Suriye Çıkmazı
Suriye iç savaşı dokuz yılı aşkın bir süredir küresel
siyasetin merkezinde ve ne yazık ki tüm yaşanan acılara rağmen henüz siyasi
çözüm ufukta görünmüyor. Farklı hesaplar ve stratejik hedefler doğrultusunda
çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen aktörler mücadele alanı olarak Suriye’yi
seçmiş durumda. Gerek küresel gerekse de bölgesel aktörler kapasitelerinin
yettiği düzeyde meseleye dahil olarak çatışma sonrası siyasi düzenden en fazla
şekilde yararlanmayı planlıyor. Her yeni günde farklı ittifak oluşumlarının ve
alternatif senaryoların ortaya çıkması mücadelenin ne denli karmaşık ve
çetrefil olduğunu gösteriyor. Karşımızda sadece bir ulus devletin iç savaş
sorunu değil, küresel siyasetin Suriye sahasına aksettirdiği içinden çıkılmaz
bir hesaplaşma var.
“Savaş, mızraklı,
trompetli bir bayram değildir… Onun manzarası kandır, ölümdür…” diyor ya
Tolstoy. Gerçekten de öyledir. Akdeniz’de hayati bazı devlet çıkarlarımız
üzerine planlar yapılırken buradaki kaynaklar paylaşılıp Türkiye dışlanırken
biz enerjimizin büyük bölümünü İdlib’e Suriye’ye harcıyoruz. Enerjimizi ve
maddi gücümüzü harcamakla kalmıyor ardı ardına şehit haberleri geliyor o
topraklardan.
Endişe içindeyiz. Zira Kuveyt işgali nasıl ki Saddam'ın sonu
ve Irak'ın bölünmesiyle sonuçlandıysa, Suriye meselesi de buna benzer emareleri
fazlasıyla taşıyor. Ne yazık ki daha da fazlasıyla. Çünkü; Kuveyt işgalinde baş
ve belirleyici aktör Amerika Birleşik Devletleri olmasına rağmen, Suriye
meselesinde durum daha farklı. Rusya ve diğer güçlü devletler de meselenin
içine girince doğal olarak işin ciddiyeti daha bir artıyor. Churchill’in o ünlü; “İngiltere’nin hiçbir zaman ezeli
dostları ya da düşmanları yoktur, daimi çıkarları vardır.” sözü geliyor
usuma. Zira tüm ülkeler çıkarları doğrultusunda bu işin içinde.
Suriye meselesinde Türkiye'nin izlediği politikayı, açıkçası
kafasını kuma gömüp, hiç bir tarafının görünmediğini sanan devekuşuna
benzetiyoruz. Soçi ve Astana süreçlerinde, Suriye'nin toprak bütünlüğünü
savunur görünen Türkiye'den; Suriye'yi gerçek sahipleri olan çeteci muhaliflere
teslim etmek ve nihayetinde Esad rejimini devirmeye evrildi. Bir devletin
izlediği dış politika nasıl bu kadar düşüncesiz olabilir sorusunun cevabını
vermek gerçekten çok zor. En başından beri bölge doğru okunamamış, yanlış
beklentilerin peşinden koşulmuş ve ülke, “kırk
katır mı, kırk satır mı” misali, bir sorunlar yumağının içine
hapsedilmiştir.
Rusya ve ABD; bir müddet için Türkiye'nin kendi kendine
gelin güvey olduğu "emperyal
devlet" olma rolüne kıs kıs güldüler. Bırak çocuk kendisini biraz
avutsun, egosunu tatmin etsin, daha sonra icabına bakarız dediler. Bugün
gelinen aşama, o rolün kullanma tarihinin dolduğuna işaret ediyor.
Ukrayna gezisinde Kırım'ın ilhakı konusunda Rusya'ya; Uygur
Türklerinin sorunu için. Çin'e; Keşmir sorunu konusunda Hindistan'a; Libya
sorununda tüm Arap devletlerini ve Rusya'yı; Doğu Akdeniz'de İsrail, Yunanistan
ve Fransa'yı; Suriye ve Irak'ta başta Kürtler olmak üzere, tüm Ortadoğu'yu
karşısına alan bir devletin, sağlıklı bir yaklaşım içinde olduğu düşünülemez.
Yani bir devlet ancak bu kadar özel bir çaba harcar gibi tüm dünya ülkelerini
karşısına alabilir.
Bütün bu sorunlar içinde bizi şimdilik en çok komşumuz
Suriye politikası meşgul etmekte ve zora sokmaktadır. Dünün büyük dostu Rusya
ile kapıştırılmak için özel ABD pohpohlamasını göremeyecek kadar siyasi körlük
ile hareket eden bir çılgın politika ile karşı karşıyayız. “Yarın bir gün
Suriye'de doğrudan Suriye ama gerçekte Rusya ile olası bir kapışmada ABD (
NATO) ne kadar arkanda duracak?” sorusunu sormak gerekiyor.
Felaket tellallığı yapmak istemiyorum. Lakin şurası çok açık
ve nettir ki; şayet biz, Suriye ile bir savaşa girecek olursak bu, ülkenin sonu
demektir. Ülkemizin parçalanmasına yol açacak kadar ciddi bir durum ile yüz
yüze kalınmasına neden olacaktır. Tüm veriler bunu göstermektedir ne yazık ki.
Umarız bu hataya devam edilmez…
Tüm bu gerçekler doğrultusunda, umarız ki bir an önce ülke
güvenliğini önceliğe alarak diplomatik dilimizi ivedilikle yumuşatır, hamasetten uzak, her türlü ihtimalin ülke
çıkarları doğrultusunda değerlendirildiği,
sağduyulu ve öngörülü bir dış politika izler hale geliriz. Yine
söylüyorum ki yoksa sonumuz felaket olacaktır.
Arzu KÖK