31 Aralık 2014 Çarşamba

2015’e Girerken

2015’e Girerken

2014’ü geride bırakıyoruz artık. Geride kalıyor bir yıl daha hem de oldukça önemli gelişmelerin, savaşların, çatışma ve direnişlerin, yangi ve yenilgilerin yaşandığı koca bir yıl. Bu yıl içerisinde görünür olan, olmayan, su yüzüne çıkan, çıkmayanla içeriden içeriden kanayan, görünmeden akan bir sürü gelişme yaşandı. Görünür olanlarla bir şekilde ilgilendik, içindeydik, katıldık, konuştuk, tartıştık. Diğerleri…

2014 yılı içerisinde kapitalizmin kirli, vahşi yüzü daha bir görünür hale geldi. Kapitalizmin çarklarını döndürebilmek için olmazsa olmaz hırsızlıklar, yolsuzluklar, işçi katliamları, doğa talanı, ırkçılık, ayrımcılık, savaş ve şiddet yaşamın her alanında yerini aldı bir şekilde. Bu sistemin insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğu daha geniş kitlelerce fark edilmeye başlandı. Buna karşılık sistemin uygulayıcısı olan siyasi iktidarlar, kapitalizmin ve kendilerinin kaybolmaya başlayan ideolojik meşruiyetlerini korumak için baskı ve şiddet politikalarına ağırlık verir oldular.

2014 yılında işçi sınıfı büyük kayıplar verdi ülkemizde. Soma ve Ermenek maden kazaları ve madenci katliamları emekçilerin ve ezilenlerin bilincinde derin izler ve öfke yarattı. Torunlar İnşaat gibi, yüzlerce işçi cinayeti ile binler kayıp oldu. İşçiler haklarını koruyabilmek için ne sendikalarını harekete geçirebildiler ne de sendikaya rağmen insanlık dışı çalışma ve yaşama koşullarına karşı tepkilerini dile getirecek bir mücadele yürütebildiler. Mücadele etmek istediler, yeltendiler ama her seferinde karşılarında devleti buldular. Patron, devlet ve sendika adeta Azrail gibi işçinin karşısına dikilmiş, onu ölümüne çalışmaya zorluyordu. Yukarıda da dediğimiz gibi kapitalist düzenin vahşeti tüm boyutlarıyla gün yüzüne çıktı, bu gerçeği anlamak istemeyenlerin yüzüne tokat gibi çarptı adeta. Ancak bu tokat da irkilip kendilerine gelmelerine neden olamadı.

2014’ün önemli olaylarından biri de Suriye’de uluslar arası güçlerce körüklenen iç savaşın ve İŞİD’in işgalleri, katliamlarıydı. Savaş nedeniyle 2 milyon civarında Suriyeli Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Sermaye malını, mülkünü geride bırakıp, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye sığınan Suriyelileri ucuz emek gücü olarak değerlendirmekte gecikmedi. Kısa zamanda ülkenin dört bir yanına yayılan Suriyeli mülteciler; Afganlar, Afrikalılar, Gürcülerden sonra işçi sınıfının en alt katmanını oluşturmaya başladı. Suriyeli emekçilerin yaşamlarını sürdürebilmek için en kötü çalışma koşullarında düşük ücretle çalışmaya razı olmalarını, patronlar diğer emekçilerin de ücretlerinin düşürülmesinin aracı olarak gördü ve sonuna kadar kullandı bunu. Bu durum ise tarihte olduğu gibi emekçiler arasında ırkçılığı da beraberinde getirdi. Devlet de en son Maraş’ta, Antalya’da gördüğümüz gibi Suriyeli mültecilere yönelik ayrımcı uygulamalarıyla birlikte ırkçılığı teşvik etti. Hatta zaman zaman da sonu fiili şiddete dönüşen olaylara zemin hazırladı. Böylece emekçiler, insanlık dışı çalışma koşullarına karşı patronlar ve siyasi iktidara tepki göstermek yerine tepkilerini Suriyeli emekçilere yöneltmiş oldu. Sendikalar da Suriyeli mültecileri sahiplenmediğinden bu ayrımcı cephe en önlerde yerini almış oldu.

Tüm bunlar yaşanırken medya bunları bildi, gördü ama duymazdan geldi, görmezden geldi. Görevi kamuyu aydınlatmak olan meyde bu yıl da sınıfta kaldı. İktidarın son günlerde sıkça kullandığı kamu düzeninin kırmızı çizgisini gazetelerinde, televizyonlarında kullanıp, taşıdıkları paraların ağırlığı altında kalanları, aydınlatılmamış cinayetlerin, katliamların, İŞİD çetelerinin önüne koyup toz pembe bir yeni yıl tablosu çiziyor bize medya. Yani kamu düzenini bozanlar hakkını arayan ve adalet diye canlarını verenler ile, kamu düzenini koruyanlar da özel ve tüzel para ile ağırlık barfiksi yapıyorlar. Kas yaptılar adeta bu uğurda. Bu yıl da unuttum ben; Devlet neydi? Kimin devletiydi bu? Kamu ne demekti ve hangi kamuydu bahsedilen? Ama düzen bu… Devlet safını belirlemiş ve taraf olmayanları bertaraf etmekmiş niyetleri…
Toplum ise adeta bir bunalım içerisine düşmüş durumda. Kendince çıkar bulamayan insanlar ya deliriyor, ya intihar ediyor, ya hırsızlık yapıyor, ya karşılarındakilere şiddet uyguluyor, ya adam öldürüyor… Tüm bunlar olurken aile kavramı yok ediliyor. Zira boşanma sayısındaki artış hızı nüfus artış hızını geçti bile. Kadınlara yönelik şiddet yüzde1400 oranında artış gösterdi. Hemen her gün en az bir kadın namus ve töre gerekçeleri yüzünden katlediliyor. Her on kadından dördü fiziksel şiddete maruz kalıyor. Araştırmalara göre Türkiye’de her dört kişiden biri deprasyonda. Antideprasan kullananların sayısında müthiş bir artış söz konusu. İntihar ederek yaşamına son verenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Hele ki intihar edenlerin çoğunun 17-25 yaş arası olması ise oldukça endişe verici bir tablo çiziyor bize. Son dönemde Türkiye’de en çok işlenen suçlar, hırsızlık ve dolandırıcılık. Neden acaba? Kısacası bu yıl toplum büyük bir ruhsal çöküş içerisindeydi.

Bir de hani söylenmeden geçilemeyecek bir şey daha var yıl içerisinde gözlerimiz önüne serilen. Bu ülkenin aydınları, sanatçıları dediğimiz kimseler gerçek sanatçı ve aydın olmadıklarını ispatladılar bizlere. Gerçek sanatçı ve aydın ne olursa olsun muhalif olmalıydı oysa. Çıkarlar uğruna kendini satmaz. Sanatçı ve aydın barış ve insanlık düşmanı güçlerin sevinç çığlıkları attıkları bir dönemde, insanlığın geleceğine sahip çıkma sorumluluğunu üstlenen, onurlu, inatçı ve özverili bir insan olma yükümlülüğü vardır. Bu nedenle disipline karşı çıkar, kişisel inançları için bunlara savaş açarlar. Sansüre uymaz, üzerlerindeki misyon gereği düşüncelerini olduğu gibi ifade ederler. Sonuç mu? Hapisler, gözaltılar… Ancak tüm bunlara rağmen pes etmezler. Kimselere boyun eğmezler. Ama ülkemizde bu direnci gösteren gerçek sanatçı, aydın sayısı parmakla sayılır orana düşmüştür. 

Yukarıda anlattıklarımıza bakıldığında görüldüğü gibi 2014 kapitalizmin vahşi yüzünün büyük acılara neden olarak kendisini gösterdiği bir yıl olmuştur. Ama tüm bunlara rağmen mücadele sürmüştür, sürecektir. 2015 yılında acıların azalması ve umutların yeşermesi, antikapitalist, antiemperyalist bir zeminde yürütülecek mücadelelerin büyütülmesine bağlı olacaktır.

2015 yılının savaşsız, sömürüsüz bir dünya adına mücadelenin yükseldiği bir yıl olmasını istiyor, esenlikler diliyorum…

Arzu Kök

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder