Mahmut Makal’la dünden bugüne
‘Okumak tüm dünyada
tehlikelidir. Çünkü okumak ve eğitim çok ciddi bir şeydir. Eğer bu uygulama
hakkıyla yapılabilse, herkese okuma alışkanlığı kazandırılabilseydi kapitalizm
hava alırdı. Okumak insanı düşünmeye sevk eder.’
Mahmut Makal, 1930’da Aksaray’ın Demirci köyünde doğdu.
İlkokulu 1942’de köyünde bitirdi. Toros dağlarının eteğine kurulu İvriz Köy
Enstitüsü’nde okudu.
1950’de büyük yankı yaratan “Bizim Köy” adlı ilk kitabını
yayımladı. Köy Enstitülerinde eğitimin gerçek ereğini “halk kaynağını harekete
geçirmek, üstündeki karanlık perdeyi, o karanlıktan çıkan çocukların eliyle
yırtıp atmasını sağlamaktı” şeklinde özetliyor.
- Köy Enstitüsü çıkışlı, insancıl ve toplumcu bir aydın
olarak günümüz eğitim sistemini değerlendirebilir misiniz?
Köy Enstitüleri uygulaması, eğitim yoluyla köyü canlandırmak, toplumu etkilemek, bu yeni insan tipiyle, uygarlık kervanının ardından yetişmek ve önüne geçme ereğine dönüktür. Enstitülerde insanoğlu; erdeminin ve yaratıcılığının, eliyle beyni arasında kurabileceği uyumla doğru orantılı olduğu gerçeğine uygun yetiştiriliyordu. Eğitimin ereği, halk kaynağını harekete geçirmek, üstündeki karanlık perdeyi, o karanlıktan çıkan çocukların eliyle yırtıp atmasını sağlamaktı. Şimdilerde, böyle eğitim kurumu, böyle yetişmiş insan istenmiyor. Bu yüzden de Atatürk’ün Türkiye’si eğitimsiz, işsiz, yönsüz-yöntemsiz, idealsiz insanların, din tüccarlarının ülkesi oldu. Gerçek öğretmen yetiştirmekten korkuyorlar. Hep geriye doğru giderek, karanlık çıkmazlara gömüldük. Köy Enstitüleri ilkelerinin günümüz koşullarına göre yeniden uygulamaya sokulması bir seçenek olabilir.
Köy Enstitüleri uygulaması, eğitim yoluyla köyü canlandırmak, toplumu etkilemek, bu yeni insan tipiyle, uygarlık kervanının ardından yetişmek ve önüne geçme ereğine dönüktür. Enstitülerde insanoğlu; erdeminin ve yaratıcılığının, eliyle beyni arasında kurabileceği uyumla doğru orantılı olduğu gerçeğine uygun yetiştiriliyordu. Eğitimin ereği, halk kaynağını harekete geçirmek, üstündeki karanlık perdeyi, o karanlıktan çıkan çocukların eliyle yırtıp atmasını sağlamaktı. Şimdilerde, böyle eğitim kurumu, böyle yetişmiş insan istenmiyor. Bu yüzden de Atatürk’ün Türkiye’si eğitimsiz, işsiz, yönsüz-yöntemsiz, idealsiz insanların, din tüccarlarının ülkesi oldu. Gerçek öğretmen yetiştirmekten korkuyorlar. Hep geriye doğru giderek, karanlık çıkmazlara gömüldük. Köy Enstitüleri ilkelerinin günümüz koşullarına göre yeniden uygulamaya sokulması bir seçenek olabilir.
- Yazarlık yaşamınız süresince ne gibi zorluklarla
karşılaştınız?
1949 Eylülünde ilk sürgünü yaşadım. Öğretmenliğe, doğduğum
kent Aksaray’ın Nurgöz köyünde başlamıştım. İlk sürgünümde o köyden aynı ilin
Çardak Köyüne gerçekleşti. İlk kitabım çıkalı üç ay olmuştu henüz. Kitabı elime
alır almaz da Aksaray hapishanesini boyladım. Tutuklanmamın nedeni görünüşte
kitabım değildi. “, kömürcü bir olacak bizim kuracağımız düzende”diyerek
komünizm propagandası yapmıştım sözde. Bu iftiralarla kaç kişi, kaç kuşak
harcandı... Bir aydan fazla tutuklu kaldım. Köy Enstitülerini kapatanlar, beni
cezalandıranlar, iktidarı yitirse de kıyım hız kesmeden ardılı iktidarlarla,
Demokrat Parti’yle sürüyordu.
Yazar her zaman haklının yanında olmalı
- Günümüz edebiyatı toplumsal sorunları yansıtmada üstüne
düşen sorumluluğu yerine getirebiliyor, özgün çözümler üretebiliyor mu?
“Sanat sanat için mi? Sanat toplum için mi?” konusunun
gereksiz bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Bence her şey toplum içindir. Aydın
olarak nitelendirdiğimiz okur-yazarların büyük bir kısmı fildişi kulelerine
çekilmiş, topluma yabancı, üretimden kopuk bir hayat sürüyorlar. Edebiyat
eserleri olsun, bilim yapıtları olsun, gericiliğe-safsataya savaş açmalı,
onlarla mücadele etmeli, kısaca uygarlığa yelken açmalıdır. Kalıcı olanlar da
bunlardır.
J. P. Sartre’ın çok sevdiğim, benimsediğim bir sözü var.
“Yazar, aç milyarlar için yazmadıkça, hep bir tedirginlik duygusu altında
ezilecektir” der. Yazar, bence de emeğin, ezilenlerin, yoksulların kısaca
alacaklı, haklı insanların yanında olmalıdır.
Marx, Balzac’tan yararlandı
- Eleştirmenler, son dönem edebiyatın bir kaçış edebiyatı
olduğunu söylüyorlar. Siz nasıl bir toplum nasıl, bir edebiyat özlüyorsunuz?
Bugün, Türk edebiyatı toplumsallığını yitirmiş, toplumcu
özünden ayrılarak bir çıkmaza sürüklenmiştir. Yalnızca bireyin
eğlendirilmesine, heyecan duymasına yönelmiştir. Toplumsal konuları işlemeyen
edebiyata ‘küm edebiyatı’ diyorum. Toplumcu sanat eseri yaşadığı çağın sosyal
gerçeğini işlemeli. Yaşama ilişkin her şeyin temelinde, tarih bilinci olmalıdır.
Edebiyat adamının üretimi, gerçek sanat, toplumun aynası olduğu noktada
tarihsel gerçekle buluşur. Bir örnek vermek gerekirse, filozof Marx, Balzac’ın
eserlerinden her dem yararlanmıştır. Balzac’ın Goriot Baba’sı, Marx’ın çok
hoşuna giden bir tiplemedir. Demek istediğim şey, bilim ve sanat iç içe
düşünülmelidir.
- Toplumumuzun inceltilmesinde, duyarlılaştırılmasında
sanatın-edebiyatın yeri ne olmalıdır sizce?
Zaman içinde, eğitim yoluyla oluşturulması gereken bir
durumdur bu. Bilimsel, kültürel ve sosyal kaynaklar, yurt kaynakları, uygarlık
birikiminden yöntemli bir biçimde yararlanarak edebiyat tarihi bilincini
oluşturur. Bu birikimlerden yararlanmasını bilen her ulus, kuşaklararası
bağıntıyı da geliştirecektir. Toplumsal katmanlar arasındaki hoşgörüde böyle
gelişir.
- Enstitülerinde okumaya ne denli önem verildiğini
biliyoruz. Bugün gençlerimiz kitap okumaktan neden soğudu?
Ben müfettişlik yaparken Ankara’ da birkaç okula gittim.
Çocuklara soruyordum, ‘Şiir bilen var mı?’, ‘Ezberinde şiir olan var mı?’,
‘Bana bir şairin adını söyleyebilecek olan var mı?’ yok, yoktu. Köy Enstitülü
dostum Aydın İpek dershanecilik yaptı bir dönem. Bir gün yanına gitmiştim.
Öğleye yakın saatlerde kayıt için lise mezunu iki kız öğrenci geldi. O sırada
radyo haberlerinde Cahit Külebi’nin ölüm haberi veriliyordu. Dönüp kızlara
sordum, ‘Cahit Külebi’yi tanır mısınız?’ cevap ‘Yok’. Şimdi bir de bizim
öğrencilik dönemimize bakalım. Yıl 1946. CHP, bir şiir yarışması düzenlemişti.
Bu yarışmada Cahit Sıtkı Tarancı birinci, Attila İlhan ikinci, Fazıl Hüsnü
Dağlarca üçüncü olmuştu. Ben sonuçların açıklandığı gün birinci olan 35 Yaş
şiirini sınıfta ezbere okudum. Köy Enstitülerinin farkıydı bu. Çünkü Köy
Enstitülerinde kitap okumak yaşam biçimine dönüştürülmüştü. Tüm öğrenciler
ceplerinde kitapla dolaşırlardı. Her öğrencinin kitap okuma mecburiyeti vardı.
Özet defterlerimiz vardı, okunan kitap o defterlere geçirilirdi. Yazarı, basım
tarihi, niteliği, çevireni ve özeti yazılırdı. Çoğu arkadaşın olduğu gibi benim
defterim de ciltliydi o zamanlar.
Okuma yazma düşmanı müfettişler
“Yıl 1946. CHP, bir şiir yarışması düzenlemişti. Cahit Sıtkı
Tarancı birinci, Attila İlhan ikinci, Fazıl Hüsnü Dağlarca üçüncü olmuştu.
Sonuçların açıklandığı gün birinci olan 35 Yaş şiirini sınıfta ezbere okudum.
Köy Enstitülerinin farkıydı bu. Çünkü kitap okumak yaşam biçimine
dönüştürülmüştü. Tüm öğrenciler ceplerinde kitapla dolaşırlardı. Her öğrencinin
kitap okuma mecburiyeti vardı. Özet defterlerimiz vardı, okunan kitap o
defterlere geçirilirdi. Defterler ciltliydi. Şemsettin Sirer bakan olduktan
sonra, özet çıkarma alışkanlıklarımızı ve izlediğimiz yazarları incelemek üzere
müfettiş gönderdi. Yataklarımızın altında sakladığımız defterleri toplayıp
götürdüler, görmedik bir daha da.
Yazmak için bağımsızlık şarttır
“Eserlerin ve sanatçıların toplumsal koşulların ürünü olarak
ortaya çıktığı tezine katılıyorum. Ülkemizde 1940’lardan itibaren her yönden
gelişen bir toplumla karşılaşıyoruz. Doğal olarak, toplumcu hareketlerin ve
düşüncelerin geliştiği bu yıllarda; ülke bağımsız, özgür koşullarda yetişen,
yurdunu seven, sol görüşlü bilim adamları-yazarlara sahip oldu. 50’li, 60’lı
yıllardan itibaren bağımsızlığına gölge düşen, bağımsızlığını yitiren ülke
koşullarında yetişen yazarlar, kimi eksiklerle yola çıkmışlardır. Çünkü yazmak
için özgürlük, bağımsızlık şarttır. Artık Anadolu’dan habersiz yazan kent
yazarlarıyla karşılaşıyoruz. Anadolu gerçeğini bilmeden cilt cilt kitap yazıyorlar.
Toplumdan habersiz bir yazar kitlesi mevcut. Üstelik kötü bir Türkçe ile
yazıyorlar, edebiyat bu değildir.”
Arzu Kök - Celal İlhan / Ankara, Cumartesi, 19 Nisan 2014
09:12
Arzu hoca kutlarım. "En bomba yazınız bu" diyebilirim.
YanıtlaSil