararla “Kentsel, Tarihsel, Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı” ilan edilmişti. 80’li yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı bir yarışma sonucunda “Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Islah İmar Planı” hazırlanmış, bu kapsamda hazırlanan “Kaleiçi Koruma Planı” ise yaradan yıllar geçmesine rağmen tamamlanamamıştı. 

Kamu koruma amaçlı yapılan projelerden sadece “Hacıbayram Meydan Düzenlemesi” doğru dürüst uygulanabilmişti. Ancak, Hacıbayram ve Hükümet Meydanının, giderek Ulus’un büyük bir kesiminin yaya bölgesi haline getirilmesi için Bentderesi Dolmuş Durakları alanı kamulaştırılmış, projeleri hazırlanmış, uygulamaya geçilmek üzere beklemekteydi. Böylece Ulus, Hükümet Meydanı yaya bölgesi haline gelecekti. Ancak, dolmuşçular bastırınca, Hacıbayram çevresi yine dolmuş durakları ile doldu. Hükümet meydanı ise zaten otopark olarak zaten kullanılıyordu.

1990’ların başında belirli düzeye gelen bu çalışmalar, yerel yönetimin el değiştirmesi ile başka bir yöne doğru yönlendirildi. Koruma amaçlı uygulama yapılmadı, Kaleiçi kendi kaderine terk edildi. Ulus Koruma-Islah İmar Planı uygulanmadan bir kenarda bekletildi.

Ancak 2004 tarihli belediye meclis kararı ile “Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi” onaylanarak kabul edildi. Alınan kararla Ulus Atatürk Heykeli etrafındaki 100. Yıl Çarşısı, Ulus Şehir Çarşısı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve Anafartalar Çarşısı yıkılarak Atatürk Anıtı ile bütünleşecek kent meydanı oluşturulması planlandı. Daha sonra ise Belediye Meclisinde alınan diğer bir karar ile, Anafartalar Caddesi üzerindeki Büyükşehir Belediyesi Binası (Taş Bina), Ulus Hali ve Modern Çarşı ele alınarak bu bölgenin de yıkılarak büyük bir otopark ile “Alışveriş Merkezi” oluşturulması kararı alındı. 

Yıkılacağı ifade edilen ve yerine büyük bir İş Merkezi yapılacağı söylenen Ulus Hal Binasının olduğu yerde, 1929 yılında çıkan yangınla yok olan Osmanlı dönemine ait ahşap malzemeden inşa edilmiş “Taht’el Kal’a (Kaledibi) Çarşısı” bulunmaktaydı. Gene aynı alanda Ankara Kalesi’ne giden bir Roma Dönemi Yolunun da varlığı bilinmektedir. Bu kesimde yanan yapılar arasında Tahtakale Hamamı, Tahtakale Hanı, Haseki Camisi, Eski Belediye Binası ve Sebze Hali vardı…

Yıkılması düşünülen mekânlardan biri de “Ulus Anafartalar Çarşısı”. 1967 yılında yarışma ile inşa edilmiş… Mimarları dönemin iyi mimarlarından Ferzan Baydar, Affan Kırımlı, Tayfur Şahbaz ‘mış.

Ankara’nın ilk yürüyen merdivenli süpermarketini (Gima) barındıran, o dönemin modernizm akımlarından olan “Mies” tarzında bir modern yapı. 1960’ların sonlarında giyim-kuşam, hediyelik eşya, hatta halı, buzdolabı vb... ev eşyaları almak için hepimizin kullandığı mekân. Birçok Ankaralının çocukluk anıları… Türk Seramik Sanatı’nın ilk ustalarının tablolarıyla yaşamaya devam eden bir tarih… Füreya Koral, Seniye Fenmen, Attila Galatalı, Arif Kaptan, Cevdet Altuğ ve Nuri İyem’in eserleri çarşının iç duvarları, kolonları, merdiven boşluklarında yer alıyor. Çarşının içindeki seramik, rölyef ve resimlerde insan, doğa, doğadaki dönüşüm süreçleri, evrenin sonsuzluğu, ay kraterlerinin anlatıldığı biliniyor. Anafartalar Çarşısı’yla aynı yaşta olan ve usta isimler tarafından yapılan eserler ilk günkü haliyle ayakta duruyor. İçinde bulundurduğu eserlerle bir plastik sanatlar müzesini andırıyor adeta. 



Anafartalar Çarşısı’nın Ulus Çarşısı’na bakan kapısında Attila Galatalı’nın büyük seramik panosu çarşıya girenleri karşılarken, ikinci giriş kapısında Füreya Koral’ın çamur sanatı temeline yatan eseri yer alıyor. Diğer katlarda Füreya Koral’ın daha küçük boyutlu ikişer seramik panosunu, bir başka usta kadın seramik sanatçısı Seniye Fenmen’in ise ikişer çalışması bulunuyor. Arif Kaptan, Nuri İyem ve Cevdet Altuğ’un yapıtlarını ise çarşının birinci, ikinci ve üçüncü katlarındaki kolon ve duvarlarda sergileniyor. Yürüyen merdivenin yanındaki duvarlarda ise Cevdet Altuğ’un duvar rölyefi bulunuyor. Çarşının tarihi değeri zaten yıkılmaması gerektiğini haykırırken bir de sanatsal değeri hiçbir şey ile ölçülemeyecek bu eserlerin varlığı da Anafartalar Çarşısını  korumanın önemini haykırır gibi. Ama görünen o ki tepkisiz toplumumuz buna da göz yumacak ve bu sanatsal eserler ve tarih yok olacak…

Sadece kentle ve kentsel mekânla ilgili olduğu için değil, toplumsal ve gündelik yaşamdaki görünümleri ile her zaman politik bir alan olmuş “tarih” alanı olduğu içinde buraların yıkılması çok tehlikelidir. Bunların yok edilmesi ve yerine konması istenen anlamlar yan yana düşünüldüğünde ortaya çıkan davranış biçiminin tarih olgusuna yaklaşımının, George Orwell’in 1949 tarihli ünlü romanı “1984”ünde tasvir ettiği karanlık dünyadaki tarih anlayışına benzerliği ürkütücüdür. Romanın distopya barındıran gelecek kurgusunda totaliter bir “parti” yönetimi, tarihi gerektiği an tamamen silip istediği şekilde yeniden yazabileceği bir parşömen olarak görür. Romanın kahramanının da çalıştığı “Gerçek Bakanlığı”nda, sadece günün gazete ve kitapları gibi güncel belgeler değil, geçmişe yönelik olarak arşivlenmiş her tür yazılı belge istendiği an ve tekrar tekrar yeniden üretilir. Parti sloganı şudur: “Tarihe hâkim olan geleceğe hâkim olur: Bugüne hâkim olan ise tarihe hâkim olur”. Ne yazıktır ki bugün, Ankara kentinde fiziki çevre üzerinden yapılmaya çalışılan şey de tam olarak budur: Kentin tarihini silip yanlı tercihler üzerinden tekrar yazmak.

Bu şekilde tariflenen tehdidin Cumhuriyet dönemi mimarlık mirasını oluşturan yapıların fiziksel varlığından fazlasına yöneldiği açıktır. Öne çıkan, tüm bu yapıların tek tek mimari nitelikleriyle olduğu kadar, taşıdıkları/taşımış oldukları işlev ve barındırdıkları niyet ile hep birlikte aktardıkları anlatımın okunabilirliğine yönelik olan tehdittir. Çünkü Ankara’da Cumhuriyet dönemi mimarlık mirasının bir dökümünü okumak, aslında Cumhuriyet’in modernleşme programının kendisini tüm alt başlıklarıyla okumak demektir. 1920’lerden başlayarak inşa edilmiş her kültür, eğitim, sağlık, endüstri ya da yönetim yapısı, her banka binası, her işlevsel alan ve her meydan, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının ve takip eden kuşakların hedeflerinin, hayallerinin ve çabalarının hikâyesini tamamlar. Söylediklerini herkesin, özellikle de gelecek kuşakların dinleyebileceği ve değerlendirip istedikleri sonuca varmak üzere yargılayabilecekleri şekilde duyulur kılmak ve korumak kentin bugünkü sahiplerinin temel görevlerinden olmalıdır. Ancak Ankara’da bunun tam tersi söz konusudur.

Kentsel rant üzerinden kurgulanmış sistemin, Ankara’da sadece kentin özgün tarihsel kimliğini yok etmek adına değil, yerine kurgusal ve sahte bir değer koymak adına da ilginç girişimler söz konusudur. Tarihi yargılamak, eleştirmek, geleceğin tarihten, eğer gerekiyorsa, en radikal biçimde farklı olması için çaba göstermek kuşkusuz temel bir haktır. Fakat hiçbir ulus, kent ya da birey tarihini beğenmeyerek yok sayma ve yerine gündelik heveslerin ürettiği kurgular monte etme hakkına sahip değildir. 

Tarihin belki de en utanç verici, en öfke uyandırıcı yapısı olan Auschwitz Toplama Kampı, kapısına “Bir daha asla” yazmak için korunmuş ve müzeye dönüştürülmüştür. Çünkü tarihin maddeye sinmiş anlatısı, kelimelerin söylediğinden çok daha güçlüdür. Bu nedenle de bu yapıların yıkılması değil restore edilerek, tarihi dokusu korunarak gelecek kuşaklara erişimi sağlanmalıdır… Ulus’u yıkmayın!...


Arzu KÖK

2 yorum:

  1. Çok teşekkür ederim.Bu konuda fazlasıyla mütevazı şekilde aydınlatma yapmışsınız emeginizi kutlarım.

    YanıtlaSil
  2. Arzu KÖK bu satırlarınla kök söktürmen gerekir.Ancak utanan yüzlere...Öylesine alçaldılar ki kavramlar birbirine karıştı. Yazarlar(!) Gazeteciler(!) fikirleri değil adeta ülkeyi paylaştı. Halk konuşmuyor sinema gibi filmin sonucunu bekliyor. Siyasal katılım ve parti içi demokrasi olmadan bu siyasal kültürün oluşması mümkün görülmüyor. Halkı dinyen yok Sadece kendileri çalıp kendileri oynuyor. Bu yazı harika. Ama algısal yetileri yüksek vatanperverler için.. Yinede tebrik ediyor Türkbilim ve şahsım olarak başarılar diliyorum.. Selamlarımızla..

    YanıtlaSil