24 Ağustos 2016 Çarşamba

Bir Bebekten Katil Yaratan Karanlık - Arzu KÖK

Bir Bebekten Katil Yaratan Karanlık

Antep’te bir düğüne canlı bomba saldırısı yapıldı geçen gün. Onlarca vatandaşımız can verdi. Onlarcası yaralı olarak hastanelere kaldırıldı. Bu saldırının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamada dikkat çeken bir nokta vardı. Cumhurbaşkanı, saldırının “12-14 yaşlarında bir canlı bomba” tarafından gerçekleştirildiğini belirtiyordu. Bu doğruysa, Türkiye artık çocukların canlı bomba olarak görev yaptığı bir ülke konumuna gelmiş demektir. Katil çocukları barındıran bir ülke. İnanmak gelmiyor içimden. 


 Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” öyküsünü bilirsiniz. İşleneceğini hemen hemen herkesin bildiği ama kimsenin engel olmadığı bir cinayetin an be an öyküsüdür bu ve gerçektir de aynı zamanda. Bizim buralarda “iyice” bilinir olmasının da başka sebepleri vardır. Bu toprakların ”Kırmızı Pazartesi” leri bir türlü bitmemektedir ne yazık ki.  Üstelik artık çocuklar fail olarak seçilmektedir.

Bu, kendiliğinden gerçekleşecek bir durum değildir. Çocuklar kendiliklerinden canlı bomba olmazlar, olamazlar. Ancak yetişkinlerin büyük bir çaba harcaması ile bir canlı bombaya dönüşebilirler. Antep’teki saldırı, sıradan bir saldırı değil, planlanmış ve hazırlığı yapılmış bir katliamdır. Bu saldırıda yer alan çocuk, hangi yaşta olursa olsun, yalnızca bir figürandır. Onu katil olmaya sürükleyenler ise çocuklara zerre kadar değer vermeyen, kafalarındaki dogmalara inanmış yetişkinlerdir. Rakel Dink’in 2007’de söylediklerini anımsamakta yarar var: “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim...”  Bu sözlerden yola çıkarak Erdem Gül durumu özetliyor: “Çocuktan katil yaratan ülke, çocuktan bomba da yaptı.”

Türkiye’de şiddet özellikle 12 Eylül sonrasında kök saldı. O dönemde ateşli silahların topluma yayılması kolaylaştı ve 2015’de ölüm bir siyaset aracına dönüştürüldü ne yazık ki. Günümüz Türkiye’sinde çocuklar her yerde (evde, okulda, sokakta, medyada) sürekli olarak şiddet ile karşı karşıya. Çocuklar şiddetle kuşatılmış durumdalar. Şiddetin sıkıştırdığı çocukların şiddetle patlaması da bu durumda çok da şaşırtıcı gelmemektedir maalesef. Soruşturma, kötü muamele, insan hakları ihlalleri, tecavüz, hatta hapis cezaları ile karşı karşıya bırakılan çocuklar ve gençler hakkında söz söyleyenlerin çoğu, var olan toplumsal koşulları ve süren çatışma ortamını yadsımışlardır. Oysa devletin takındığı tutum, yaşanan sorunların en temel öğesi konumundadır.


Bir çocuğun, ister Türkiyeli, ister Suriyeli olsun böyle bir saldırıda yer alabilmesi için yetişkinler tarafından yüce bir varlığa hizmet ettiğine ve büyük bir iş yapacağına inandırılmış olması gerekir. Türkiye’de çocuklar yıllardır bu mesajı alıyorlar. Devlet birimleri ve yerel yönetimler uzun süredir çocukları yüce bir varlık için kendini kurban etmeye özendirmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çocukları şehit olmaya özendirdiği Diyanet Çocuk Dergisi’nde, “Şehit olan cennette o kadar mutlu olur ki, on defa şehit olmak ister”, “Keşke ben de şehit olabilsem” gibi ifadelere yer verilmişti. Asıl görevi çocukları yaşatmak ve korumak olan devlet, çocuklara “Şehitler acı çekmez”, öldüklerinde, “günahları bağışlanır” diye ölüm propagandası yapabiliyorsa, IŞİD vb örgütlerin yapabileceklerinin çok daha kötü olabileceği tahmin edilebilir duruma geliyor.

Diyanet’in özellikle küçük çocukları hedef alması, onlara acısız bir ölüm ve cennet vaad etmesi çok önemli. Çok küçük yaştaki çocuklara dogmaları belletmek ve bu dogmaların sorgulanmaz kılınmasını sağlamak, çocukların daha 9-10 yaşlarında inanmış birer nefere dönüştürülmesini çok rahat sağlayabiliyor. Oysa bir çocuğun din gibi soyut kavramları anlayabilmesi için en az 12-13 yaşlarında olması gerekir. Yazık ki bizde belki de küçük yaşta çocukları inanmış neferlere dönüştürmek adına anaokulunda başlatılıyor din eğitimi. Henüz soyut kavramları anlayamayacak yaştaki çocukların beyinleri korkuyla, körü körüne inançla dolduruluyor. Böylece de çocuk sorgulama yeteneğini yitiriyor ve istenildiği gibi kullanılabiliniyor. Antep’te yapılan saldırıda 12-14 yaşında bir çocuk yer aldıysa, bu o çocuğun özgür düşünen, dünyayı sorgulayan bir birey olmasının engellenmesi ile sağlanmıştır. 


Diyanet, çocukları ölüme teşvik ederken tüm iddialarını peygamberden alındığı söylenen sözlere dayandırmıştı. Amaç, çocukları şehitliğe özendirme siyasetini sorgulanmaz kılmaktı. Çok küçük yaştan çocuklara şehit olmanın Tanrı’nın ve peygamberin emri olduğu söylenirse, çocuklardan canlı bomba yapmak çok daha kolay olacaktır. Artık din her olanakta siyasete araç ediliyor. “Şehit olunca cennete gideceksiniz” diye çocukları ve gençleri savaşa sürmek, kim tarafından yapılırsa yapılsın kabul edilemez. Çocukları zayıf oldukları, kolay kandırılabilir oldukları için hedef alıyorlar. Çocukları katil olmaya sürükleyenler, çocuklara zerre kadar değer vermeyen, kafalarındaki dogmalara inanmış yetişkinlerdir. 

Masum bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadıkça aydınlığa çıkmayız elbette. Eğer bu yanlıştan dönülmezse daha çok çocuk katilimiz olacak, daha çok ‘Kırmızı Pazartesi’ yaşayacağız gibi geliyor.

Yetmedi mi artık?...


Arzu KÖK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder