20 Ocak 2015 Salı

Uğur Mumcu'yu Anarken - Arzu Kök

Uğur Mumcu’yu Anarken… 

“Demokratik toplumlarda bir kişiye yapılan haksızlık bütün topluma karşı yapılmış sayılır. Bu bilinç yerleşmedikçe haksızlıkların adaletsizliklerin önüne geçmeye olanak bulunamaz. 
- “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi toplumun bütün bireylerini sarar ve birçok insan:
- Adam sen de… bencilliği ve bireyciliğiyle yetişir. Herkes kendi küçük dünyasının kabuklarında, sessiz sedasız yaşamayı hüner sayar. 
- Sen mi kurtaracaksın?... gibi sorularla kavgadan gürültüden uzak tutulmak, günlük yaşamın mutluluk zırhlarıyla sarılıp sarmalanmak hiçbir yasanın suç saymadığı ve birçok insanın da küçük görmediği bir yaşam biçimi olarak belirir. 
- Beni düşünmüyorsan çocuklarını da mı düşünmüyorsun? gibi duygusal tepkilerin gözdağlarıyla sıkıştırılmış sorumluluk duygularının sınırladığı insanlar, yaşamlarında bir başka mutsuzluğun gölgeleri ile boğuşup dururlar öylece.
Düşündüklerini bir kez bile yüksek sesle söyleyememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile söylememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile haykırmamış bir insanın bilinç ve duygu dünyasında doğan girdaplar belki de sabah akşam boğmuştur bu kişiliğini.
Kendi kişiliğinin katili olmak da güç iştir basbayağı.
Susmak… susmak, hep susmak. Konuşmamak, konuşmamak. Üstlenilen görev budur bütün yaşam boyunca. İnsanları saran küçük çemberler büyüye büyüye demokrasinin boynuna bir halka gibi geçer. Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur bir süre sonra.
Bir kişiye yapılan haksızlığı her insan yüreğinde ve bilincinde duymalıdır bütün ağırlığınca. Bu sorumluluk bilinci kurulmamışsa her yeni haksızlık bir “kader” gibi benimsenir bütün toplumda. 
Oysa ne yoksulluk ne de haksızlık “kader” değildir. Yoksulluğun ve haksızlığın nedenleri vardır. Bunları birer birer saptayıp toplumun önünde haykırmak gerekiyor. “

Uğur Mumcu’ya ait yukarıdaki satırlar. Ne kadar doğru söylemiş. Ve ömrü boyunca da bu doğrularından ödün vermemiş. O’nun temsil ettiği bu değerler bugün çoktan unutmaya yüz tuttuğumuz ve artık uyuşmuş beyinlerimizle cılız bir şekilde zorlukla telaffuz ettiğimiz, bir o kadar da özlemle anımsadığımız değerlerimizdir. Dürüstlük, temiz toplum, yolsuzluklara karşı çıkma ve önleme, toplumsal adalet, cumhuriyet değerleri onun yaşamı boyunca uğruna savaşım verdiği değerlerdi. O değerlerin peşinde yaşamı boyu tutarlı bir şekilde mücadele ettiği için halkın sevgisini kazandı. Ancak ne yazık ki böylesi tutarlı aydınlarımız günümüzde ne yazık ki çok az. Yazılarını yazdığı Cumhuriyet gazetesinin tirajı belli iken cenazesinde milyonların akması başka türlü nasıl açıklanabilir ki? O aslında birçoğumuzun olmak istediğimiz ama olamadığımız kişiydi.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Uğur Mumcu’yu anacağız ve toplantılar düzenleyeceğiz. Ardından ise bize aşılanan – ve kolayca benimsediğimiz -değerler için çalışmaya devam edeceğiz. Başkalarına bakarak o değerleri yitirmemeye, çemberin dışına düşmemeye çalışacağız. O değerlerin özü “ ben “ kültürüne dayalı, dayanışmayı dışlayan, paylaşmaya kapalı, toplumun bireylerini para ile alt edilecek birer rakibe dönüştüren çıkmaz bir sokaktır ve sonu mutsuz, ruh sağlığı bozulmuş, körleşmiş ve sağırlaşmış bireylerin yaşadığı bir toplumdur. Bu yoz kültürün yerine insanı kutsayan yeni bir kültür yaratamadıkça Uğur Mumcu’ya lâyık olamayacağız.

Yaşadığımız düzen her açıdan insanı yalnızlaştıran, örgütsüz ve dayanışmasız kılan, kolu kanadı kırılmış ve kendi derdine mahkûm edilmiş bireyler üretiyor. Toplumsal normların ters yüz edildiği, erdemin ve insanlık değerlerinin unutulduğu ve vahşi bir çıkar güdüsünün kişiliğimizi esir aldığı bir kültür tüm albenisi ile bizi sarıp kuşatıyor. Uğur Mumcu’ya karşı suçluluk duygusu duymamak mümkün mü? Bugünkü Türkiye manzarası için ölmedi Uğur Mumcu. O bugünkü manzarayı görmeyelim diye uğraşırken öldü. O’nun bu uğraşlarını yarım bıraktırmak isteyenler tarafından öldürüldü. Yine O’nun bir yazısında dediği gibi “Unutmayalım ki  ‘cesur bir kez, korkak bin kez ölür.’ Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir ‘mezar taşı’ gibi suskunluk simgesi olmamasıdır.”

O üzerine düşenleri fazlasıyla yaptı. Susmadı. Korkusuzca söyledi her şeyi. Her çirkinliğin üzerine korkusuzca gitti. Kendisi korkmadı ama üzerlerine gittikleri korktu ve tek çare olarak O’nu susturmayı seçtiler. Ama Uğur Mumcu fikirleriyle yaşayacak. O’nu susturmak canına kıymakla olmuyor. Türkiye aydınlarına ve demokrasi, cumhuriyet güçlerine daha çalışkan, daha cesur olmak düşüyor. Değerlerimizi yerli yerine koymak ve uzun soluklu bir mücadeleyi çocuklarımız ve geleceğin çağdaş, temiz Türkiye’si için vermeyi başarmak gerekiyor.


                                                                                                  Arzu Kök

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder