31 Ekim 2016 Pazartesi

Basın Özgürlüğü- Arzu KÖK

Basın Özgürlüğü…

Karartılan her TV kanalı, susturulan her radyo, kapısına kilit vurulan her ajans, gazete; çevresinde ve içerisinde onlarca olayla kaynayan ülkemin ve toplumsal yaşamının sesini de kısıyor, bastırıyor. Bu olayların ardından açık olan TV kanallarının ekranlarında haberleri izleyenler, bir yaşanılanlara bakıyor bir de kendilerine aktarılanlara… Çok trajikomik bir sahne karşınızda. Gazetecilik yele veya sele karışmış da kurtaran yok gibi…

 Gazetecilik, bilim ve sanat… Görüneni ve arkasındaki gerçek neden, ilişki ve çıkarları göstermek üzere bilgi üreten üç güçlü sistemdir. Bilim, doğa ve toplumun; sanat, insan ve ilişkilerinin; gazetecilik de sosyal ve siyasal yaşantının gizlerini çözen ve en genelde bilgi üreten alanlardır. Bu anlamda “her görünen şey gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” sözünde adı geçen bilimin yanına sanatı ve gazeteciliği de eklemek olasıdır.

Bu üç üretim de toplumsal karşılığı olan ve toplumsal yaşamın iyileşmesi için verilen çabaların ürünüdür.  Gerçek anlamda bir gazetecilik uğraşıyla üretilen bilgi, üretildiği andan başlayarak toplumsallaşmaya, halkın siyasal tepkileri ve tercihlerini doğrudan etkilemeye başlar. Bilim ve sanat, biraz daha dolaylı ve uzun vadede de olsa, bu tercihleri yetkinleştirip derinleştirme görevini üstlenir. Dolayısıyla her üç bilginin üretimi de varoluşları itibariyle egemenlere ve egemenlik sistemlerine karşıdırlar ve öyle de olmak zorundadırlar. Egemenlerin elinde ve onların hizmetinde kullanıldığı örnekler tabii ki vardır, ancak bu örnekler bile bu üç bilgi üretiminin kendi tarihi açısından bir ihanet olarak algılanır.

Günümüz medyasının büyük kesimi de bu ihanet içerisinde yazık ki. Sermayenin medyası doğal olarak üç maymun oyunuyla sahne alıyor yaşantımızda. Geleceğimizi ilgilendiren konular bir dönem olduğu gibi penguen belgeseliyle perdeleniyor. Halkın görmesinin, duymasının önüne set çekiliyor. Çok merak ediyorum; öznesi ve nesnesi bu ülkenin insanları olan ve hız kesmek nedir bilmeyen olaylar nereye gitti? Nasıl yok hükmüne büründürüldü, büründürülüyor? Sürekli haberlerde işlenen açlığı, işsizliği bir yana bırakalım da gün be gün artan şiddetli baskılar arasındaki kan ve gözyaşının düştüğü Türkiye neden işlenmiyor? Yoksa bu güzel ülkemiz bu dünyada değil de uzayda bilinmeyen bir yerde mi?  Gerçekleri görmezlikten gelmek, gazeteciliğin, haberciliğin hangi ilkesiyle örtüşüyor acaba?

Fethullah’ın darbe girişimini adeta “Allah'ın bir lütfu” olarak görenler, bu girişimin karşılığında bir darbe çıkarıyor sanki. Daha bir olayı konuşur haldeyken bir diğeri çıkıyor ve bir öncekini etkisiz kılıyor. Ve gelinen aşamada “faşizm budur” demeye gerek kalmıyor. Artık faşizm, bu ve bundan önceki süreçleriyle birlikte yoğunlaşıp yurtseverleri, demokratları, devrimcileri siyasal arenadan silme çalışmalarının sürgit adı oluyor. Geriye faşizmin sesi, suskunluğun, örgütsüzlüğün rengi bir ses kalıyor ki o da gerçek habercilikten elini eteğini çekmiş olan merkez akım da denilen sermayenin, iktidarın medyası oluyor.

Tün bu yaşanılanların ardından bir yetkilinin söylediği “Geleceğin Türkiye’sinde sola yer yok” sözü düşüyor usuma. Bu durumda da aslında FETÖ adının verildiği bir ekiple kavga edildiğine bakmamak ve asıl amacı görmek gerekir diye düşünüyorum. Asıl amaç,  gelecekte yer yok dedikleri sol yanı yok edip, toplumu tek yanlı davranmaya, tek yönlü düşünmeye alıştırmak. İçinde yerel basının da olduğu haber merkezleri teker teker değil bir kararname ile listelenerek kapatılıyor. Dolayısıyla hayatın sesleri, renkleri, üstelik fokur fokur kaynayan bir ülke kazanının içindeyken kesiliyor ve kayboluyor. Son olarak da Cumhuriyet Gazetesi’ne de beklenen baskın yapılıyor. 

Gazetecilik mesleğinin karakteri gereği ürettiği bilgi, devletin sorgulanması için kullanılır ve bu bilginin halk lehine sonuçlar üretmesi beklenir. 15 Temmuz’dan bu yana kapatılan yayın kuruluşlarının ardından Cumhuriyet gazetesine karşı başlatılan operasyon, hem zamanlaması hem de mesajları itibariyle kritik bir anlam ifade ediyor. Ülkede Cumhuriyet gazetesinde simgelenmiş laik, sosyal hukuk devletinden yana, aydınlanmacı ve ilerici bir karakter vardır. Bu karakter ise hem onların hem halkın elinden alınmaya çalışılıyor maalesef.

Gazetecilik, yalnızca bilgi üretmekle kalmaz, bu yolla halkın siyasal ve sosyal yaşama katılımını da sağlar. Halk, gazetecilik yoluyla hem temsil edilir hem de devlet ve bürokrasiyle iletişim kurar. Bu iletişim karşılıklı bilgi alışverişi ve isteklerin iletilmesini de sağlar. Bu nedenledir ki gazetecilik, bütün siyaset ve toplumsal varoluş araçları ellerinden alınan halk için yalnızca haber alma hakkının değil, var olma hakkının da kullanıldığı bir alandır. Böylesi bir işlev gören gazetecilik kurumlarına saldırmak, halkın toplumsal yaşama katılımına ve buradaki varlığına saldırmaktır.

Gazetecilik, halkın kendisini ifade ettiği, başka yerlerde de kendisi gibi olanların varlığını öğrendiği, devlet işleyişi hakkında bilgi aldığı ve ona isteklerini ilettiği, özetle sosyal ve siyasal olarak yaşama katıldığı alanlardan biridir. Bu ellerinden alındığında ise varoluşları da tehlike altına girmiş olur ki bu bir ülke için felaket demektir. 

Yazık ki günümüzde ‘basın özgürlüğü’ kavramı ‘basma özgürlüğü’ olarak algılanıyor. Bu durumda da saldırıların alanı bilgi üretiminden haberleşmeye ve oradan da varoluşa kadar genişleyebiliyor. Cumhuriyet’in yıldönümünde yapılan simgesel ataklar, bizlere cumhuriyet için, onu gerçek yerine oturtabilmek adına kurucu bir iradeye sahip olmamız gerektiğini ve bunu hep birlikte omuzlamamızın önemini hatırlatıyor bize… Tabii anlayana…

Arzu KÖK

1 yorum:

  1. 1980 öncesi teröristleri, topluma, Kalaşnikof veya Sten makineli-tüfek tutan ellerine Sony video-kamera verilmek suretiyle kazandırılmışlardır. ERDOĞAN-karşıtı gibi görünen muhafazakar İngiliz dergisi The Economist, ATATÜRKÇÜ eylemcilerin “bozuk düzen” ile olan ihtilaflarının (ing. “irreconcilable contradictions”) “savaşım”ını medya zemininde sürdürmekte olduklarını çıtlatmaktan geri kalmamış! Bu yazıyı okuma ihtiyacı duyan ecnebi, ülkemizi, bu “irreconcilable contradictions” lafının cahiliye devrinde sivri dillere pelesenk olmuş olduğunu bilecek kadar tanır. Kapitalist üst akıl Sn.ERDOĞAN'ın arkasındadır, TUSiAD'ın değil [bkz: “Absurdity in power”, The Economist dergisi, ©2017 The Economist Newspaper Limited, (ISSN) 9 7700 1306-1220, Volume 424 Number 9051, July 29th-August 4th 2017, Printed by Roularta Printing Roeselare Belgium, s.21].

    YanıtlaSil