Şu anda yaşadıklarımızı çok çok ileride bir varmış, bir yokmuş diye mi anlatacağız? Peki hangi dilde olursa olsun gerçeğin ta kendisi olan hikâyelerin insana ne kadar acı verir bilir misiniz?
Hepimiz yaralıyız şu günlerde ve hepimiz travmalarımızı sağaltamadan, yaşamanın değil de insanca yaşayabilmenin koşullarını oluşturamamanın delice, sinir bozucu hallerini yatıştırmak için uğraşıyoruz. Bunun yanında da memleketin hali, pûr melali ortada. Gençliğimden bu yana değişen bir durum yok. Aynı baskılar, aynı berbat, nefes alınamayan bir hava; genzimizi, bilincimizi tıkayıp duruyor. Düşünceye engel yok. Evet düşünebiliyoruz. Sorun bu düşünceyi açıklayabilmekte!
Kat kat giydirmek yerine dilin ve gerçeğin giysisini sıyırmaya aklım yetiyor ama kalbim yetmiyor: Kaç vakittir unutmuşum gerçeği soyup, hakikati ve sokakları giyinmeyi...
Kanat kırıp bir çocuğun ölüsü başında günlerce öten kuşun aklından geçen gibi: Dil ile gönül dergâhı boş insanlar, kelimelerle ne yapacağını bilemiyor ancak devlet hırkasıyla yaşamayı biliyor.
Gün geçmiyor ki çocuk istismarı ile ilgili bir haber duymayalım. Türkiye’de çocuk istismarı konusunda yapılan araştırmalarda, yüzde 78 gibi yüksek bir oran ile duygusal istismarın ilk sırada olduğu görülmektedir. Fiziksel istismar yüzde 24 ve cinsel istismar yüzde 9 oranındadır. 1980- 1982 yılları arasında sekiz ilde yapılan bir diğer araştırmada, istismara uğrama oranı yüzde 33, tokat atma, kulak ve saç çekme oranı yüzde 25, sopa ile dövme oranı yüzde 14 olarak bulunmuştur. Eğitimsiz ailelerin yüzde 40’ı çocuklarını istismar ederken, eğitim düzeyi yüksek ailelerde bu oran yüzde 17’dir. Bir diğer araştırmada, 7- 14 yaş grubundaki çocukların yaklaşık yüzde 40’ı anne ve/veya babaları tarafından dayak yediklerini belirtmişlerdir.
Bazı çocuklar yetişkinlerin cinsel saldırılarına hedef olurken; kimileri de küçük yaşta ağır, uygunsuz işlerde çalıştırılmakta ve büyük sorumluluklar üstlenmektedir.
Çocuğun çalıştırılması, çocuk işgücünün istismarı, sokakta yaşayan ve sokakta çalışan çocukların sorunları, günümüzde birçok toplumda karşılaşılan ve çözüm bekleyen sorunlar olarak çıkmaktadır karşımıza. Türkiye’de pek çok çocuk ve genç, ya ailelerinin geçimine katkıda bulunmak ya da kendilerini geçindirmek amacıyla erken yaşta çalışmaya atılmakta ve türlü istismar ve ihmal biçimleriyle karşılaşmaktadır. Özürlü çocukların büyük bir çoğunluğuna ise gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli olanaklar sağlanmamaktadır.
Özellikle büyük kentlerde zamanlarının büyük bir bölümünü sokakta çalışarak geçiren çocukların da giderek arttığı dikkat çekmektedir. Bu çocukların büyük bir bölümü ailelerine katkı sağlamak için sokakta çalışırken bir kısmı ise aile desteğinden bütünüyle uzak, başıboş dolaşan çocuklardan, evden kaçan ya da evden atılan çocuklardan oluşmaktadır. Bu son gruptaki çocuklar da sokakta çeşitli işler yapmakta, ekmek parası kazanmak için türlü mücadeleler vermektedir. İstismar ve ihmal konusunda yapılan çalışmalar incelendiğinde, genellikle sağlık alanında, ruhsal hastalıkların belirlenmesine yönelik yapıldıkları görülmektedir. Oysa çocukların kötüye kullanımı bir halk sağlığı sorunudur ve bireylerin sosyal yaşamlarında olumsuzluklara neden olmaktadır. Gerek kayıtların, gerekse akademik çalışmaların yetersizliği ülkemiz için sağlıklı veriler oluşturulmasını zorlaştırmaktadır.
Çocukların dilendirilmesinin artık fazlasıyla yaygınlaşmasıyla birlikte, çocuklara su ve mendil sattırarak insanların acıma duygularına hitap edilmektedir. Ancak insanların o çocuklara yardım ettiği düşüncesiyle para vermesi, durumun tekrarlanmasına olanak sağlamaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bu yollarla para kazanabilen çocuklar, daha fazla dinlendirilip, daha çok istismar edilirler. Bizler bu konuda bilinçlenmeli ve bu çocuklara para kazandırarak bu istismarı meşrulaştırmamalıyız.
Bir başka önemli konu da ülkemizde fiziksel cezanın disiplin yöntemi olarak yaygın bir kullanımı olduğudur. Oysa okulda ve evde disiplini sağlamak için şiddet dışı seçenekler bulunmaktadır. Fiziksel ceza yaklaşımından uzaklaşmak için öğretmenler çocuk istismarı konusunda gerek mezuniyet öncesi gerek hizmet içi eğitimlerde bilgilendirilmeli, istismara uğramış çocukları fark etme konusunda beceri kazandırılmalıdır.
Türkiye’de son yıllarda çocuk istismarındaki artış, artışın nedenleri ve istismarların önüne nasıl geçilebileceği üzerine ciddi araştırmalar yapılması gerekmektedir. Türkiye’de cinsel istismar ve ensest sorunu ile ilgili çalışmalar oldukça kısıtlı seviyededir. Dünya çapında yapılan çalışmalara göre çok çok yetersizdir. Eğitim, bilinçlenmek ve bilinçlendirmek için çalışma yürütülmesi ve sağlanması gereken koşullardır. Bu noktada toplumsal cinsiyet eğitimi, çocuğun vücut dilini ve psikolojisini anlayabilme uğraşı, medya okuryazarlığı dersi, toplumsal yeniden inşanın mümkün olduğu gerçeği ve uğraşı kökten çözüm için büyük kazanımları beraberinde getirecektir.
Çocuk yetiştirirken sergilenen tutumlar, gündelik hayatın içinde kulağımıza çok olağan gelen, aslında kanayan yaraların tuzu olan söylemler, tehlikeli ama çok alışılmış taciz, tecavüz üzerinden yürütülen mizah anlayışı… Daha ileriye gidersek çocukların ebeveynin “malı”, “namusu”, “yüz akı” ya da “yüz karası” olduğu düşüncesi, toplum koşullarında pozitif ayrımcılığın öneminin kavranamayışı ve hatta pozitif ayrımcılığın çok yanlış anlaşılması… Ve daha pek çok şey…
Her gün bilmediğimiz yüzlerce istismar vakası yaşanıyor. Bilmiyoruz çoğunu. Bildiklerimiz mi?
Örneğin;
Geçen yıl Sur’da polis tarafından istismar edilen çocuğun durumu nasıl?
Mamak’ta tecavüze uğrayıp parka atılan çocuğa tecavüz eden erkek nerede?
Bir cemaat yurdunda tacize uğrayan çocuklar ne halde?
Aile içinde babasının istismarına uğrayan kaç çocuk annesinin sessizliğinde boğuluyor?
En yakınları tarafından cinsel istismara uğrayan kaç çocuk “Madem öyle, bu zamana kadar neden sustun?” diye sorgulanıyor?
Türkiye’nin bu mevcut duruma artık “dur” deme vakti gelmedi mi?
Birleşmiş Milletler, 20 Kasım 1989’da Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi kabul etmiştir. Bu sözleşme Amerika Birleşik Devletleri ve Somali dışındaki devletleri bağlayıcı uluslararası yasal bir belge niteliği taşımaktadır. Bu nedenledir ki Türkiye’yi de bağlar.
Sözleşmenin maddelerinden dördü şöyledir:
• Madde 2: Sözleşmenin güvence altına aldığı bütün hakların herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bütün çocukları kapsaması gerekir.
• Madde 3: Çocuklarla ilgili her türlü faaliyette çocuğun yüksek yararı temel düşünce olmalıdır.
• Madde 6: Her çocuğun yaşama, hayatta kalma ve gelişme hakkı vardır.
• Madde 12: Kendini ilgilendiren her konuda çocuğun görüşünün dinlenmesi ve dikkate alınması gerekir.
Şimdi ülkemizi düşünün ve bir bakın acaba bu maddeler uygulanıyor mu?
Keşke kanayan yaralara tuz olmak zorunda kalmasak…
Ancak unutulmamalıdır ki çocuklar haklarını savunabilecek, ses çıkarabilecek güce sahip değillerdir. Onlar bizlerin geleceğidir ve onların yerine bizlerin artık ses çıkarma zamanı gelmedi mi?
Arzu KÖK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder