Timsah Gözyaşları
Zor günlerden geçiyoruz… Çok çok zor günlerden… Bitmiş bir siyaset, Her geçen gün bozulan ekonomi, artık ayakta bile durmakta zorlanan vatandaş, bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi terör… Üstelik tam barış geldi, geliyor derken 8 Haziran seçimlerinden sonra adeta istenilip de alınamayan 400 vekilin diyeti gibi yüzlerce asker, polis ve sivil vatandaş… Gerilim, çözülme, şiddet, kan, ölüm… Her an yanıbaşımızda, her yerde…
Siyasal ve sosyal çöküntünün çözümü aslında her alanda köklü demokratik dönüşümün sağlanması ile olacaktır… Bugünün siyasal çöküntüsünün temelinin, siyasetin toplumsal dayanaklarından ve demokrasiden uzak alanda yürütülüyor olmasına dayandığını anlamak istemiyor bazı kesimler. Neredeyse tüm partiler toplumun tüm kesimlerini siyasetin içine doğrudan davet eden bir yaklaşımın hayata geçirilmesinden adeta kaçıyorlar. Ülkemizin ekonomik hayatının yapısal sorununu görmezden geliyorlar. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında yaşanan tahribatı gidererek, sosyal alanda yaşanan yıkımı telafi edecek önlemleri alabileceklerini söyleyemiyorlar. “Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanları kamusal bir bakışla yeniden yapılandırılmalıdır” diyemiyorlar.
Giderek büyüyen zenginler ile yoksullar arasındaki açığın kapatılması için, sosyal destekleme programlarının hayata geçirilmesi gerektiğini ağızlarına alamıyorlar. Çalışma yaşamındaki esnek, güvencesiz, sigortasız istihdam uygulamalarına, son verilmesi gerektiğini söyleyemiyorlar. İmam Hatiplerle, zorunlu din eğitimiyle, Kuran kurslarıyla, “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları arasındaki pastanın en büyük dilimini götüren Diyanetiyle, Türk İslam sentezi politikalarla ırkçı-şoven bir anlayışı destekliyorlar.
İnsanları birbirine düşman ediyorlar. Komplo teorileri üretiyor, beyinleri sabunlu sularla yıkıyor, terörü tırmandırtıyor, Türkiye’yi etnik olarak bölüyorlar. Türk-Kürt ayrımını şişiriyor, Alevi-Sünni farklılığını ortaya atıyorlar. Yıllardır süren ve artık keskin kılıç olan, toplumdaki kültürel bölünmeden türeyen iki farklı yaşam biçiminin giderek birbirlerine daha da fazla düşman olmalarını uzaktan timsah gözyaşları dökerek seyrediyorlar.
Zevkleri, inanışları birbirinden kopmuş insanların meydanlarda kapışmasını istiyorlar. Kendileri ne mi yapıyorlar? Keyiflerine bakıyorlar, kazanımları aynen kalsın istiyorlar. Koltuklarına yapışmış, kalkmamak için olayları tetiklemeye devam ediyorlar. Bir de o koltukları selameti için duygu sömürüsü niteliğinde gözyaşı döküyorlar.
Derler ki “Timsah avını yerken ağlar” mış. İşte bizimkilerin yaptıkları da tam olarak budur. Ülkeyi getirdikleri durumun farkında oldukları halde her fırsatta timsah gözyaşlarını akıtmaktan geri durmuyorlar. 'Timsah Gözyaşları' düşüncesizliğin, aptallığın, öngörüsüzlüğün, şayet şuurlu ve bilinçli gerçekleştiyse riyakarlığın, namertliğin ifadesidir!...
Tüm bu yaşananların sebebi hep başka şeylere bağlanıyor. Hele ki 2002’den beri iktidarda olan parti bunun en güzel örneği;
Sanki yıllardır iktidar onlarda değilmiş gibi.
Sanki isteseler tüm sorunları çözemezmişler gibi.
Gözlerinin önünde silah yığınağı yapılırken sessiz duranlar onlar değilmiş gibi.
PKK elemanlarının sınırda neredeyse devlet töreniyle, bir düğün güzelliğinde karşılanmasına müsaade eden onlar değilmiş gibi.
Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses konserini en önden gözyaşlarıyla izleyenler onlar değilmiş gibi.
Bugün tüm bu yaptıklarını unutmuş, 'Şehitlerimizin kemikleri sızlıyor, AKP'yi seçmeyenler yüzünden PKK mecliste!' edebiyatıyla seçmenleri yeniden kandırma ve bir kez daha timsah gözyaşları dökmeye hazırlanıyorlar. Diğer taraftan da bugüne kadar yoksullaştırdıkları halkı bundan sonra mutlu(!) edeceklerine dair ekonomik vaatlerde bulunuyorlar.
Bu sefer de timsah gözyaşlarına kanılacak mı? Merak ediyorum…
Arzu Kök
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder