2014’ü geride bırakıyoruz artık. Geride kalıyor bir yıl daha
hem de oldukça önemli gelişmelerin, savaşların, çatışma ve direnişlerin, yangi
ve yenilgilerin yaşandığı koca bir yıl. Bu yıl içerisinde görünür olan,
olmayan, su yüzüne çıkan, çıkmayanla içeriden içeriden kanayan, görünmeden akan
bir sürü gelişme yaşandı. Görünür olanlarla bir şekilde ilgilendik, içindeydik,
katıldık, konuştuk, tartıştık. Diğerleri…
2014 yılı içerisinde kapitalizmin kirli, vahşi yüzü daha bir
görünür hale geldi. Kapitalizmin çarklarını döndürebilmek için olmazsa olmaz
hırsızlıklar, yolsuzluklar, işçi katliamları, doğa talanı, ırkçılık,
ayrımcılık, savaş ve şiddet yaşamın her alanında yerini aldı bir şekilde. Bu
sistemin insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğu daha geniş kitlelerce
fark edilmeye başlandı. Buna karşılık sistemin uygulayıcısı olan siyasi
iktidarlar, kapitalizmin ve kendilerinin kaybolmaya başlayan ideolojik
meşruiyetlerini korumak için baskı ve şiddet politikalarına ağırlık verir
oldular.
2014 yılında işçi sınıfı büyük kayıplar verdi ülkemizde.
Soma ve Ermenek maden kazaları ve madenci katliamları emekçilerin ve
ezilenlerin bilincinde derin izler ve öfke yarattı. Torunlar İnşaat gibi,
yüzlerce işçi cinayeti ile binler kayıp oldu. İşçiler haklarını koruyabilmek
için ne sendikalarını harekete geçirebildiler ne de sendikaya rağmen insanlık
dışı çalışma ve yaşama koşullarına karşı tepkilerini dile getirecek bir
mücadele yürütebildiler. Mücadele etmek istediler, yeltendiler ama her
seferinde karşılarında devleti buldular. Patron, devlet ve sendika adeta Azrail
gibi işçinin karşısına dikilmiş, onu ölümüne çalışmaya zorluyordu. Yukarıda da
dediğimiz gibi kapitalist düzenin vahşeti tüm boyutlarıyla gün yüzüne çıktı, bu
gerçeği anlamak istemeyenlerin yüzüne tokat gibi çarptı adeta. Ancak bu tokat
da irkilip kendilerine gelmelerine neden olamadı.
2014’ün önemli olaylarından biri de Suriye’de uluslar arası
güçlerce körüklenen iç savaşın ve İŞİD’in işgalleri, katliamlarıydı. Savaş
nedeniyle 2 milyon civarında Suriyeli Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı.
Sermaye malını, mülkünü geride bırakıp, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye
sığınan Suriyelileri ucuz emek gücü olarak değerlendirmekte gecikmedi. Kısa
zamanda ülkenin dört bir yanına yayılan Suriyeli mülteciler; Afganlar,
Afrikalılar, Gürcülerden sonra işçi sınıfının en alt katmanını oluşturmaya
başladı. Suriyeli emekçilerin yaşamlarını sürdürebilmek için en kötü çalışma
koşullarında düşük ücretle çalışmaya razı olmalarını, patronlar diğer
emekçilerin de ücretlerinin düşürülmesinin aracı olarak gördü ve sonuna kadar
kullandı bunu. Bu durum ise tarihte olduğu gibi emekçiler arasında ırkçılığı da
beraberinde getirdi. Devlet de en son Maraş’ta, Antalya’da gördüğümüz gibi
Suriyeli mültecilere yönelik ayrımcı uygulamalarıyla birlikte ırkçılığı teşvik
etti. Hatta zaman zaman da sonu fiili şiddete dönüşen olaylara zemin hazırladı.
Böylece emekçiler, insanlık dışı çalışma koşullarına karşı patronlar ve siyasi
iktidara tepki göstermek yerine tepkilerini Suriyeli emekçilere yöneltmiş oldu.
Sendikalar da Suriyeli mültecileri sahiplenmediğinden bu ayrımcı cephe en
önlerde yerini almış oldu.
Tüm bunlar yaşanırken medya bunları bildi, gördü ama
duymazdan geldi, görmezden geldi. Görevi kamuyu aydınlatmak olan meyde bu yıl
da sınıfta kaldı. İktidarın son günlerde sıkça kullandığı kamu düzeninin
kırmızı çizgisini gazetelerinde, televizyonlarında kullanıp, taşıdıkları
paraların ağırlığı altında kalanları, aydınlatılmamış cinayetlerin,
katliamların, İŞİD çetelerinin önüne koyup toz pembe bir yeni yıl tablosu
çiziyor bize medya. Yani kamu düzenini bozanlar hakkını arayan ve adalet diye
canlarını verenler ile, kamu düzenini koruyanlar da özel ve tüzel para ile
ağırlık barfiksi yapıyorlar. Kas yaptılar adeta bu uğurda. Bu yıl da unuttum
ben; Devlet neydi? Kimin devletiydi bu? Kamu ne demekti ve hangi kamuydu
bahsedilen? Ama düzen bu… Devlet safını belirlemiş ve taraf olmayanları
bertaraf etmekmiş niyetleri…
Toplum ise adeta bir bunalım içerisine düşmüş durumda.
Kendince çıkar bulamayan insanlar ya deliriyor, ya intihar ediyor, ya hırsızlık
yapıyor, ya karşılarındakilere şiddet uyguluyor, ya adam öldürüyor… Tüm bunlar
olurken aile kavramı yok ediliyor. Zira boşanma sayısındaki artış hızı nüfus
artış hızını geçti bile. Kadınlara yönelik şiddet yüzde1400 oranında artış
gösterdi. Hemen her gün en az bir kadın namus ve töre gerekçeleri yüzünden
katlediliyor. Her on kadından dördü fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Araştırmalara göre Türkiye’de her dört kişiden biri deprasyonda. Antideprasan
kullananların sayısında müthiş bir artış söz konusu. İntihar ederek yaşamına
son verenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Hele ki intihar edenlerin çoğunun
17-25 yaş arası olması ise oldukça endişe verici bir tablo çiziyor bize. Son
dönemde Türkiye’de en çok işlenen suçlar, hırsızlık ve dolandırıcılık. Neden
acaba? Kısacası bu yıl toplum büyük bir ruhsal çöküş içerisindeydi.
Bir de hani söylenmeden geçilemeyecek bir şey daha var yıl
içerisinde gözlerimiz önüne serilen. Bu ülkenin aydınları, sanatçıları dediğimiz
kimseler gerçek sanatçı ve aydın olmadıklarını ispatladılar bizlere. Gerçek
sanatçı ve aydın ne olursa olsun muhalif olmalıydı oysa. Çıkarlar uğruna
kendini satmaz. Sanatçı ve aydın barış ve insanlık düşmanı güçlerin sevinç
çığlıkları attıkları bir dönemde, insanlığın geleceğine sahip çıkma
sorumluluğunu üstlenen, onurlu, inatçı ve özverili bir insan olma yükümlülüğü
vardır. Bu nedenle disipline karşı çıkar, kişisel inançları için bunlara savaş
açarlar. Sansüre uymaz, üzerlerindeki misyon gereği düşüncelerini olduğu gibi
ifade ederler. Sonuç mu? Hapisler, gözaltılar… Ancak tüm bunlara rağmen pes
etmezler. Kimselere boyun eğmezler. Ama ülkemizde bu direnci gösteren gerçek
sanatçı, aydın sayısı parmakla sayılır orana düşmüştür.
Yukarıda anlattıklarımıza bakıldığında görüldüğü gibi 2014
kapitalizmin vahşi yüzünün büyük acılara neden olarak kendisini gösterdiği bir
yıl olmuştur. Ama tüm bunlara rağmen mücadele sürmüştür, sürecektir. 2015
yılında acıların azalması ve umutların yeşermesi, antikapitalist, antiemperyalist
bir zeminde yürütülecek mücadelelerin büyütülmesine bağlı olacaktır.
2015 yılının savaşsız, sömürüsüz bir dünya adına mücadelenin
yükseldiği bir yıl olmasını istiyor, esenlikler diliyorum…
Arzu Kök
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder