3 Mart 2016 Perşembe

ANAYASA - Arzu Kök

  ANAYASA

Ünlü siyasal bilimci M. Duverger demokrasilerdeki en önemli hastalıklardan birini; "siyasal iktidarların yasalarla sahip oldukları yetkilerine hayran olmaları" ifadesiyle tanımlar. Psikolojinin, bu ruh haline koyduğu teşhis ise "siyasal megalomani"dir: Kendini, kendi siyasal kudretini, başkalarından daha büyük ve daha üstün görme hali. 

 Siyasal iktidarları yoldan çıkaran ve daha sonra ise "narsisizm" yani "kendi kendisine âşık olma illeti" denilen hastalık bu megalomaniden kaynaklanır.

Kanun yaparak kendi yetkilerini sınırlamayı bilen ve dünyanın ilk büyük kanun koyucuları arasında özel bir yeri olan, zamanın Cihan Padişahı, Kanuni Sultan Süleyman, o harikulade ifadesiyle; " Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi... " derken sağlıklı olmanın ve sağlıklı düşünmenin ne kadar yüce bir değer olduğunu, gerçekten büyük olanların, büyük makamlarda otururken bile büyüklük illetine düşmemeleri gerektiğini ne güzel ifade etmişlerdi. Yeni Osmanlıcılık tezini savunanlar ise bu Osmanlı padişahının sözünden de ders almıyorlar.

Siyasal megalomani illetine yakalanan iktidarların ya da siyasal otoritenin bu ruh hali içinde yapabilecekleri hataları anlatırken de M. Duverger; "Anayasaların en doğru yorumlarının sadece kendileri tarafından yapılabileceğine inanmak, bu düşünceleri eyleme geçirmek en büyük hatalardandır ve bu tutum asla demokrasiyle bağdaşmaz." demektedir. 

Aslında anayasalar, değişmez değiştirilemez değildir. Değişen dünya ve ülke şartları, milletin ihtiyaçları ve çağın gerçekleri anayasalara elbette yansımalıdır. Bu ne kadar doğru ise, Anayasaların sık sık değiştirilmelerinin yanlışlığı da o derece doğrudur. Ne çare ki, bizim gibi olaylı demokrasilerde bu iş sık sık başımıza gelmektedir. Bunda mevcut bir Anayasa'nın yapılış biçimini eleştirenlerin kendi ellerine imkân geçtiği vakit yeni bir Anayasa için aynı hatalara düşmelerinin çok büyük bir rolü vardır.

Kendilerini üstün ve farklı görenler, gündeme ve topluma egemen olmak isteyenler, kendilerinden başka kimseyi tanımayanlar, demokrasiyi yalnızca oy sayısına bağlayanlar, yaşadıkları toplumun sesini duymazlıktan gelip uluslararası entegrasyona biat etmekten kaçınmayanlar, varlıklarını sağlayan toplumdaki sömürü düzenini özde olağan kabul edip sözde açılım gösterileri düzenleyenler, hukuk ve adaleti kendilerine özgü kabul edenler, değiştirmek istedikleri Anayasa’ya uymadan anayasacılık oyunu oynuyorlar.


Peki ama durum böyleyken görevlerinin asaleti ve kişiliklerinin gereği olarak sükutu tercih edenlerin görüşlerini nereden bileceğiz? Bir Anayasa Mahkememiz var. Ancak görüşlerini ille de bir "yargı" konusu olduğunda öğreniyoruz. Gerçi yargı konusu söz konusu olup karar verildiğinde dahi Cumhurbaşkanı tanımadığını ifade ediyor… 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Batı Afrika ülkelerini kapsayacak beş günlük yurtdışı seyahati öncesi Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) topa tutuyor ve Erdem Gül ve Can Dündar’la ilgili kararına ilişkin “Uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor. Ardından Erdoğan, "Yerel mahkeme bu karara direnebilirdi. Bizim 13-14 yıllık iktidarlarımız medyanın fikir ve düşünce özgürlüğü bakımından en ideal duruma ulaştığı dönemdir. Bizim dönemimiz cezaevlerinin gazetecilerle doldurulduğu dönem değildir. Bu dönemler bizden önceki dönemlerdir. Bizim iktidarımızda bunlar cezaevlerinden çıkmıştır, bizim yaptığımız yasal düzenlemelerle çıktılar. Yanlış yaptık herhalde" diye devam ediyor. Bu söylem ile de Cumhurbaşkanı Türkiye'nin en yüksek yargı kurumunun kararını tanımadığını söylemek bir tarafa mahkemelere de tanımamaları talimatını veriyordu açıkça.  Zaten halkın gözünde hiç güvenin kalmadığı hukuk, ayaklar altına alınıyordu bu sözlerle. 

Durum böyleyken Anayasa; ünlü bilim adamlarının, düşünürlerin uyarıları doğrultusunda mı değiştirilecek? Yoksa sadece belirli bir kesimin istek ve arzuları doğrultusunda mı? Ya da milli gerçeklere göre mi? Ya da, öyle değil de; "Dediğim dedik, çaldığım düdük, sen küçük ben büyük... " diyerek mi? 

O da, olmayacak bir şey değil ülkemizde? Olur olmasına ama, nükteler filozofu Nasreddin Hoca: "Olmaz... " diyenlere karşı: "Ben yaptım oldu... " uyarısını da dikkate almak gerekir. Zira bizim politikacılarımız hep bunu örnek alagelmişlerdir.

“Anayasa ihlalleri”yle alevlenen Anayasa değişikliği konusu, hangi güven unsuruyla tartışılacaktır? Bu değişiklikler, hukuk devletini yok sayarak, “kanun devleti” yaklaşımı ve dayatmasıyla yapılacaksa, Anayasa’nın bu yeni kuralları toplumda nasıl huzur ve güven yaratacak?

Anayasa, kimilerinin, istediği zaman ve yerde, istediği şekilde üzerinde oynanacak yazboz tahtası değildir. Gerekliliği, zaman ve mekânı, Anayasa’ya uygun değiştirme yöntemi, katılımı, müzakeresi, uzlaşması sağlanamazsa, değişiklik önerileriniz yerinde bile olsa, yeterli desteği bulamaz, kural bazında değişiklik tartışmalarına girilemez. Çözüm ise hiç zor değil: Biraz ciddiyet ve saygı lütfen.

Bazı şeyleri öğrenmek çok pahalıya mal oluyor. Bunu daha önceleri gördük. Şimdi ise öğrendiklerimizi uygulama zamanı gelmedi mi? Yine pahalıya getirmeyelim işi… Çok şeyler kaybedeceğimiz ortada iken hele… Zira bu ülkede Anayasa’dan önce bazı kafaların değişmesi çok daha doğru olacaktır…



                                                                                             ARZU KÖK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder