Aslında bugün bir vatanımız varsa ve bizler bu topraklarda özgürce yaşayabiliyorsak bunu her şeyden önce, Kurtuluş Savaşı öncesinde kazandığımız ve yokluklara rağmen düşmanı nasıl bozguna uğratabileceğimizin kanıtı niteliği taşıyan Çanakkale Savaşı’na borçluyuz. Zira bu savaş 20. yüzyılın bir dönüm noktası niteliğindedir.
Çanakkale Savaşı’nda o güne kadar eşi benzeri görülmemiş deniz gücü olan İngiliz ve Fransız donanması, Doğu’nun ilk kapısı olan Çanakkale Boğazı önüne 18 Mart 1915 günü girerlerken en büyük amaçları İstanbul’a yerleşmekti. İki amaçları vardı burada. Görünürdeki ilk ve acil amaçları zor durumda kalan Çarlık Rusya’sına yardım yetiştirebilmek, uzun vadeli olan ama asıl amaçları olanı ise boğazları kontrol altında tutarak tüm Doğu’ya rahatça hükmedebilmekti. Her ne kadar görünürde başka bir neden olsa da asıl amaç boğazları ele geçirmekti.
Bu nedenle de o daracık boğaza, o küçücük yarımadaya neredeyse tüm dünya askerleri gelmiş, getirilmişti. Kimler mi vardı? Sayalım; İngilizler, Fransızlar, İskoçyalılar, İrlandalılar, Mısırlılar, Sudanlılar, Cezayirliler, Nepalliler, Senegalliler, Hintliler, Avusturyalılar, Yeni Zelandalılar, Filistin Musevileri ve daha sayamadığımız diğerleri… Kendilerince müthiş bir ordu ve donanmaya sahiptiler. Bu nedenle de boğazları çok rahat alacaklarına, amaçlarına çok rahat ulaşacakları kanaatine sahiptiler. Zira karşılarına geçecek ordu “hasta” bir ülkenin “çaresiz” ordusuydu. Yani kendilerince zafer kaçınılmazdı. Aksi düşünülemezdi.
Evet, ordumuz zor durumdaydı. Yarı aç, yarı çıplak ve donanımsızdı. Ancak yine de bu ordu, karada, denizde ve havada 259 gün süren öylesine müthiş bir direniş örneği gösterdi ki düşman, adeta kaçarcasına gitmek durumunda kaldı. Yani 9 Ocak 1916 tarihinde bu kahraman askerler tüm dünyaya Çanakkale’nin asla geçilemez olduğunu öğretti. İnanılmazı başarmışlardı. Ancak yazıktır ki düşman amacına top tüfek kullanmadan 30 Ekim 1918 yılında Mondros Antlaşması’yla İstanbul’a gidip yerleşti. Koca İmparatorluk zorbaya boyun eğmişti; üstelik resmi bir yazı ile….

Bu zafer yalnız ülkemizin geleceği üzerinde etkili olmamıştır. Bu zaferin yarattığı sonuçlar tüm dünya halklarını ilgilendiren olayların başlangıcı olmuştur. Çanakkale önüne gelen müttefik güçlerin amacı Çarlık Rusya’sına yardım edebilmekti. Ancak savaş kaybedilince bu yardım ulaşamadı. Dolayısıyla da Rusya’da toplumsal kriz büyüdü ve 1917 yılında halk ayaklanarak Çar’ı devirdi. Böylece de tüm dünyayı sarsan bir süreç başlamış oldu. Kısacası bu olaydan sonra Batı’nın sömürge çarkı büyük bir kırılma yaşadı. Rusya’nın bizlere karşı sergilediği ezeli düşmanlığı son buldu, yerini dayanışmaya bıraktı.
Çanakkale direnişi 20.yüzyıla yeni bir umut kazandırmıştı. Bağımsızlık umuduydu bu…. Zira Batı’nın üstün donanıma sahip koloni ordusunun yenilebilirliği ispatlanmış oluyordu. Türkiye’de ulusal kurtuluş için bir umut doğdu. Tarih, Çanakkale Zaferi’nin dünyanın tüm mazlum ulusları lehine değiştiğini ve 20. yüzyılın yolunun çizilmesinde etkin olduğunu yazdı. Tüm Doğu ülkeleri tehlikenin nerelerden gelebileceğini ve mücadele yollarını öğrendi bu zaferle.

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Çanakkale Zaferi’nin anlamı, çağrışımları, duygusu ve bilinci bugün bile ülkemizin dünya ile olan ilişkileri ve geleceği açısından bir ders niteliğindedir.
Bugün ülkenin pek çok yerinde bu zafer kutlanıyor, şehitlerimiz saygıyla anılıyor. Ancak bu anma törenlerinin çoğu lüks salonlarda yapılıyor. Oysa Anzak gençleri her yıl ülkemize gelerek atalarının savaştığı o topraklarda gecenin ayazına rağmen sabahlayıp onların o savaş ortamındaki hislerini anlamaya çalışıyor. Bizlerse lüks salonlarda, şık kıyafetlerle anıyoruz atalarımızı. Oysa o savaş alanında hissedilenleri anlamadıkça, oralarda Anzak gençlerinin yaptığı gibi sabahlamadıkça, soğukta tir titrerken, şiirlerle, ağıtlarla onları yad etmedikçe gerçekten anlatamayız çocuklarımıza. Bunu anlatamadığımız çocuklarımızdan da olmaz bir beklentimiz. Bu yıl ve bundan sonraki yıllarda bu anma etkinlikleri umarım ki Çanakkale kıyılarında olur. Atalarımız gibi o gece soğuğunu hissederek, orada can verirken hissettiklerini toprağın kokusunu duyarak, o havayı soluyarak anlar ve anlatır.
Tüm bu inançlarla şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun…
Arzu Kök
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder